İşyerimin karşısındaki ilkokulun bahçesinde, 23 Nisan provası yapan çocukların söylediği şarkılar eşliğinde çalışıyorum bir haftadır.
Koro "Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana..." diye başladığında, ben de katılıyorum onlara içimden, dışımdan: "Yuvadır kuşlara/Örtüdür toprağa/Can verir doğaya" diye devam ederek.
Artık ormana karışan kızlarımı anıyorum, özlemle.
Tohumken fidana, fidanken ağaca dönüşüp ve artık ormana karışan kızlarımı anıyorum, özlemle.
Bu güzelim şarkıyı söylerdim, minicik fidanken onlara.
Fidanlarım serpildiğinde birlikte söylerdik avaz avaz: "Bir tek dal kırmadan/Ormansız kalmadan/Her insan bir fidan/Dikmeli yurduma"
Bu şarkı içimdeki turna kuşlarını kıpırdatıyor. Havalanmalarına izin vermek istemiyordum; bir süredir.
Dışarıdan gelen bahar kokusuna, gökyüzünün maviliğine, içtiğim kahvenin tadına kanıp; salıyorum turna kuşlarımı ormana karışan ağaçlarımın üstüne doğru.
Tohumlar fidana...
Eczacı "Tahliliniz maalesef pozitif" dediğinde öğrenmiştim, içimde tohum büyüdüğünü. Şaşkınlığım sevincimi örtmüştü.
Karnımda iğne batmasına, cımbızla kaş çekmeye benzer duygular hissettiğimde 15 haftalık olmuştu; içimdeki tohum.
Karnım şişerken, o büyüyordu. Muayene sırasında "Çift kalp sesi duydum gibi. İki tohum olabilir. Ultrasonografi (USG) çektirsek!" demişti doktor Mülazım.
USG monitöründen seyrettim, içimde enikonu büyüyen ve kapalı havuzda yüzen tohumu. "Hayır, iki değil; tek tohum" deyince radyolog: "Her türlüsü kabulüm" demiştim.
Karnım dağa dönüşüp sabrım azaldıkça, özlem ve beklentim arttıkça "Çıksa toprağın üstüne, artık" demeye başladım.
Güldüğümde, konuştuğumda, şarkı söylediğimde kulaçlarını hızlandıran tohum; bağırdığımda, ağladığımda, kızdığımda, yorulduğumda kıpırdamıyordu bile.
Geceleri mor-turuncu battaniye örerken; konuşuyordum muzur tohumla.
"Aaaa, bir-iki kafa... Bir-iki-üç-dört kol... Bir-iki-üç-dört bacak" diye sayarken Radyolog Muzaffer, kendimden geçmiştim.
Hastane dönüşü fıstık yeşili ve sarı yünler aldım, yeni battaniyeler örmek için.
"Yeteri kadar büyüdüler. Gün yüzüne çıkartalım onları" denince, alındım ameliyathaneye. Viyaklayan fidanın ardından geldi: "Aaaaaa, kız" diyen hemşirenin sesi. "Bir kızı garantiledin, diğeri kız ya da oğlan. Fark etmez" deyip içimden, bayıldım.
Fidanlar ağaca...
52 saat sonra görebildim kuvözde; gözleri bantlı, popoları bezli fidanlarımı. Dokunamadı onlara, tekerlekli sandalyedeki anneleri.
49 santimdi fidanların boyu, 2.430- 2.450 gramdı ağırlıkları.
5 gün sonra alabildi onları sırayla, kucağına anneleri.
Kollarımdaki fidana "Canım, bitanem" derken, diğeri viyaklayınca "Canımmm, iki tanemden biri" diyerek düzeltmiştim aramızı.
An'aneleri altı ve yedi nolu torunları evimizin kapısında karşıladı.
Soğan kırdı; acı çekmesinler diye.
Bulgur attı yerlere; bereketleri çok olsun diye.
Bozuk paralar savurdu havaya; paraları ve şansları çok olsun diye.
Ağaçlar ormana...
Tam 25 yıl önce gün yüzüne çıkan o iki fidan büyüdü, ağaç oldu her geçen gün anne-babalarının gölgesinden imtina ederek.
Ve kendileri gölge edecek kadar büyüdüklerinde, ormana karıştılar.
Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana...
Çok kolay büyümedi, o iki ağaç.
Çok kolay değildi; iki ağaca gölge olmak.
Çok keyifliydi; iki ağacın aynı anda gelişimini izlemek.
Çok yorucuydu; iki ağacın aynı anda gelişimini sağlamak, gereksinimlerini karşılamak.
Yedir, içir, yıka, giydir, ütüle...
Sadece kustuğunda, ateşlendiğinde, ishal olduğunda, kulağı-burnu aktığında değil, her dem yamacında tut onları.
Koru onları sevimsizliklerden. Yaşat onlara güzellikleri. Ve gölge et onlara
Kreşe götür, kurslara taşı...
İlkokula kaydettir, özel gün kutlamalarına hazırla, kurslara ve doğum günlerine götür.
Anadolu Lisesi sınavlarına hazırla, orta öğrenime kaydettir, basket idmanlarına gitsinler.
Üniversite sınavlarına hazırla...
Okut üniversitede.
Korumaya çalış bu sürecin tüm aşamalarında onları sevimsizliklerden.
Yaşatmaya çalış bu sürecin tüm aşamalarında; onlara güzellikleri.
Eksik etme gölgeni üzerlerinden, hiç ama hiç.
Üniversite bitsin; yine devam etsinler okumaya, sınavlara girmeğe...
Daha daha güzellikler yaşatmaya çalış ağaçlarına...
Kendin istediğin için ve kendini zorlayarak; gölgene ihtiyaçları olmasa bile.
Onlar...
Bizatihi ağaç olup...
İş-ekmek derdine düşüp...
Ormana karıştıklarında...
Sen...
Artık o ağaçların gölgesinde kalmağa başladığında...
Korunmaya, kollanmağa gereksinim duyar olduğunda...
Ormana karışan ağaçlarının üzerine turna kuşları saldığında...
Hatırla; onlarla birlikte kendinin de büyüdüğünü.
Anla; onlarla birlikte kendinin de büyüdüğünü.
Farkına var; sen onları koruyup kollarken, onların da seni koruyup, kolladığını.
25 yılda tohumdan fidana, fidandan ağaca dönüşüp, şimdilerde ormana karışan iki ağaç ve tüm ağaçlar için yapabileceğim tek şey dilekte bulunmak...
Her yaz-pınar, kış-baharda yemyeşil yapraklar açsın o iki ağaç; ormandaki tüm ağaçlar gibi.
Her yaz-pınar, kış- baharda sürgünler versin o iki ağaç; ormandaki tüm ağaçlar gibi.
Her yaz-pınar, kış- baharda rengahenk çiçekler açsın o iki ağaç; ormandaki tüm ağaçlar gibi.
Kırılmasın tek bir dalı bile o iki ağacın ve ormanlardaki tüm ağaçların.
Ve hep turna kuşları konsun en yüksek dallarına o iki ağacın ve ormanlardaki tüm ağaçların.
Henüz ormana karışmayan ağaçlar; şen olsun ve kutlu olsun bayramınız.
Ormana karışan ağaçlar en yüksek dallarınızdan eksik olmasın turna kuşları. (ŞD/BB)