Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Afet bir kader değildir. Çünkü afetler, aslında öngörülebilen tehlikelerin neticesinde gerçekleşir. Depremler, seller, orman yangınları başımıza er ya da geç geleceğini bildiğimiz tehlikelerdir.
Bir tehlikeyi afete dönüştüren şey; o tehlikeye karşı direncimizin olmayışı, tehlikeyi önleyici politikalar geliştirmeyen kamu idareleri ve bu tehlikeyle başa çıkma kapasitemizin bulunmayışıdır. Doğanın deviniminden kaynaklı tehlikeleri önlemek mümkün olmasa bile, tehlikeye maruz kalma biçimimizi belirlemek ve tehlikenin afete dönüşme riskini azaltmak mümkündür.
Bir afette ilk hissettiğimiz şokun ardından afete müdahale etmeyi önceliklendiririz. Yaşanan bir depremde yıkılan binalardan insanları kurtarmaya çalışırız, can ve mal kayıplarını en aza indirmek için çabalarız. Sokakta kaldıysak, sığınacak bir yerimizin olması en acil ihtiyacımızdır.
Ayrımcılık çok yaygın
Afetin akut olan bu dönemi geçtiğinde ise yeni sorunlar bizi bekler. Afet riskini azaltmayan uygulamalar nedeniyle, afete maruz kalmamızın kendisi bizzat hak ihlalidir aslında. Müdahale sürecinin ardından yeni hak ihlalleriyle karşılaşma olasılığımız da artar. Hatta afetler, ikincil afetler ve riskler de yaratır.
Afetler tüm dünyada yardımla birlikte anılsa da, aslında afetzedeler pek çok insan hakkı ihlali ile karşılaşıyor. Sadece kendi coğrafyamızda değil, tüm dünyada yaşanan afetlere baktığımızda benzer ihlallerin gündeme geldiğini görüyoruz. Afet yönetimi adı altında bu riskler öngörülüp engellenmediği sürece, ihlaller kadar ihlallerin etkileri de artıyor.
Bu konudaki çalışmalarda güvenlik ve emniyet eksikliği; toplumsal cinsiyete dayalı şiddet; temel ihtiyaçlara ve hizmetlere eşitsiz erişim ve de yardım sağlanırken ayrımcılık yapılması en yaygın ihlaller olarak gündeme geliyor.
Çocuklara yönelik istismar, ihmal ve çocukların sömürülmesi; ailelerin parçalanması ve özellikle çocuklar, yaşlılar, engelliler ile hayatta kalmak için aile desteğine ihtiyaç duyan diğer bireylerin yalnız kalması; kişisel belgelerin kaybolması ve yeniden elde edilmesinde çekilen güçlükler zaten kırılgan dorumumdaki bireyleri daha da kırılgan hale getiriyor.
Diğer ihlal yaratan durumlar ise yerinden edilmeyle bağlantılı gündeme geliyor. Zorunlu yer değiştirme; güvensiz yerlere geri dönüşe ve yeniden yerleştirmeye zorlanma durumları ortaya çıkabiliiyor. İstihdam ve geçim kaynağı olanaklarına eşit olmayan erişim ve mülklerin onarımı imkânlarının olmaması katmanlı ihlallere davet çıkarıyor. Tüm bu ihlaller yetersiz hukuki yaptırım ve şikayet mekanizmaları eşliğinde adil ve etkin bir yargı sistemine erişememe ile bir araya geliyor ve insan hakları ihlalleri en az afetler kadar yıkıcı olabiliyor.
Önemli 4 başlık
Peki, afetlerde insan haklarının korunması nasıl sağlanabilir? Birleşmiş Milletler Kuruluşlararası Daimi Komite (IASC) tarafından yayınlanan kılavuz ilkelere göre[1] bu hakları dört başlıkta değerlendirmek mümkün.
İlk olarak yaşam, güvenlik, fiziksel bütünlük ve tahliye durumunda aile bağlarının korunması ilkeleri sayılabilir. Bu hakların alt başlıklarında hayat kurtarıcı önlemler, özellikle tahliyeler; ailelerin parçalanmasına karşı koruma; doğal afetlerin ikincil etkilerine karşı koruma; toplumsal cinsiyete dayalı şiddet dahil olmak üzere şiddete karşı koruma; ev sahibi ailelerde ve topluluklarda veya toplu barınma yerlerinde güvenlik ve cenazelerle ilgilenmek bulunur.
Medeni ve siyasi haklardan olan bu güvenceler, afet sırasında ve afet meydana geldikten hemen sonra başta olmak üzere her daim gözetilmesi gereken haklardır. Bilhassa kişisel güvenlik ve fiziksel bütünlük hakkı, tüm afete müdahale sürecinde önemini korur.
İkinci grup haklarımız gıda, sağlık, barınma ve eğitime ilişkindir. İnsani yardım mal ve hizmetlerine erişim ve tedarik başlığı altında yeterli gıda, su ve sanitasyon, barınak, giyim, temel sağlık hizmetleri ve eğitim gibi hizmetlerin ve malların sağlanması bir zorunluluktur. Bu sosyal haklar, afetten sağ kurtulanların hayati olan insani yardımlara ulaşmasını sağlar.
Sadece afetlerin akut dönemlerinde değil, iyileşmeye doğru giden sonraki afet aşamalarında da bu hakların sağlanması gereklidir.
Üçüncü grupta konut, arazi ve mülkiyet, geçim kaynakları ve eğitim hakları düşünülmelidir. Bu gruptaki ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, akut dönem bitip iyileştirme çabaları başladığında bilhassa daha önemli olmaya başlar.
Son grupta ise belgeleme olarak ifade edebileceğimiz dokümantasyon; serbestçe dolaşım özgürlüğü; aile bağlarının yeniden tesisi; ifade, toplanma, örgütlenme ve din özgürlüğü ve de seçim hakları bulunur. Bu haklar, afetin iyileştirme aşaması ne kadar uzun sürerse o kadar önemli hale gelebilecek medeni ve siyasi haklardır.
Yaşadığımız afetleri anlık olup biten olaylar gibi düşünmemek gerekir ve sadece yardımlarla yaraların sarılması ne yazık ki mümkün değildir.
Çünkü insan hakkı ihlalleri, yaralarımızı daha da derinleştirir. Gerçek anlamda iyileşmek istiyorsak afetlere hak temelli yaklaşmalı ve bu yaklaşım ekseninde ilkeler belirlemeliyiz.
(ÖP/EMK)