Prof. Dr. Nusret Fişek'in Türk Tabipleri Birliği'nin yayımladığı "Kitaplaşmamış Yazılar 2" kitabının "Ana Çocuk Sağlığı, Nüfus Sorunları ve Aile Planlaması" bölümünde yer alan 1967'de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerine yaptığı konuşma metnini aynen yayımlıyoruz.
Düşükler, nedenleri bakımından üç gruba ayrılabilirler. Düşüklerin bir kısmı kendi kendine olur (spontan düşük). Bu tür düşüklerde kadın ya da bir başkası, çocuğun düşmesi için hiçbir şey yapmamıştır. Bir kısım düşükler ise, gebelik ya da buna bağlı komplikasyonlar anne yaşamını tehlikeye soktuğu için hekimler tarafından yapılır. Buna, kürtaj veya medical abortion denilir.
Diğer bir kısım düşükler ise istenmeyen gebeliklerin bile bile (kasten) sonlandırılması için gebe kadının kendi kendine yaptığı veya bir başka kişiye yaptırdığı düşüklerdir.
Başka kişi, bu işi bilen bir komşu kadın ya da kürtajcılığı gelir kaynağı yapmış uzman bir hekim olabilir. Bu tür çocuk düşürmelere, isteyerek düşük, kasten çocuk düşürme (criminal abortion, induced abortion) gibi adlar verilir. Bizim konumuz, isteyerek çocuk düşürmenin sosyal yönünü incelemektir.
Bir erkekle cinsel ilişkide bulunan bir kadının gebe kalma olasılığına karşı davranışı, durumuna ve yaşadığı kültüre göre değişik olur. Kimi toplumlarda evli bir kadının gebe kalmaması ve doğurmaması ayıp ve onur kırıcı bir durumdur. Kadının görevi çocuk yetiştirmekten çok çocuk doğurmaktır.
Bu davranışa köylerimizde ve özellikle doğu illerinde rastlayabiliriz. Kimi durumlarda ise kadın gebe kalmak istemez, fakat bunu Tanrının isteği sayar ve yazgısına boyun eğer. Daha gelişmiş kültürlerde ise kadın yazgısına başkaldırır. Gebeliği önleyici yöntemleri bilmediği ya da kullandığı yöntemin etkili olmaması nedeniyle gebe kaldığı taktirde, çocuğu ne bahasına olursa olsun düşürmeye girişir, hattâ intihar eder.
Bu da olmazsa doğurduğu çocuğu öldürür. Yaman Koray'ın "Encek dere" adlı öyküsü bu güdüyü iyi bir şekilde belirtmektedir. Ülkemizin doğum ve jinekoloji kliniklerinde, çocuğunu düşürmek için kadının yaşamını nasıl hiçe saydığını gösteren örnekler, toplumumuzda buna ait öyküler pek çoktur. Kültürün daha da gelişmiş olduğu toplumlarda, kadın ve erkek gebeliğin önlenebileceğini bilirler ve başarıyla uygularlar.
Doğumevleri kayıtlarına göre, ülkemizde kadınlar ortalama üç doğuma karşılık bir düşük yapmaktadırlar. Her yıl yaklaşık bir buçuk milyon çocuk doğduğuna göre, yıllık düşük sayısı beş yüz bin kadardır. Çocuk düşüren bu kadınlar arasında ekonomik durumu yerinde olanların tıbbi olanaklardan faydalandıkları kesindir.
Ne var ki, kürtaj yasal olarak yasaklandığından hem yaptıran kadın ve hem de yapan hekim bu durumu saklamaktadır. Çocuk düşürme yüzünden sağlığı ve yaşamı en az tehlikeye düşenler hekime kürtaj yaptıranlardır.
Buna karşın, bunlarda da ölüm ve kısırlıkla sonuçlanan komplikasyonlar görülür. Bu olanağa sahip olmayan kadınlar ise, çocuklarını düşürmek için akıl almayacak kadar tehlikeli yollara başvurmaktadırlar.
Kullanılan halk ilaçlarının bir kısmı ağızdan alınan (acı yonca, kınalı kinin ve maydanoz suları gibi), bir kısmı serviksten uterusa itilen (laminaria, kalem şeklinde kesilmiş sabun, kibrit çöpü, çıra, ebe gümeci kökü, bağ çubuğu, kunduracı çirişi, cam çubuk gibi) mekanik araçlardır. Çocuk düşürmede halk folklorunu incelemek isteyenler Dr.Necdet Erenus'un "Çocuk Düşürme" yazısından yararlanabilirler.
Ülkemizde köylerde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, her yıl beş bin kadar kadın çocuk düşürme nedeniyle ölmektedir. Fakir Baykurt'un 1958 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan "Aşırı Çoğalma" adlı öyküsü bunun acı örneğini verir.
Dr.Zekai Tahir Burak'ın istatistiklerine göre, Ankara Doğumevine kadın hastalıkları yakınmalarıyla başvuranların üçte birinin yakınma nedeni, eskiden yaptıkları düşüklerle ilgilidir. Çocuk düşürme bugün sadece ülkemizde değil, gelişmekte olan her ülkede -özellikle doğum kontrolünun yasaklandığı Güney Amerika ülkelerinde- büyük bir sağlık sorunudur.
Yasal engellemelerle istemediği çocuğa gebe kalan kadının çocuk düşürmesine engel olunamayacağını anlayan kimi hükümetler, örneğin Rusya, her isteyen kadına hastanede kürtaj olma hakkını tanımışlardır.
Çocuk düşürmenin niçin sosyal bir sorun olduğunu anlayabilmek için çeşitli kültürlerde çocuk düşürme hususundaki değer yargılarını bilmek gerekir.
Çocuk düşürmeye karşı Sovyetler Birliği'nin ve Vatikan'ın tutumu iki karşıt ucu simgeler. Lenin, kadınların, istemediği çocuğu doğurmaya zorlanamayacağını ve çocuğunu düşürmek için her türlü tıbbi yardımı almasının, koruma görmesinin en basit vatandaşlık hakkı olduğunu kabul eder.
Bu nedenle, 1936 yılına kadar Sovyetler Birliği'nde her kadın istediği anda ve bir ücret ödemeden istemediği gebeliği hastanede sona erdirmiştir. 1936 yılında bu uygulamaya son verilmiştir. Bu değişmenin yararı olmadığı, kadınların sağlıksız koşullarda düşük yaparak sağlıklarını tehlikeye attıkları gerekçesiyle 1955'de yine Lenin zamanındaki uygulamaya dönülmüştür. Bugün bütün komünist ülkelerde -Kızıl Çin dahil- kimi uygulama farklarıyla kürtaj serbesttir ve bir kadın hakkı olarak tanınmaktadır.
Japonya'da da durum aynıdır. Japon geleneklerine göre, 1603-1867 yılları arasında Tokugawa rejimi altında çocuk düşürme ve bebek öldürme (infanticide) suç olmadığı gibi günah da değildi. 1867 yılında çıkarılan bir yasa ile çocuk düşürme ve öldürme yasaklanmıştır. Çocuk düşürmeyi yasaklayan yasanın zararlarını gören ve nüfus planlaması için kürtajı geleneklerine aykırı bulmayan Japonlar, 1950 yılında kürtajı yeniden serbest bırakmışlardır.
Vatikan'a gelince, Katolikler, komünist ve kimi uygar ülkelerin aksine, değil kadının isteği üzerine, kadının yaşamı tehlikeye girse bile kürtajı günah saymış ve yasaklamışlardır. Tüm bu yasaklara ve dinsel baskı ve eğitime karşın, koyu Katolik olan Latin Amerika ülkelerinde gizli çocuk düşürme sosyal bir salgındır ve kadınlar üzerinde büyük yıkım yapmaktadır. Kilise, bu ülkelerde düşükle savaş için -inançlarının aksine olmasına karşın- kimi yöntemlerle doğum kontrolü yapılmasına göz yummaktadır.
İslam ülkelerine gelince, çocuk düşürmek İslam dininde günahtır. Ne var ki, Kuran'ın "Zorunluklar sakıncaları ortadan kaldırır" ve "Allah hiçbir şeyi insana zorluk olsun diye emretmedi" hükümlerine dayanarak, annenin yaşamı tehlikedeyse çocuk düşürmeye izin verilir.
Pakistan ve Mısır gibi kimi ülkeler, çocuk düşürme hususunda daha liberaldirler. Esas itibarıyla bu ülkeler de çocuk düşürmeyi suç ve günah saymaktadırlar. Yalnız, embriyonun çocuk sayılması için el, ayak ve başının belli olması, kan dolaşımının başlaması gerektiğini kabul etmektedirler. Bu duruma göre, 2-3 aylıktan erken gebeliklerde düşük yapmak, çocuk düşürme sayılmamaktadır.
Ülkemize gelince, dinsel inançlardan kaynaklanan kurallara ve 1926 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Yasasına göre, çocuk düşürmek ve düşürtmek suçtur. Bir kadının isteği olmaksızın çocuğunu düşürten kimseye 7 yıldan 12 yıla, kadının isteğiyle düşürtene 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilir (Madde 468). Bir kadın kendi isteyerek çocuk düşürürse 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası görür (Madde 469).
Bu maddelerde tıbbi zorunluklarla yapılan kürtaj, bir ayrı tutma olarak kabul edilmiştir. Yalnız, yukarda adı geçen yasanın 49.maddesinin 3. fıkrasına göre, bir kimsenin yaşamını kurtarmak için yapılan girişim, yasalara göre suç olsa da bunu yapana ceza verilemez. Hekimler 1965 yılına kadar bu olanaktan yararlanarak tıbbi nedenle kürtaj yapmaktaydı.
1965 yılında kabul edilen Nüfus Planlaması Hakkındaki Yasa, tıbbi zorunluklarda kürtajı kadın için bir hak ve hekim için bir görev yapmıştır. Bu yasaya dayanılarak 3 Temmuz 1967 tarihinde 12637 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe konan Tüzük, tıbbi kürtajı gerektiren durumları belirtmiştir. Bu tüzük, hekimin kararını sınırlayıcı olmaktan çok, hekimi yersiz iftiralardan kurtararak vicdani kanısına göre hareket etmekte serbest bırakmaktadır.
Çocuk düşürmenin dünya üzerinde -özellikle gebeliği önleyici yöntemlerin uygulanmasının yaygın olmadığı ülkelerde- büyük sorun olduğuna işaret etmiştim. Bu hususta doğruya yakın niceliksel bilgi ancak komünist ülkelerle Japonya'da vardır. Aşağıdaki Tabloda Japonya'da ve kimi sosyalist ülkelerde çocuk düşürme oranları görülmektedir:
Tablo- İsteyerek Çocuk Düşürme Oranları (baz bin canlı doğum)
Yıllara Göre Çocuk Düşürme Oranı | |||
Ülkeler | 1954 | 1959 | 1964_ |
Japonya | 82 | 68 | 51 |
Bulgaristan | 1 | 33 | 63(1) |
Çekoslavakya | 1 | 36 | 29 |
Macaristan | 7 | 101 | 140 |
Polonya | - | 11 | 23(2) |
Yugoslavya | - | 13 | 25(2) |
Sovyetler Birliği | |||
Büyük Kentler | 80 | 100 | - |
Köyler | - | 30 | - |
Komünist ülkelerde isteyerek çocuk düşürme nedenleri üzerinde de anketler yapılmıştır. Rusya'da 1958-1959 yıllarında kürtaj yaptıran köylü kadınların yüzde 45'i, kentlilerin ise yüzde 38'i belli bir neden göstermemişlerdir. Yeter sayıda çocuğu olduğu için kürtaj yaptıranların oranı yüzde 10'dur. Bakım güçlüğü nedeni ise köylülerde yüzde 26, kentlilerde yüzde 35'dir.
Batı ülkelerinde tıbbi kürtaj çok sınırlı olduğundan gizli kürtaj çoktur. Bu nedenle istatistikleri güvenilir değildir. A.B.D.' de gizli olarak yılda 330.000 düşük yapıldığı tahmin edilmektedir. A.B.D. ve İngiltere gizli düşükleri önlemek için tıbbi kürtaj endikasyonlarını genişletmek çabasındadırlar. Bu husus bu ülkelerde günün konusudur. Japonya ve komünist ülkeler de düşükle savaş için gebeliği önleyici yöntemleri halk arasında yaymaya çalışmaktadırlar .
Hekimlik yaşamınızda "çocuk düşürme" sorunuyla sürekli karşılaşacak ve karar vermede zorluk çekeceksiniz. Hangi olguya kürtaj yapılması gerektiği hekimler için zor bir deontolojik sorun olarak kalacaktır. Embriyo'yu canlı sayarak ve "yaşama son vermek deontolojik kural dışıdır" düşüncesiyle kürtaj yapmayan hekimin bu kararı annenin intiharına neden olursa ya da çevresinde üzüntü kaynağı olan sakat bir çocuk doğarsa kendisini vicdanen rahat hissedebilecek midir? (NF/NV)