Türk devlet geleneğinde iskan politikası çeşitli amaçlarla uzun yıllar başvurulan bir araç olmuştur. Bir politik aygıt olarak iskan; özellikle Osmanlılar döneminde fethedilen yerlerin İslamlaşması amacıyla kullanılırken 20. Yüzyıl Türkiye’sinde ise daha çok Kürtlerin toplumsal yapısını bozmak için devreye konulmuştur. Buna bağlı olarak cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerin statü ve siyasal hak temelli tüm talepleri şiddetle bastırılırken büyük Kürt aşiretleri ve ailelerin yerlerinin değiştirilmesi, çoğunlukla da Türk şehirleri içinde eritilmesi gibi tedbirler alınmıştır. Bu bağlamda Kürtlerin tarihsel coğrafyaları olan Kürdistan’da çeşitli dönemlerde hızlı nüfus hareketleri yaşanmıştır.
Bugün bile birçok Kürt ilinde Orta Asya ve Balkanlardan getirilen Türk aileler mevcuttur. Bunun en belirgin örneklerinden bir tanesi de 1982’de Kenan Evren tarafından Van’ın Erciş ilçesine 1150 Kırgız’ın yerleştirilmesidir.(1)
Tabii peşinen belirtmek isterim ki bu yazıdaki eleştirimiz, zor durumdaki halkların sığınmacı veya mülteci olarak kabul edilmesine olmayacaktır. Makalemizdeki temel eleştiri, bu tür politikaların ideolojik kod ve politik amaçlarla yapılıp Kürtlere uygulanan çifte standartlara olacaktır.
Ahıskalıların Türkiye’ye iskanı
Eleştirimizin amacına uygun olarak, Kürt tarihsel coğrafyasında demografik tahribatlara neden olan uygulamaların bugün de devam ettiğini düşünüyorum. Çünkü 26 Aralık’ta yazılı ve görsel medyada çıkan şu haber pek dikkat çekiciydi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla 677 ailenin iskânlı göçmen olarak kabul edilmesi kararı yürürlüğe girdi. 677 ailenin 605'i Erzincan Üzümlü'ye, 72'si ise Bitlis'in Ahlat ilçesine yerleştirilecek. Ayrıca muhtelif tarihlerde Türkiye'ye giriş yapan ve Bursa'da geçici olarak ikamet eden 116 kişilik Ahıska Türkü 29 ailenin Erzincan'a yerleşmesi ve ulaştırılması çalışmaları da sürüyor. Bugün 2 uçakla 90 aile ve 329 Ahıska Türkü'nün Türkiye'ye indiğine işaret eden Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Ahıskalı Türklerin Erzincan'ın Üzümlü Bucağındaki TOKİ konutlarında iskan edileceğini söyledi.”
Bu haberin veriliş biçiminde ilginç olan esas nokta ise haberin adeta tek merkezden çıkmışçasına verilmesiydi. Birkaç haber başlığını sıralayalım: “Ahıska Türkleri Öz Vatanına Döndü”(Milliyet), “Cumhurbaşkanı Talimat Verdi, Ahıska Türkleri Vatana kavuşuyor”(Sabah), “Ahıska Türkleri Öz Vatanında”(Yeni Şafak), “Ahıska Türkleri ‘Öz Vatanlarına’ Döndü” (AA).
Normal şartlarda zor durumdaki farklı halklara kucak açmak doğaldır ve gereklidir. Bunun en iyi örneği 2 milyonun üstünde Suriyelinin Türkiye’de olmasıdır zaten. Ama mülteci-sığınmacılar üzerinden bölgede aktör olmaya çalışmak veya asimilasyon-ideolojik temelli bir amaç gütmek asla ahlaki olamaz.
Hatırlanacağı üzere 1990’lı yılların Milli Güvenlik Kurullarında (MGK) Kürtlerin nüfusunun kontrol edilemez şekilde arttığından ve tedbir alınması gerektiğinden bahsediliyordu. Bugün de bazı uygulamalara bakıldığında Kürtlerin gelişmesi, nüfus sahibi olması ve ulus temelli olarak dünya arenasına çıkması bazı çevreleri rahatsız etmektedir.
Geçen haftalarda HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş da son aylardaki bir MGK’da “Son Türk yurdunun Kürtler tarafından ele geçirilmesine az kaldı. Dolayısıyla bunu engellememiz lazım.” gibi bir kararlaşmanın olduğunu belirtti. Devlet aklının geçmiş tecrübe ve uygulamaları düşünüldüğünde bu yöndeki iddiaların hiç de yabana atılmaması gerekir. Bu sebeple de Ahıska Türklerinin Kürt coğrafyasına yerleştirilip buraların da “Ahıskalıların öz vatanı” olarak sunulmasının ideolojik temelleri de sorgulanmalıdır.
Ahıskalıların ana vatanı Bitlis mi?
Tabii buradan yola çıkarsak “Ahıskalıların öz vatanı Erzincan ve Bitlis mi?” sorusuna cevap bulmamız gerekecek. Çünkü Ahıskalılarla ilgili basına yansıyan açıklamalarda Ahıskalılar, “ana-öz vatan” olarak Gürcistan sınırları içindeki Ahıska bölgesini kabul etmektedirler. Aynı şekilde Ahıskalıların çıkardığı yayınlarda da ata toprağı, ana vatan olan Ahıska’ya dönüş özlemi görülebilir. Örneğin Ahıskalıların çıkardığı “Bizim Ahıska” dergisinin sonbahar 2015 sayısında iki yazarın yazısında geçen birer cümleyi paylaşayım:
“Bugün Ahıska Türkleri ana vatanlarına dönmek arzusuyla teşkilatlanmaya devam etmektedirler.”(s. 12), “Biz Ahıska Türkleri, ana vatana yani Ahıska’ya dönüş için bir mücadele içindeyiz.(s. 13). Ki Dişisleri Bakanlığı da 15 Kasım 1944 sürgünü vesilesiyle yayınladığı bildiride “Ahıska Türklerinin anavatanları Ahıska’ya geri dönüş sürecini yavaş da olsa başlamış olmasından memnuniyet duymaktayız” ifadelerini kullanmıştır.
Peki Ahıska nerededir?
Ahıska bugün, Gürcistan’ın sınırları içinde kalan ve Ardahan’a 15 km yakın bir bölgedir. Rus ve Gürcü kaynaklarında Ahıska bölgesi, Mesketya olarak da geçmektedir. Ahıska’nın Türkiye sınırına yakınlığından dolayı Ahıskalılar, Ardahan’ın bazı köylerinde okunan ezan sesini duyduklarını belirtirler. Tabii Ahıska merkez olmak üzere Aspinza, Adigön, Ahılkelek ve Bogdanovka gibi şehirler de bulunmaktadır. Bu şehirlerin demografik yapısı Türk, Kürt, Ermeni ve Gürcülerden oluşmaktaydı. Bundan da anlaşılacağı üzere sadece “Ahıska Türkleri” ifadesinin kullanılması eksiktir. Bunun birçok yerde bilinçli olarak Kürtleri perdeleme, hatta inkar amacıyla kullanıldığı da düşünülebilir. Ayrıca Türk ve Kürt halkının Müslüman olmasından dolayı Gürcistan devleti bu iki halka hep aynı nazarla bakmış ve bazı Kürtleri “Türk” olarak kayıt altına almıştır.
Ahıskalı halkların ortak kaderi
Bunun yanında Ahıska Türkleri ve Kürtleri 14-15 Kasım 1944 sürgününü birlikte, aynı vagonlarda yaşamalarına rağmen hem Ahıska Türkleri hem de Türkiye’deki kaynaklar çoğu zaman Kürtlerden bahsetmez. Dolayısıyla birçok açıklama ve haberde 100 bin Ahıska Türk’ünün sürgün edilişi ve yaşadıkları dram anlatılır; ama bunun içinde Kürtlerin sayısı belirtilmez. Oysa 24 Temmuz 1944’te SSCB Halk İçişleri Komiseri Beriya, “Tamamen gizli” ibaresiyle Stalin’e gönderdiği raporda “(…)Nüfusun büyük bir kısmı, Türkiye’deki akrabalarıyla temas kurarak kaçakçılık yapmakta, Türk istihbaratı için çalışmaktalar. SSCB sınırının Gürcistan kısmında sınır güvenliğini temin etmek amacıyla Halk İçişleri Komiserliği Ahıska, Adıgön, Ahılkelek, Aspinza ve bogdanovka rayonlarıyla Acaristan Özerk SSC’ye bağlı bazı köy topraklarından Türk, Kürt ve Hemşinli olmak üzere 16.700 hanenin toplam 86.000 kişilik nüfusunun Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan SSC’ye tahliye edilmesini uygun görmektedir(…).” (2) denilmektedir. Böylece Türk, Kürt ve Hemşinlerden oluşan 86.000 kişilik halkın 40 bininin Kazakistan’a, 30 bininin Özbekistan’a ve 16 bininin de Kırgızistan’a tahliye edilmesi kararlaştırılır.
Sürgünü bizzat yaşamış olan ve Kırgızistan’da yaşayan Ahıskalı Kürtlerden Recep Dede o günleri “14 Kasım’da evimizin önüne askerler geldi. Bizi Orta Asya’ya sürgün edeceklerini ve gerekli eşyalarımızı toplamamız için üç saat mühlet verdiklerini söylediler. Bu haber karşısında ne olduğunu anlayamadık. Bizim köyde beş aile Kürt’tü. Birkaç aile de Türk… Diğerleri hep Ermeni’ydi. Ermenilere kimse bir şey demedi, sadece Türklerin ve Kürtlerin sürüleceğini söylediler. Her evde üçer asker vardı. O gece hepimizi hayvan vagonlarına doldurdular. Aramızda öyle çocuklar vardı ki ne anası vardı ne de babası... Babaları savaşa gönderilmişti; onların çocukları bile vagonlara sıkış tepiş dolduruldu.” (3) sözleriyle anlatıyor. Muhtelif kaynaklar bu sürgün yolcuğunda çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 30 bin Ahıskalının öldüğünden bahsetmektedir.
Turgut Özal’ın Ahıskalıları iskanı
Bugün AKP iktidarında Ahıska Kürtlerini es geçilip sadece Ahıska Türklerinin alınması ilk değil. Çünkü 1989’da Fergana olaylarından sonra gündeme gelen Ahıska Türkleriyle Turgut Özal da ilgilenmiş ve onların Türkiye’ye iskanı için çaba göstermiştir. Bu amaçla da 02.07.1992 tarihli, 3835 Sayılı Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskanı Kanunu kabul edildi. Bu kanunun çeşitli maddelerine göre Türkiye’ye gelecek Ahıska Türkleriyle hangi kurumların ilgileneceği, kendilerine ödenecek ödeneklerin miktarı, vergiden muaf tutulma, göçmenlerin üretici duruma getirilmesi vb. gibi maddeler yer almaktadır. Bu kanun kapsamında başta Bursa olmak üzere, İstanbul, İzmir, Antalya, Aydın, Çanakkale, Denizli gibi şehirlere 50 bine yakın Ahıska Türkü göç etmiştir.
Tabi işin acı tarafı Ahıska Türklerine sağlanan bu olanakların hiçbirinin Ahıska Kürtlerine tanınmamasıdır. Oysa bu iki halk aynı nedenlerden dolayı sürüldüler. Gönül isterdi ki Türkiye bu iki halka da eşit muamele etseydi. Güya “Türklük” etnik amaçlı değildi; ama nedense Ahıskalılardan sadece etnik olarak Türk olanlar gözetiliyor. Oysa Kürtler 1937’de de Azerbaycan ve Ermenistan’dan Orta Asya’ya sürülmüşlerdi. Bugün Orta Asya’da sahipsiz kalan Kürtler, Kırgız-Özbek gerginliğinde saldırıya uğrayabilmekteler ve kendilerine mikrofon uzatıldığında sahipsiz olduklarını haykırıyorlar. Bakın Ahıska Kürtlerinden Recep Dede’nin torunu Said “Gelecekte ailem ve akrabalarımla beraber Kürdistan’da yaşamak isterim” (3) sözleriyle duygularını dile getiriyor. Dolayısıyla onun da 20 milyon soydaşının yaşadığı Türkiye Kürdistanı’na gelme hakkı inkar edilemez.
Kürtler görmezden gelinmemeli
Sonuç olarak Kürtlerin bir ulus olarak kendi tarihsel coğrafyalarında yükselmeye başladığı bir dönemde devreye konulan politikaların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla gelinen aşamada Kürtlerin asimilasyonuna hizmet edecek her uygulama, uygulayıcılara zaman kaybettirmekten başka işe yaramayacaktır. Bu sebeple de Türkiye’de sayıları 20 milyonu bulan Kürtlerin görmezden gelinmesi, tüm halkların geleceğini tehlikeye sokar. Tam da buna bağlı olarak, 16 Ağustos’tan beri uygulanan sokağa çıkma yasakları ve çatışmalardan dolayı yüz binlerce insanın göçünden bahsedildiği günlerde başka bir ülkeden insanların getirilip Kürt kentlerine yerleştirilmesinin yansıması olumlu olmaz. Özellikle de Ahıska Kürtlerinin görmezden gelinip sadece etnik olarak Türk olan Ahıskalıların Kürt kentlerine getirilip bunun da bir “ana vatana dönüş” olarak servis edilmesi doğru değildir. (İG/HK)
(1) tr.wikipedia.org, 29.12.2015
(2) www.ahiska.org.tr, 29.12.2015
(3) Kırgızistan’da Ahıska Kürtleri 1, Nilüfer Dervişova,