Yunan mitolojisi doğa ile ilintili olan kadını belli yönlerden kutsarken belli yönlerden de kötücülleştirilir. Mitolojide kadın doğurganlığı ile bolluk ve bereketi temsil ederken aynı zamanda baştan çıkarıcı ve ‘eksik’ olduğu söylenerek lanetlenir.
Yunan mitolojisinde kadının temsiliyetini İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi Doç. Dr. Serap Yüzgüller ile konuştuk.
Yunan mitolojisinde doğanın ve yeryüzünün dişil, gökyüzünün ise eril olarak ayrıldığını söyleyen Yüzgüller, bu ayrım ile birlikte mitolojinin kadını, doğanın döngüsünü sağlayan olarak gördüğünü söylüyor.
Yüzgüller, eril-dişil ayrımının tanrısal düzlemden dünyasal düzleme gelmesi ile kadının iktidar talep eden bir varlığa dönüştüğünü ifade ediyor.
“Dişil nitelikleri olan tanrılar ikinci sınıf görülüyor”
Yunan mitlerinde kadının konumunu Yüzgüller şöyle açıklıyor:
“Yunan mitlerinde ve Roma’da doğa ile ilintili olan tanrıların bir süre sonra etkin olmaktan çıkarıldığını görüyoruz. Dionysos gibi mesela. Bir eril Dionysos ama insan doğasına en yakın olan, Olimpos’ta oturmayan, hep yeryüzünde olan, kadınların erkeklerle eşit bir şekilde esrime haline kavuşmasını sağlayan bir tanrı.
"Ama Roma’da sadece şarabın tanrısı muamelesi görmeye başlıyor. Roma bir imparatorluk olduğu için askeri ideolojiye sığmıyor Dionysos’un anlayışı. Kaos-düzen karşıtlığı üzerinden Dionysos kaosu, Apollon düzeni temsil ediyor ve dolayısıyla erilin içinde bile daha dişil nitelikleri olabilecek tanrıların ikinci sınıf tanrılar olmaya başladığını görüyoruz. Bu kadının konumunu da tanımlayan bir şey aynı zamanda.”
İyileştirebilenin öldürebileceği inancı
O dönemde kadının otları tanıdığını, neyin şifa verip vermediğini bildiğini söyleyen Yüzgüller, şifa verenin, iyileştirenin aynı zamanda öldürebileceği ikiliğini eril dünyanın çok kullandığını belirtiyor.
Gecenin tanrıçası olan Hekate örneğini veren Yüzgüller, mit yazarları farklı yorumlarda bulundukça şu anlayışın geliştiğini söylüyor:
“Gecenin tanrıçası ise karanlığın da tanrıçası, karanlığın tanrıçası ise kötülük ondan bilinmeli. Büyü de yapar. Gece vakti, dünyadaki kötülükleri besleyen bir takım eylemlerde de bulunur.”
İbrani mitinde pagan inancından çıkmış bir karakter olan Lilith’ten söz eden Yüzgüller, Lilith’in hikâyesini şöyle anlatıyor:
“Tanrı, Âdem ile Havva’yı yaratmadan önce hem Âdem’i hem bir kadını yaratıyor. Fakat mite göre kadını çer çöpten yaratıyor. Ve sonra onları kendi haline bırakıyor. ‘Burası cennet bahçesi, burada bu ağaca dokunmayın’ gibi yasaklar yok. Ama sonra Âdem ile Lilith’in yaşadığı cinsellik Lilith’te bir sorun teşkil etmeye başlıyor çünkü hep aynı şeyin olduğunu söylüyor. Dolayısıyla ‘Ben böyle olmasını istemiyorum. Daha farklı da olabilir’ diyor ve aslında tarif de ediyor. ‘Niye ben hep altta kalanım’ diyor. Sonra Âdem de ağlayarak tanrıya gidiyor ve Lilith’in ona isyan ettiğini söylüyor. Bu esnada zaten Lilith çekip gitmiş.
Tanrıya baş kaldıran kadın: Lilith
“Gittiği yerde Kızıldeniz’in cinleri ile birlikte olduğunu yazıyor İbrani mitleri ve kötücül varlıklar dolayısıyla Lilith’ten doğmuş oluyor. Lilith terk edip gidiyor ama Tanrı üç meleğini yolluyor gelsin diye. Burada çok önemli bir şey var. Tanrının üç meleğine de ‘hayır’ diyor Lilith. Bir taraf seçiyor ve bu tanrının karşısı. Eril-dişil karşıtlığı daha o hikâyede doğmuş oluyor. Âdem ile Lilith üzerinden değil, tanrı ve Lilith üzerinden. Yani, tanrıya baş kaldıran bir dişi oluyor.
“Geri dönmediği için tanrı Lilith’in doğurduğu tüm çocukları öldürüyor. Lilith de ‘Âdem’in soyundan gelecek her erkek çocuğuna musallat olacağım’ diyor. Onun için Yahudi geleneğinde çocuk hemen sünnet edilir. Lilith ona musallat olmasın diye. Sünnetsizken özellikle korunmadığı gibi bir düşünce var. Aslında bu da bir ritüeli sürdürmek için çok güzel bir emniyet supabı. O sünneti devamlı kılıyor bu düşünce.”
Yüzgüller, Lilith ile “femme fatale” kadının ortaya çıktığını söylüyor ve Lilith’in sonrasında “şeytanın eşi” muamelesi gördüğünü belirtiyor.
“Cadı avı sadece Ortaçağ’da yaşanmadı”
Cadı avı hakkında konuştuğumuz Yüzgüller, cadı avının sadece Ortaçağ’da yaşanan bir mesele olmadığını, 16-17-18. yüzyılda yani aydınlanmanın, hümanizmanın ortaya çıktığı zamanlarda da cadı avlarının yaşandığını söylüyor. O sebeple “Ortaçağ’da cadı avı” denmesinin yanlış olduğunu belirten Yüzgüller, Ortaçağ’da cadı kimliğinin oluşmaya başladığını söylüyor.
O dönem kilisenin bir cadı yaratma sebebi konusunda araştırmacıların uzlaşamadığını söyleyen Yüzgüller şöyle açıklıyor:
“Birinci sebebi, Batı zaten bir kriz yaşıyordu. Neydi o kriz? Buzul dönem yaşadı, tarımla ilgili ciddi sorunlar vardı. Bu, ekonomik krize yol açtı. Ayrıca, veba gibi bir bela vardı başlarında. Ve ciddi insan ölümleri oldu. O veba Apollon’un okları ile gelmiyordu. Peki, nereden geliyordu? Buna kilisenin bir yanıt vermesi gerekiyordu. O da ‘Şeytanın çağı. Şeytan şu anda bütün dünyayı yönetiyor ve dolayısıyla bizim daha da tedbirli, daha da ritüelimize sarılır bir hale gelmemiz lazım’ diyor. Sistem işliyor ve bir günah keçisi aranmaya başlanıyor.
“Bu noktada Katar hareketi ciddi bir sıkıntı. Katar hareketinin kilise açısından en büyük sorunu, kadın ve erkeğe eşit bakması. Örneğin, kadın din insanların olabilmesi, kadınların da ayin yönetebilmesi. Katolik kilisesinde bu, bugün bile çok zor. Bir kadının kilisede rütbe alması çok zor.
“Başka sebepler de var. Kadınlar, örgütlenmeye başlıyor bu dönemde. Bu örgütlenmenin içinde zengini, fakiri, yaşlısı, genci her türden insan var. Özellikle zengin olanları da aralarına katmaları büyük bir risk oluşturuyor. Bütün bunlar aslında bir ötekiyi tanımlarken bunu bir cinsiyetle tanımlamaya doğru götürüyor.”
Papalık fermanları: Kadın kötücüllüğünü bulaştırabilir
Papalık fermanlarında “Kadın cinsiyeti eksiktir ve erkeğe de kötücüllüğünü bulaştırabilir” yazdığını söyleyen Yüzgüller, bu fermanlardan sonra “cadı” kavramının yaratılmaya başlandığını söylüyor.
Cadı kimliğini yarattıktan sonra kilisenin bu cadıları yok etmek için engizisyon mahkemelerini kurduğunu söyleyen Yüzgüller, mahkemede kadınların şeytan ile cinsel ilişkiye girmekle, gece uçuşları ve büyü yapmakla suçlandıklarını belirtiyor.
Yüzgüller, Hıristiyan kültürünün kadınlara bir tercih yapmayı dayattığını söylüyor: Cadı mı olacaksınız yoksa Meryem gibi mi olacaksınız?
Kadının ötekileştirilmesinin kadim bir mesele olduğunu ekleyen Yüzgüller, kadının günah ile özdeşleştirdiğini ve günahı temizlemek için kadınların katledildiğini söylüyor ve ekliyor:
“Su deneylerinde kadını domuz bağı ile bağlayıp suya atıyorlar. Kadın eğer suya batarsa günahsız demek. Ama ölüyor zaten battığı için. Su üstünde ise o halde cadıdır. Bu sefer yakarak öldürülüyor. Kadın her iki koşulda ölüyor zaten. Bu baya bir yok etme operasyonu aslında.”
Batı kodlamalarında iyinin güzel, kötünün çirkin tasvir edildiğini belirten Yüzgüller, cadı ve azizelerin işkenceye uğramasına rağmen cadının işkence izleri ile çirkinleştirildiğini, azizelerin ise bu izlerle kutsallaştırıldığını söylüyor.
Yunan dünyasında güzeli temsil edenin erkek olduğunu söyleyen Yüzgüller şöyle anlatıyor:
“Güzelin tam karşılığı ideal erkek vücududur. Zaten aşk da erkek ile erkek arasında yaşanır. Eğer mecbursan kadındır aşkın öznesi. Kadın imgesinin güzel ile birleşmesiyle uzanan çıplak bir kadın imgesi türüyor. Bu Afrodit ile başlayan bir hikâye. Fakat zamanla Afrodit olmaktan çıkıyor ve daha sıradan bir kadın da uzanan bir çıplağa dönüşüyor.
“Bir yandan ideal güzellik anlayışı kadınla yansıtılıyor ama o kadın da aslında eril olanın seyirliği olan bir kadın. Bir imge olarak erkeğe teşhir ediliyor. İzleyicisi erkektir, kadın değil. Özellikle 18. Yüzyılda erkeklerin toplantı odalarında daha çok bu kadın imgelerini kullanıyorlar. Sohbetleri bittiğinde ya da aralarında sıkıldıklarında arada baktıkları bir imge o.” (EA/EKN)