Fotoğraf: Ordu/ AA.
Zaman algımız, kısacık ömrümüzde yaşadığımız deneyimle şekillendiği için, dünyada ve evrende meydana gelen olaylar söz konusu olduğunda, geçip giden zamanı gerçek anlamda kavramakta güçlük çekiyoruz.
Bir asırlık yaşam tanıklığını uzun ömür kabul ederken, evrenin milyarlarca yıllık geçmişini havsalamız almıyor.
Uzmanlara göre önümüzdeki süreçte iklim krizini önleyici adımlar atmazsak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen şu kısacık ömrümüzde bir yok oluşa tanıklık edeceğiz ne yazık ki.
İnanması ve hayal etmesi çok zor biliyorum ama insan eliyle gerçekleşen bu iklim değişikliğinin sonuçlarından bizlerin, hele de çocuklarımızın kaçması pek mümkün görünmüyor.
İklim değişikliği deyince hava durumu, küresel ısınma gibi şeyler aklımıza geliyor ve çoğu zaman sıcaklık artışı ile sınırlı bir anlayışımız var.
Çözüm klimayı açıp oturmak mı?
Havanın iki derece ısınmasını dünya çapında bir felaketten ziyade "artık yazlar çok sıcak geçecek" olarak anlıyor, çözümünü de sanki klimayı çalıştırıp evimizde oturarak bulacağımıza inanıyoruz.
Halbuki dünya sıcaklığının ortalama iki derece ve üzerinde ısınması, beraberinde hiç de hazırlıklı olmadığımız afetler, kuraklık, yoksulluk ve daha pek çok felaket demek.
Tıpkı hasta olduğumuzda ateşimizin iki derece yükselmesi gibi bir şey bu aslında. Nasıl ateşimiz çıktığında yüz yıkamak, klima açmak çözüm olmuyorsa, bu da benzer bir durum dünya için.
Peki, bu iklim değişimine hazırlıklı mıyız ve hepimiz bu değişimlerden aynı ölçüde mi etkileniyoruz?
Sadece şu yaşadığımız pandemi sürecine, artan sellere ve kuraklığa yakından baktığımızda bile altyapının yetersiz olduğu yerlerde yaşayanların, yoksulların, yaşlıların veya kadınların farklı biçim ve derecelerde etkilendiğini görebiliriz.
Çünkü her grubun iklim değişikliğine maruz kalma sıklığı, bu değişime duyarlılığı ve uyum sağlama kapasitesi farklı. Bunların toplamından oluşan etkilenebilir olma derecesi ise o grubun kırılganlığını yani direnç ve dirençsizliğini belirliyor.
İşte bu nedenle iklim adaletini sağlamak istiyorsak, iklim değişikliğine uyum politikalarını belirlerken her bir grubun içinde bulunduğu özellikleri dikkate almak ve iklim krizine karşı direnci arttırmak şart.
Bolivya ve Ekvador anayasası
İklim adaletini gerçekleştirmek adına attığımız adımlarda üç konuyu birlikte düşünmemiz gerekiyor.
İklim mevzuatı, iklim yargılaması ve iklim hesap verebilirliği. İklim mevzuatı konusunda insan ve çevre ilişkisi üzerine kurulu antroposantrik yaklaşım bir yandan devam etse de, diğer yandan Bolivya ve Ekvador Anayasası gibi örneklerle doğa merkezli ve ekosantrik küresel yeryüzü anayasacılığı tartışılmaya devam ediyor.
Daha yakınımızda Avrupa İklim Yasası ve Yeşil Mutabakat konusundaki gelişmeler oldukça önemli ve önümüzdeki dönemde iklim gündemini belirleyeceğe benziyor.
Türkiye'nin durumu nedir derseniz, bir müddettir sivil toplumu dışarda tutarak yürütülen İklim Kanunu çalışmalarının ne zaman tamamlanacağı belirsiz ve sadece çıkacak bir kanunla idarenin keyfi tutumuna son vereceğini söylemek zor.
Yüzyılın davası...
İkinci konu iklim yargılamaları. Türkiye yasal mevzuatı izin vermese de son zamanlar da uluslararası alandaki iklim davalarının sayısı gün geçtikçe artıyor.
Hollanda'da hükümetin, vatandaşlarını iklim değişikliğinin getirdiği tehlikelere karşı koruması gerektiği ilkesini öne çıkaran Urgenda Davası, Fransa'nın iklim değişikliğiyle mücadele ve seragazı emisyon azaltım hedeflerine ulaşma konusunda yetersiz kaldığını belirterek devleti kusurlu bulan Yüzyılın Davası, Almanya'da gelecek kuşakların haklarına vurgu yapan Backsen Kararı iklim yargılamaları konusunda olumlu sonuç alınan davalar olarak önümüzde duruyor.
Diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Portekizli altı genç aktivistin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 33 ülkeye karşı açtığı dava yargılaması başladı.
Mahkeme davanın öncelikli olarak ele alınması talebini kabul etti ve hükümetlere savunma yapmak üzere 27 Mayıs'a kadar süre tanıdı.
Bizler bu olumlu gelişmelere sevinirken, Avrupa Birliği Adalet Divanı Mart ayında 10 aile ve yerli Sami gençlik örgütü tarafından açılan ve dönüm noktası olarak nitelendirilen Halkın İklimi Davası'ndaki kararını açıkladı ve ne yazık ki Avrupa Genel Mahkemesi'nin kararını onaylayarak davayı usul yönünden reddetti.
Böylece ileriki zamanlarda iklim kriziyle ilgili yapılacak başvuruların önünü kapatmış oldu.
Davayı reddederken Divan'ın gerekçesi 1960'lı yıllara dayanan eski bir içtihattı.
Divan, kişinin belli bir durumdan başka kişilerin etkilenmediği şekilde etkilendiği hallerde bu davanın açılabileceğine atıf yaparak, söz konusu davada iklim değişikliği herkesi etkilediği için bireysel olarak bu davanın açılamayacağına karar verdi ve aslında haklar yönünden sınıfta kaldı.
İklim krizini anaakımlaştırmak
İklim krizinin etkileri somutlaştıkça ve bu etkileri günlük yaşamımızda deneyimledikçe iklim adaletini daha çok konuşur hale geleceğiz.
Çevre ve ekoloji alanında çalışırken bunu bir insan hakkı meselesi olarak ele alıp diğer haklarla ilişki içinde düşünmemiz ve çocuk, kadın, mülteci, yaşlı gibi kırılgan grup hakları konusunda düşünüp çalışırken iklimi ve etkilerini de hesaba katmamız gerekecek.
Her alanda iklimi kendimize dert edinip, iklimi anaakımlaştırmadığımız sürece, hak savunuculuğumuzun sürdürülebilir bir etkisi ve kazanımları olacağını düşünmüyorum.
İklim aktivizminin gelişmesi ile birlikte sadece mahkemeler değil, BM gibi uluslararası kurum ve yapılar da raporlarında ve kararlarında iklim adaletine yer vermeye başladı.
Geçtiğimiz günlerde BM Özel Raportörü, barışçıl toplanma ve örgütlenme konusunda hazırlamakta olduğu raporun iklim adaletini geliştirme odaklı olduğunu açıkladı. Özel raportör yaptığı çağrıda, devletin ve özel sektörün iklim savunucularını eko-terörist olarak damgalaması, barışçıl toplanma hakkını kriminalize eden kanunlar ve protesto yasakları gibi iklim aktivizmine yönelik baskı formlarına dikkat çekiyor.
Rapora katkıda bulunmak isteyen sivil toplum kuruluşlarının 30 Mayıs tarihine kadar katkı sunması mümkün ve ayrıntısına linkten ulaşılabilir.
İklim değişikliği var mıdır, yok mudur tartışmasını artık geride bırakmış durumdayız. İklim krizi bir gerçeklik, bizim gerçekliğimiz.
Kibrimizi ve her şeye muktedir olduğumuz yanılsamasını bir yana bırakıp faniliğimizi, mekân ve zamandaki küçüklüğümüzü kabullenmediğimiz sürece, bu iklim krizinin kaybedeni yine biz olacağız.
Doğamızı, dünyamızı ve yegâne yuvamızı kendi ellerimizle yok edeceğiz. İkizdere'de köylüler toprağı, suyu, doğası ve de yuvası için mücadele ederken sizlere soruyorum "Ha bu akan dereler denizlere dolacak, söylesene güzelim sonumuz ne olacak?"
(ÖA/PT)