* Söyleşiyi Zohrab'ın yakın dostu bestekar Bimen Şen'in (Dergazaryan) seslendirdiği bestesi de kendine ait bu şarkıyla okumaya davet ediyoruz.
Tarih 2 Haziran 1915.
Krikor Zohrab, Urfa-Diyarbakır yolunda öldürüldüğünde, cebinde şair, yazar, gazeteci, avukat ve mebus kimliği vardı.
İskambil oynadıktan sonra Talat Paşa'nın yanağına "veda busesi" kondurduğu günün akşamı tutuklanan Zohrab, sonunu bile bile yurtdışına kaçmayı reddetti.
Çünkü hak, hukukun bu coğrafyayı terk etmediğine inanıyordu; belki de Talat Paşa'nın fikrini değiştireceğini ya da zamanında evinde sakladığı arkadaşı İttihatçı Halil Menteşe'nin ölümünü engelleyeceğini düşünüyordu.
Nesim Ovadya İzrail'in "1915: Bir Ölümün Yolculuğu Krikor Zohrab"ı biyografi gibi görünse de merkezine Ermeni meselesini almış bir tarih kitabı.
Kitabı elinizden bırakamıyorsunuz; çünkü yarıda bölünmüş hayatı 500 sayfaya sığmayan Zohrab'la tanıştınız.
Zohrab'ı, tutuklandığı Taksim'deki evinin Gümüşsuyu Apartmanı (Azaryan) yakınındaki bir cafede, kitabın yazarı İzrail ile konuştuk.
"Meclisin her oturumunda adı geçer"
10 bin kişiye "dinimiz özgürlük" diye seslenen Krikor Zohrab, Osmanlıcılığın son savunucusu muydu?
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, bir dönem için Osmanlıcılık düşüncesi yayılmışsa da, ulusçuluğun yayılması daha öne çıkmıştır. İşte bu tabloda, mozaik Osmanlı Devleti'ni savunanlar giderek azınlıkta kalmışlar, bunda ısrar edenlerin de sonunda başları ezilmiştir, Krikor Zohrab da bunlardan biri. Onun ideali yüz yıl için toprak altına girmiştir. Ama bugün yeniden "Türkiyeli" olmak kavramı yaygın olarak konuşulmakta, yeni Türkiye anayasasının felsefesine temel olmaya namzettir.
Zohrab Meclis'te bir yandan tarım ilaçlarının zararlarından, bir yanda himayeci ekonomiden öte yandan savunma hakkından bahseder. Onu sevmeyenlerin "Meclisin bülbülü", sevenlerin "Meclisin en iyi hatibi" diye nitelendirmesinin nedeni bu muydu?
Zohrab, her şeyden önce mesleğinde çok başarılı, hitabeti çok iyi olan ünlü bir avukattı. Anlattığı konulara hâkim olması ve kıvrak zekâsı ile karşı tarafı ikna edebilecek bir kabiliyete sahipti. Tane tane ve gür sesiyle, Osmanlı Meclisi'nde konuşmaya başladığında, doğal olarak dinleyenleri etkisi altına alır ve tartışılan konuya bir yön verirdi. Zohrab, muhalefet olsun diye değil, çözüm üretmek için fikirlerini ifade ederdi. Hükümetin, milletin çıkarına aykırı bir teklifine karşı çıktığı gibi, doğru bir önerisi varsa da desteklemekten geri durmazdı. Adaletli bir mebustu. Dönemin meclis tutanaklarına baktığımız zaman, hemen hemen her oturumda adının geçtiğini görüyoruz.
"Herkesle ittifak yapmaktan çekinmezdi"
Sosyalist, liberal, İttihatçı, Taşnak, Zohrab bunlardan hangisiydi, ya da hepsi mi? O bir köprü müydü?
Militan, eylemci değil, entelektüel bir Ermeni aydını idi. Saydıklarınızın hepsinin olumlu yanlarına sahip çıkan bir çizgisi vardı. Her siyasi parti, grup ve düşünceye karşı kapısı açıktı. Bu özelliğiyle de, her çiçekten bal yapan bir arıya benzetilebilir. 1908-1909'de, liberal görüşlerin toplandığı Ahrar Fırkası dışında hiçbir partiye dâhil olmadı. Ama gerekli koşullarda herkesle de ittifak ve işbirliği yapmaktan çekinmedi. Buna devlet de dâhil. Bu özelliğiyle herkesin sevdiği bir kişilik gibi bir sonuç çıksa da, elbette sevmeyenleri de vardı.
O dönem için Meclis'te "kadınları erkekler iğfal eder" cümlesini söyleyecek kadar özgürlükçü müydü Zohrab?
Düşünsel gıdasını, özgürlükçü Batı'dan alıyordu. Mesela, Fransa'daki Dreyfus Davası'na Fransızca hazırladığı savunması ile taraf olmuştu. İçine kapanık Osmanlı toplumu içinde, dışa açık az sayıdaki aydından biriydi. Cinsiyet konularında batının normlarını, kısmen şeriat hükümlerinin uygulandığı, muhafazakâr Osmanlı toplumu ve meclisinde savunacak kadar da cesur bir aydındı. "Zohrab üzerine basılmamış yollara âşıktı" sözü, onun özgürlüğe olan tutkusunu çok iyi anlatır.
Zohrab niye Ermenilerin de askere alınmasını istemişti?
"Beraber yaşamak için, beraber ölmek lazımdır" sözü Zohrab'ın Osmanlıcılığını anlatan en anlamlı sözlerinden biridir. Her konuda, Osmanlı toplumu içinde yaşayan milletlerin eşitliğini savunurken, ülke savunmasında da eşitliği istemekten daha doğal ne olabilir? Asker olmak, subay olmak, devlet memuru olmak, kamu yönetiminde her seviyede görev almak ve söz sahibi olmak, eşit insanlar topluluğu olmanın en basit talepleridir.
"Devlet Ermenilere yapılanların teşvikçisiyidi"
Ermenilerin "eşit olmasını" engelleyen neydi?
"Milleti Sadıka" Ermenilerin en önemli sorunları Anadolu'daydı. Anadolu vilayetleri ve kırsalında yaşayan Ermeniler, aynı coğrafyada yaşayan Türk ve Kürt Müslüman komşuları tarafından sürekli rahatsız ediliyor, zor kullanarak mallarına, topraklarına el konuluyor, namuslarına el uzatılıyordu.
Bunun arka planında iki temel itici faktör bulunmaktaydı. Birincisi, Balkanlar ve Kafkaslardan geri çekilmekte olan Osmanlı Devleti ile beraber geri gelmek zorunda kalan Müslüman muhacirler. Küçülen devlet içinde bunlara yer açmak gereği ortaya çıkmıştı. Bunun da ancak, başkalarından, yani Ermeni ve Rumlardan açılacak yerlerle mümkün olacağı kabul edilmişti. İkincisi de, üretmeyen veya az üreten Türk ve Kürtlerin, daha fazla üreten Ermenilerin mallarına, topraklarına el koyması meselesiydi.
Devlet ne yapıyor bu esnada?
Devlet, tecavüzü yapanın yaptığını görmemezlikten geliyor ve kolluyordu.Tarafsız olması gereken devlet de adil davranmayınca, katliamların teşvikçisi ve uygulayıcısı durumuna geliyordu.
"1908'e kadar 50 bin Ermeni göçmüş"
Ermenilerin buna tepkisi ne oldu?
19. yüzyılın son çeyreğinde artan bu baskılar sonucunda Ermeniler yaşadıkları ve sahibi oldukları toprakları terk ederek İstanbul ya da yurtdışına göç ediyor. 1908'e kadar 50 bin Ermeni göç etmiş; bıraktıkları topraklar işlenmiyor ve diğerleri bunlara el konuyor. 1908'de meşrutiyetle ülkeye barış huzur geldi diye seviniyor ama toprağı gitmiş geri dönemiyor. Bu yüzden de el konan toprakların iadesi sorunu da ortaya çıkıyor. Devlet onların boşalttığı yerlere muhacir getirmiş. Hangi hükümet kendi yerleştirdiği muhacire çık diyecek; bugün de aynı sorun devam ediyor. Vakıflar meselesi, mal el değiştirmiş ama geri almaya çalışıyorsunuz.
Bir yandan da 80'lerin son yıllarında Ermeniler için siyasi örgütlenmeler başlıyor. Taşnak ve Hınçak Partisi kuruluyor. Onun birikimiyle devletin ve halkın zorbalığına karşı tepkili bir toplum ortaya çıkıyor.
Ermenilerin coşkuyla karşıladığı Meşrutiyetten bir yıl sonra Adana Katliamı oluyor. Zohrab ve diğerleri bu işin içinde İttihatçıların olduğunu anlayamıyor mu?
Ermenilere yönelik katliamlar her gün devam ediyor. Ama bunların en yoğun olduğu ilk dönem 1894- 1896 yılları arası, 200-300 bin kişi ölüyor. Sonra da 20 bin kişinin öldüğü Adana katliamı. İttihatçıların yönettiği ve önayak oldukları 1915 Ermeni Soykırımını bilen ve inceleyen bizler için, 1909 Adana Katliamını yapanları ve katılanları tarif etmek zor olmasa gerek. O dönemde de İttihatçıların olduğuna dair şüpheler var ama Ermeniler Meclis'te İttihatçılarla koalisyonda. Bu katliam da koalisyonun en güçlü olduğu zamanda oluyor. Zohrab da "Evet şüpheler var ama bizim güvenebileceğimiz İttihatçılardan daha iyi bir kesim yok" diyor.
"Reform sürecinde Ermeniler tek çatıda birleşir"
Ama sonunda İttihatçılardan umut kesilir, uluslararası destek talep edilir?
Osmanlı Devletinin uygulamaktan her zaman yan çizdiği Berlin Anlaşması'na uygun olarak, 1914'te Rusya ile yeniden imzalanan reform anlaşması, Ermeniler açısından ulaşılan en üst noktadır. Bu anlaşma hükümlerinin uygulanabilme şansı olsaydı, belki bugün tarihi çok farklı okuyor olacaktık.
Bu dönemin en önemli tarafı, her siyasi görüş ve sosyal tabakadan Ermenilerin, Osmanlı Devleti içinde ve uluslararası platformda, aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak, güç, eylem ve fikir birliği yapmaları. Milliyetçi siyasi partilerin (Taşnaksutyun, Hınçak gibi) etkinliğinin kontrol altına alınmış olması.
İttihatçılar ne der bu duruma?
Bu süreçte İttihatçılar, Ermeni sorununun reformlarla çözülmesi meselesine sıcak bakmışlarsa da, yabancı ülkelerin bu çözüm sürecine dâhil olmasından çok rahatsız olmuşlardır. Ama şunu da gözden kaçırmamak gerek, İngiltere, Fransa, Rusya da kendi çıkarlarına uygun görmediği dönem için Ermeni sorununa samimi biçimde sahip çıkmıyor.
İttihatçılar, bir yandan resmi olarak reform sürecindeki uluslararası görüşmelere katılırken, diğer yandan her vesile ile Ermenilere "bu konuyu aramızda konuşalım ve halledelim, yabancı devletleri bu işe karıştırmayalım" yaklaşımında bulundular, konunun doğru zamanda ele alınmadığı eleştirileri ile birlikte tehditler ilettiler. Bu tehditlerin ilerde vardığı boyutu, 1915 yılı Ermeni tehciri ve katliamı ile anlamak mümkündür.
"Savaşta Ermenilerin altta kalacağını biliyordu"
1. Dünya Savaşı'nda Ermeniler ne düşünüyordu?
Ermeni toplumuna hâkim olan hava, İtilaf Devletleri Fransa, İngiltere ve Rusya'ya güven ve savaşın uzun sürmeyeceğiyle birlikte genel bir iyimserlikti. Ermeni toplumunun en örgütlü siyasi partisi olan Taşnaksutyun'a hâkim olan hava aynı olmakla beraber, bir bölümü, bu kargaşadan Rus yanlısı özerk veya bağımsız bir Ermenistan çıkartma hesabı yapıyordu. Burada kişisel olarak şu noktaya işaret etmek istiyorum: Taşnaksutyun'un tamamı aynı görüşte değildi, ancak savaş ortamında aksini düşünenlerin sesi fazla çıkmamış veya çıkamamıştı. Ayrıca, İstanbul ve büyük kentlerin batıya yönelmiş ve muhafazakar kesimlerinde, Bağımsız Ermenistan hayalinden çok, İtilaf Devletlerinin savaşı kazanacağı ve bu ülkeler grubuna girmiş bir Osmanlı Devleti içinde yaşama hayalinin daha güçlü olduğunu düşünüyorum.
Ya Zohrab?
Zohrab, Dünya Savaşı'nın büyük bir altüst oluş olacağını görebiliyordu. Öncelikle savaş karşıtıydı ve savaşlardan herkesimin zarar göreceğini savunuyordu. Savaşın çıkması ile karamsar bir ruh haline girmişti. Kazanan taraf hangisi olursa olsun, devletlerin savaşması sırasında, Ermenilerin altta kalacağını, ezileceğini düşünüyordu. Yüzü gülen ve iyimser havada olan Ermenilerle karşılaştıkça, içten içe üzülüyor, bu fırsatta İttihat'ın Ermenileri bir avuç suda boğabilme imkânına kavuştuğuna dair düşüncelere dalıyordu.
"Savaş için Ermeni kadınları hastabakıcı olur"
Reform suya düşmüş, savaş başlamış, Ermeni askerlerin silahları alınmıştı. Zohrab bu süreçte neler yaptı? Yine köprü müydü?
Zohrab'ın Osmanlıcı yaklaşımı savaşın başlamasıyla da devam etti. Ülkenin sahiplerinden olarak, düşman karşısında tehlikede olan vatanı savunmak gerekiyordu. Ermeniler önce seferberlik çağrısına uyarak askere gitmeli, özel vergileri ödemeliydi. Ayrıca sivil Ermeniler ordu için yapacakları maddi ve manevi fedakârlıklara katılmalıydı. Patrikhane önderliğinde Ermeniler topladıkları paralarla ordu için bir seyyar hastane bağışladılar. Şehirlere gelecek yaralı askerlerin tedavi ve bakımında görev almaları için Ermeni kadınları için gönüllü hastabakıcılık kursları açtılar. Zohrab'ın yapılmasına önayak olduğu işler bunlardı. İstanbul'daki 24 Nisan 1915 operasyonundan sonra, Dâhiliye Nazırı Talat Bey'i makamında ziyaret eden Ermeni heyetinin içinde yer alan Zohrab, "asıl böyle zamanlarda devlet ve millete hizmet etmesi gerektiği" halde, bunu başaramama talihsizliğinden bahsediyordu.
24 Nisan neden Ermeniler için sembol?
24 Nisan'da bir gecede 250 aydın tutuklanıyor. Denebilir ki 1 milyon kişi ölmüş, ne var ki. Ama buradaki amaç o toplumun beyin takımını tutuklayarak toplumu düşünemez, karşı çıkamaz hale getirmek. Ve ileride bu olayları dünyaya anlatacak kesimi yok etmek demek.
Tehcir süresinde İttihat karar verici, Teşkilat-ı Mahsusa uygulayıcıydı diyorsunuz, ne demek bu?
Teşkilat'ı Mahsusa, Enver ve Talat'ın kurduğu ordunun yan kuruluşu; bugünkü Jitem. Düşmanla cephe gerisinde kurulduğu söylenen bir örgüt. Anadolu'da tehciri örgütleyen bir hale geliyor. Yerel çeteleri, çapulcuları, aşiret çetecilerini organize ediyor.
"Taşnakçılar bile İttihatçı 'dost'larının duracağını düşünüyordu"
Ve Zohrab diğer Ermeni mebus Vartkes Ohannes ile birlikte tutuklanır, son günlere kadar "yurtdışına kaçma" tekliflerini reddeder, niye?
Ermeni entelektüelleri, siyasileri, İttihatçıların Ermeniler üzerinde almaya başladıkları önlemlerin varacağı boyutu tahayyül bile etmekten çok uzaktılar. Taşnaksutyun önderleri dahi, 24 Nisan'da tutuklandıklarında, bu eylemin bir sınırı olduğunu, daha düne kadar sarmaş dolaş oldukları İttihatçı "dostları"nın bir yerde duracaklarını düşünüyorlardı.
Zohrab da ayrıca hukukçuydu ve kanunlara karşı özel olarak inancı vardı. Kaçmak için önce kendisinin bir suçu olduğuna inanması gerekiyordu. Gönderildiği Diyarbakır Askeri Mahkemesinin kanunsuzluk konusunda karnesinin iyi olmadığını bilmesine rağmen, yine de karşısında bir kanun insanı bulacağını ve kendi suçsuzluğu konusunda onu ikna edeceğini düşünüyordu. O günlerde hak, hukuk, kanun denen şeylerin bu coğrafyayı terk etmiş olduğunu düşünmesi mümkün değildi. (NV)
* Nesim Ovadya İzrail kendisini şöyle anlatıyor: "500 yıl önce İspanya'dan Türkiye'ye gelen Sefarad Yahudilerindenim. Annem babam 1948'de İsrail'e göç etmiş. Ablam ve ben Kudüs'te doğduk. Bir yaşındayken İstanbul'a geri döndük. İnşaat Fakültesini bitirip, yüksek lisans yaptıktan sonra inşaat sektöründe çalıştım. Şimdi emekliyim."
* Nesim Ovadya İzrail, 1915 Bir Ölüm Yolculuğu/ Krikor Zohrab, Pencere Yayınları/ Anlatı dizisi, İstanbul, 2011, 520 sayfa.