“Üniversiteye kadar İç Anadolu’da Kırıkkale’den çıkmamış biriydim. Ben insan hakları kavramıyla üniversitede sivil toplum kuruluşlarında tanıştım.
Bu sebeple de birçok şeyle önce kendim yüzleştim sonrasında da bu yüzleşmenin başkalarının da hayatlarında olabileceği üzerine mücadele ettim…”
Ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele eden kişi Çağlar Karakış. Sözünü ettiği sivil toplum örgütü de Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG).
TOG, daha çok üniversitelerde örgütlü ve gençlerin bir arada iş yaptığı hak temelli bir sivil toplum örgütü.
TOG’dayken de nefret söylemleri ile mücadele eden Karakış’la o sıralarda tanıştık, “Toplumsal Barışın Açmazı: ‘Nefret Söylemi ve Linç’” isimli kitabı yayınlanınca da söyleşi için uzun yıllar sonra tekrar bir araya geldik.
Peki, kitaba dahası kutuplaşma, nefret söylemleri ve ayrımcılık sorunlarına dair neler konuştuk? Çözümde hangi noktalarda uzlaştık?
Çağlar Karakış anlatıyor.
Bu kitabı hazırlamak nereden aklınıza geldi?
Türk milliyetçisi, dindar, muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Nefret söylemi ve linç konusunda oldukça teferruatlı yaklaşılması gerektiğinin ihtiyacının çok net farkındayım.
Bu sebeple de özellikle hayatım boyunca sivil toplumda nefret söyleminin ve linç olaylarının yaşanmaması için projeler ürettim. Ben biliyorum ki pek çok insan nefret söylemi gibi kendilerince “masumane” sözlerin insanların yaşamına sebep olacak bir noktada olduğunu göremiyorlar.
Bu kitabı bu konuyla alakalı olan çalışan insanlardan çok, belki de ilk defa bu kitap vasıtasıyla güldükleri eğlendikleri espri konusu yaptıkları şeylerin hayatın bir noktasında başkasının yaşamını kaybetmesine nasıl sebep olduğunu görmeleri için hazırlamak istedim.
Yani bunun sadece akademik düzeyde bir konunun ortaya konması değil, benim ve benim gibi hayatının belirli bir döneminden sonra başkalarının, ötekilerin ya da farklılıkların olduğunu daha yakından idrak eden insanların bakacakları bir kaynak olmasını istedim.
“Linçlerde hepimiz sorumluluk hissetmeliyiz”
Hangi vakalara odaklandınız? Neden bu vakaları seçtiniz?
Konu seçimi benim için çok önemliydi çünkü resmi ortaya koyabilmek için o konuyla alakalı renkleri bulup seçmek gerekiyordu. Kitapta nefretin mağdur ettiği 5 kişi var, sera işçisi İbrahim Çay, siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu, Akademisyen İbrahim Kaboğlu, Akademisyen Baskın Oran ve Gazeteci Hrant Dink.
Öncelikle iki kişi; bir tanesi dünyanın en korunaksız insanlarından biri Fethiye’de seracılık yapan İbrahim Çay diğeri ise Türkiye’nin belki de dünyanın da en iyi korunan insanlarından birisi olan ana muhalefet partisinin de genel başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Bu iki ismi seçmemin sebebi kimliğin yani nefret söylemi ile beraber o düşmanlaştırma, "bu kişi senin düşmanındır" algısının nasıl iki birbirinden çok farklı insanın kaderini ortaklaştırdığını ortaya koymaktı. Bunu ortaya koyarken de duyguları da ortadan kaldırmamaktı.
Yani Kemal Bey'in lince maruz kalması benim için çok üzücüydü ama ailesi için hepimizin canlı yayında izlediği görüntüler nasıl takip edildi? Bazen biz kaçırıyoruz ama izlediğimiz duyduğumuz şeyler çoğu insanın hayatlarının sonuna kadar unutamadıkları hadiselere dönüşüyor. Ben bunu 23,5 Hafıza Merkezini bana ve Ömer Faruk Gergerlioğlu Bey'e gezdirirken çok değerli Rakel Dink’te gördüm. Beni en çok üzen hadiselerdendir sevgili Hrant’ı kaybedişimiz.
Ancak ne olursa olsun hiçbirimiz Rakel Hanım gibi bakamayız. Olay oldu, 19 Ocaklarda yılmadan anıyoruz ama belli ki ailesinin halen yüreğinde ateş sönmüyor. Bunun en büyük sebebi de adaletin yerini bulamaması.
Nasıl Cumartesi Anneleri kemiklerin peşine düşmüş ve başında dua edilecek bir mezarın olmasının önemini anlatıyorsa bu olaylar da kitapta spesifik yer alan bu 5 kişi dışında Maraş’ta, Çorum’da Sivas’ta 6-7 Eylül’de hayatını kaybedenlerin torunlarında da benzer adalet beklentileri var. Bu yaşananları sadece üzücü olarak nitelendirmek olmazdı.
Şunu demeliyiz: “Ben bu linç vakalarında bizzat yoktum doğru, ama unutmamalıyım ki benim sessizliğim de bu insanlara cesaret oldu.” O sebeple hepimiz oranınca bu yaşananlardan mesuliyet hissetmeliyiz. En azından ben, benimle aynı dindar alanda olduğunu iddia edenlerin yaptıkları bu barbarlıkta payımı görüyor ve özür diliyorum.
"Kemal Bey çok naif biri"
Kemal Kılıçdaroğlu’na kitabı götürdüğünüzde ne tepki verdi? Nasıl karşıladı?
O anı hiç unutmuyorum. Tam çıkmak üzereydik ve kendisine CHP Genel Merkezindeki odasında takdim ettim. Sonra durdu ve tekrar koltuğuna oturma ihtiyacı duydu. Kitabın sayfalarını karıştırdı. Kameralar dışında tanıyanlar bilir ki Kemal Bey çok duygusaldır.
Kendisine ya da partisine oy vermemiş olan insanların yaşadıkları mağduriyetlere asla kayıtsız kalmaz. Bir konuyu iletirsiniz ve muhakkak o konuda bir vekilini konuyu araştırması için görevlendirir.
Bu sebeple hani bahsetmiştim ya benim için üzücü bu olay kim bilir kaç gece Kemal Bey'in uykusunu kaçırdı kaç kere tekrar tekrar bunları yaşadı.
Burayla alakalı değil ama bu kitabı kaleme almış birisi olarak bu kadar naif ve farklı kesimleri düşünen birinin liyakatinden dolayı değil, kimliği dolayısıyla layık görülüp görülmemesi ne kadar doğru bir yere parmak bastığımı gösteriyor.
İsterim ki Kemal Bey'i değerlendiren insanlar bu özelliklerini bilsinler özellikle yılların demokratları ona göre yorum yapsınlar isterim.
"Linç yapanlar 'karıncayı bile ezmedi' diye tarifleniyor"
Nefret söylemi konusunda gözlemleriniz neler?
Nefret Söylemi kanser gibidir. Bunu üreten hücreler aile, çevre ve eğitim ile vücudumuzda dolaşıyor. İbrahim Çay’a saldıranlar komşularıydı. Yani belki birbirlerinin düğünlerinde cenazelerinde yan yanaydılar.
Sonra bir anda unutulmaz görüntüler ortaya çıktı. Nefret Söylemi ateşin çıktığı yer. Linç vakalarında olan insanları tarif edenler “karıncayı bile incitmez insandı” diye tarif ediyor.
Bu sebeple kötülüğün maalesef o sıradanlığını unutmamak gerekiyor. Örnek vermeyeceğim ama ırk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim vd her türlü farklılıkla ilgili nefret söylemleri rahatlıkla kullanmak sonrasında bu linç vakalarını ortaya çıkarıyor.
Deniyor ki bu linç vakası kedi konusunda anlaşmazlık olmuş, mülteci çocuğu dövmüşler ama oyuncak için tartışmışlar. Hepimiz şunu bilelim yumruğu sıkan nefret söylemi yumruk attıran durum ya da olay farklı şeyler olabilir. Bizim çok basit şekilde saydığım farklılıklar gerekçesiyle kimseye zarar veremeyeceğimizi kabul etmemiz gerekiyor.
Bu sebeple de Türkiye’de nefret söylemleri aile içinde sosyal medyada bu kadar kolay kullanıyorken ben maalesef Allah korusun ama öncelikli mülteciler konusunda bir linç olayına gebe olduğumuzu düşünüyorum. Bunu hafife almadan farklılıkların bir arada yaşamı toplumsal barış konularında adım atılsın isterim.
Bir de yeni bir linç yöntemi sosyal medya ile hayatımıza girdi. Burada linç edip fiziki olarak öldürmüyosunuz ama eski tabirle simit bile satamaz hale getiriyorsunuz.
Kitabımda da işledim Sayın Füsun Demirel samimiyetle bir şeyler söyledi ve neler yapıldı. Daha yeni yeni iş bulabiliyor gördüğümüz kadarıyla. Bu da KHK’lılar yine hakeza bu linçlerle sivil ölüme maruz bırakıyor maalesef.
Bu nefret söylemi sorunu Türkiye’de nelere yol açıyor sizce?
Kitabımın ismini özellikle “Toplumsal Barışın Açmazı: Nefret Söylemi ve Linç” koydum. Eğer bu konuda ilerleme olmazsa toplumsal barış sağlanamaz.
Açıkçası mercimek kadar ders almıyoruz. 6-7 Eylül’den ders çıkarılsa 1978’de Maraş olmazdı. Maraş’tan ders çıkarılsa 1980’de Çorum olmazdı ve sonra Sivas Madımak olmazdı. O kadar ders almadık ki bunlardan bugün hala Cumhurbaşkanı Alevi mi Sünni mi olsun diyoruz. Bu tartışmanın sanki insanları diri diri yakmaya kadar götürdüğünü görmemişiz gibi. Son zamanlarda bu kutuplaşmalar daha da derinleşti.
Artık daha çok insanlar kendi gettolarında vakit geçiriyor. Bu durumda toplumsal patlamalara alan açıyor. Kendim için de söylüyorum.
Eskiden benim gibi düşünmeyen daha fazla arkadaşım vardı, bununla da çok övünürdüm, artık bu çok azaldı. Akrabalar arasında bile farklı düşünenler arasında bu iletişim maalesef neredeyse sıfıra indi.
Bir gruba ayrımcılık uygulamanız için önyargınız artı gücünüzün olması gerekir. Gücününüz yoksa ayrımcılık uygulayamazsınız ya da zaten önyargınız yoksa ayrımcılığın oluşma durumu yok. Bugün görüyorum ki pek çok ayrımcılık gören grup (elbette hepsi değil) sopanın yani gücün yarın kendi ellerine geçmesini bekliyor. Enerjimizi birlikte daha iyi bir yaşam için harcamamız gerekir. Hepimiz bunun farkında olmalıyız.
Bu konuda acil olarak atılması gereken adımlar neler sizce?
Öncelikle bu sadece sivil toplum ya da siyasetin konusu değil. Bu konuda öncelikle hepimizin bir irade koymamız gerekir. İnsan hakları kültürünün bu ülkenin her kesimden insanı için içselleştirilmesi gerekir.
Unutmayalım bu bela sadece bizim değil en demokratik ülkelerin de belası. Sürekli bu konuda ayık olmak ve nesillerimizi bu konuda farkındalığını artırmak lazım. Kulağı çınlasın yasama sürecinde Sayın Selahattin Demirtaş linç konusunda bir kanun teklifi vermişti. Şu anda da komisyon gündeminde olan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun da bir kanun teklifi var. Yani sivil toplum insanlar arasında teması sağlayacak siyaset toplumsal barışı teşvik edecek buna uymayanları gerektiği gibi cezalandıracak yasama çalışmaları yapacaktır.
Görüyorsunuz mahkeme kararlarını…
Kemal Beye saldıran ölümüne sebep olabileceği ortak kanaat olan kişi ödül gibi ceza alıyor. İbrahim Çay kararı yeni AYM’de bozuldu. İbrahim Çay Yargıtay dâhil olmak üzere neredeyse dayak yemesinden sorumlu tutuldu.
Bu yaptığım yanıma kar kalacak anlayışı yapanların sözde kahraman gösterilmesi çok derinlerde kırılmalara sebep oluyor bunun da altında herkes kalır sadece bir grup değil.
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Kitapta herkesin bilmediği önemli bir ayrıntı var. İncelediğimiz davalardan biri de şu an CHP Milletvekili olan Sn. İbrahim Kaboğlu ve yine bu dönem İYİ Parti Milletvekili olan Sayın Fahrettin Yokuş hakkında AİHM’de neticelenen davası.
Bu dava ifade özgürlüğü üzerinden karara bağlandı ve bu iki Milletvekili Millet İttifakı içerisinde ister yakın ister uzak beraber çalışıyorlar. Yani hala umut var. Hegomonik kesim kendi iradesi ile gücü kendine göre azınlıkta olan gruba verecek.
Şiddet içermeyen he konuyu rahatlıkla konuşacağız. Başka şansımız yok. Bu olmadığı müddetçe insanlar bir arada olamaz. Çok söylerim “herkesin bir ötekisi” var maalesef.
Bir gruba en demokratik çizgide olabiliyorken maalesef bir başka gruba cellat kesiliyor insanlar. AİHM ifade özgürlüğünün” rahatsız edici şok edici duruma karşı korunmasını” söylüyor. Bu önemli bir çıta.
(EMK)