Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, cinsel istismara karşı hazırlanan kanun tasarısında “hadım” olarak bilinen uygulamaya karşı açıklama yayınladı.
Dernek, cinsel istismarın hastalık olmadığını, “hadım”ın şiddeti yok etmeyeceğini ve tıp etiğine de uygun olmadığına dikkat çekti.
“#Yasakoyucuhekim olamaz” etiketiyle de sosyal medyada bir kampanya başlattılar. Kampanya kapsamında yayınlanan videolarda
Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik, 26 Şubat 2016’da Resmi Gazete’de yayınlanmıştı. Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması için dava açtı. Dosyayı inceleyen Danıştay 10. Dairesi Ağustos 2017’de ışığında yönetmeliğin 7/1. maddesinin yürütmesinin durdurulmasına oy çokluğuyla karar verdi. Konu, 9 Nisan’da Meclis’e sunulan “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda tekrar gündeme geldi. Tasarıdaki madde şöyle: “Cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki suçlarından dolayı mahkum olanlar tahliyeden üç ay önce başlamak üzere, tahliyeden beş yıla kadar, cinsel isteğin ilaçla baskılanmasına yönelik tedbire tabi tutulmaya uzman raporu üzerinden infaz hakimi tarafından karar verilebilir. Bu tedbir, tıbbi gereklilere uygun olarak yerine getirilir ve infaz hakimi tarafından yılda bir defa değerlendirilir, gerektiğinde sonlandırılabilir.” |
şöyle sesleniyorlar:
“Cinsel istismar hastalık değildir. Tıbbi müdahaleyle cezalandırma kabul edilemez. Çocuklara yönelen cinsel suçların kaynağı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve öğrenilmiş erkekliktir. Cinsel şiddetle mücadele yeni hak ihlallerine sebep olmadan, uluslararası normlara uygun biçimde yürütülmelidir. Yasa koyucu beden bütünlüğüyle namus anlayışı çerçevesinde ilgilenirken kadınların insan haklarını gözden çıkarmamalıdır.”
“Cinsel istismar hastalık değildir”
Dernek, tasarıdaki maddeye karşı şöyle diyor:
“Ataerkil düzende erkeklerin arzuları cinsel ahlakı belirlemekte, ataerkil bakış açısıyla alınan önlemler, suçlardan etkilenen bireylerin korunması ve güçlendirilmesini ikince plana atarak faili tedavi etmeye yönelmekte, böylelikle cinsel suçların kültürel arka planını görünmez kılmaktadır.”
“Önerilen kimyasal kısırlaştırma, suçu önlemeye elverişli olmayan ve tıp etiğine, hasta haklarına aykırı bir uygulamadır, kabul edilemez.”
“Hadım şiddeti bertaraf etmez”
Uygulamanın koruma gerçekleştirmeyeceğini belirtiyor:
“Kimyasal kısırlaştırma, tasarının gerekçesinde belirtilen, kadınları ve çocukları korumak, suçluların ıslahı ve topluma yeniden kazandırılması gibi hedefler için uygun değildir. Çünkü kısırlaştırmanın etkileri kısırlaştırmanın uygulandığı süre boyunca yani ilaçlar alındığı sürece devam eder.
“Öte yandan koruma gerçekleşemez; çünkü kimyasal kısırlaştırma şiddeti bertaraf etmez. Suçlular cinsel arzuları azaltılsa bile çocukları sömürebilirler. Üstelik kimyasal kısırlaştırma yüzünden eskisinden daha öfkeli ve saldırgan olabilirler ve cinsel davranışlarını sürdürebilirler. Ev içinde, güçsüz ve savunmasız gördükleri kadın ve çocuklara şiddeti artırabilirler. Eksik cinsellik, yine toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle erkeklerin kendini şiddetle ifade etmesinin nedenlerinden biri olabilmektedir.
“Kimyasal kısırlaştırma ilkel bir kısas mantığından ibarettir. Çağdaş hukuk düzeninde kısasın adaletin tesisinde hiçbir yeri olmadığı gibi kadınların elde ettiği hukuksal kazanımları da etkisiz hale getirmektedir.
“Yasa koyucu kendini hekim yerine koyuyor”
Dernek, kimyasal kısırlaştırmanın tıpta bir tedavi yöntem olduğunu hatırlatarak, “ceza haline getirilmemeli ve hekimler bu süreçte kullanılmamalı” dedi.
“Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Ceza ya da Muamelenin Önlenmesi Komitesi Standartları anti-androjen tedavisinin ancak suçlu aydınlatılmış onam verdiği takdirde uygulanabileceğini öngörmektedir. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki kişinin onamı ve isteği olmaksızın tedavi başarılı olamaz. Peki mevcut durumda bu ne kadar ‘rıza’ veya ‘onay’?
“Yasa koyucu bir hastanın nasıl tedavi edileceğine kendisi karar vermekte ve kendini hekim yerine koymaktadır. Bu yaklaşım, hasta haklarıyla ve mesleki özerklik ilkesiyle çatışmaktadır. Hekim hastayı nasıl tedavi edeceğini hastayı ve diğer koşulları göz önüne alarak özgürce belirler.” (BK)