Bugün gerek yargı, gerek yasama ve gerekse yürütme erki gayrı meşru bir anayasal zemin üstünde oturmaktadır.
Her türlü hukuk dışı yönetime olanak sağlayan 1982 anayasası ve uzantısı olan yasa ve kararnamelerin yürürlükte olması, bütün sistemi bir meşruluk krizi içine sokmaktadır.
1983 seçimlerinden bu yana peş peşe gelen hükümetler, gayrımeşru 1982 Eylül anayasının sağladığı olağanüstü yönetim olanaklarını kullanmayı tercih etmiş ve demokratikleşme programına ihanet etmişlerdir.
Prensip olarak benim ve diğer birçok masum insanın haksız tutukluluklarına ve temelsiz senaryovari iddianamelere olanak sağlayan Terörle Mücadele Kanunu (TMK), Türk Ceza Kanunu (TCK) ve 301 gibi maddeler yürürlükte olduğu sürece görsel ve yazılı medyaya konuşmayacağım; varolan duruma karşı "sessizlik" protestosunda bulunacağım.
Her türlü konuşma, varolan anormal durumu normalleştirmeye hizmet edecektir. Sanki bir hata yapılmış da giderilmiş gibi olacaktır. Benim bırakılmam, varolan hukuksuzluğu asla düzeltmiyor. Ayrıca beni rehin almayı amaçlıyor.
Bu yasalar yürürlükte olduğu sürece, düşünce özgürlüğü sadece bir yalandan ibaret kalacaktır.
İfade özgürlüğü tehdit altında yaşayamaz ve gerçekleşemez.
Keyfiliğin ve önyargının ve sabit fikrin ve ideolojik bakışın bizlere dayattığı belirsizliklik kelimelerin özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
Düşünceyi ve ifadeyi bir lütufmuş gibi görüp, konjonktüre göre sözcükleri cezalandırmak ya da görmezden gelmek kabul edilebilir bir davranış değildir.
Düşünceyi ifade etmek ve yayınlamak bir "cesaret" haline geldi ise durum çok vahim demektir.
Bu nedenle, görsel ve yazılı medyanın ilgisine teşekkür etmekle birlikte, görüşme ve röportaj taleplerine olumsuz yanıt verdiğimi bildiririm. (RZ/BA)