* Fotoğraflar: Anadolu Ajansı (AA) - Arşiv
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Suriyeli mevkidaşı ile "ayaküstü kısa bir sohbeti" olduğunu söylemesi ile başlayan hafta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) kuzey Suriye'ye bombardımanı ile devam etti.
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sıklıkla dile getirdiği kuzeydoğu Suriye'ye olası bir askeri operasyon ise halen bir olasılık olarak karşımızda duruyor.
Peki, Türkiye'nin Suriye'deki Şam yönetimi ile ilişkilerini özellikle son bir hafta içinde yaşananların ışığında nasıl değerlendirmek gerekiyor? Tüm bunlar olası bir Suriye operasyonuna ya da Beşar Esad yönetimi ile "direkt hale gelebilecek ilişkilere" mi işaret ediyor?
Orta Doğu uzmanı araştırmacı yazar Faik Bulut, "Barıştan bahsettiğiniz, 'Barışmak, konuşmak istiyoruz' denilen bir yerde hemen gidip bir askeri kışlayı vurmak bana çok anlamlı geliyor" diyor.
Türkiye'nin "bir taraftan vurup bir taraftan masaya oturmak gibi bir hayal peşinde" olabileceğinin altını çizen Bulut, "iki devlet masaya otursa bile gündemlerindeki önceliklerin çok farklı olduğunu" söylüyor:
Şam'ın önceliği İdlib ve Suriye Milli Ordusu'nu bir şekilde devreden çıkarmak. Bilhassa, Türkiye'nin güdümünden kurtarmak... Esad yönetiminin gözünde tehlikeli hain, terörist ve cihatçıdır bunlar. Suriye, "eğer temizleyeceksek buradan başlayalım" diyerek pazarlığın kapısını aralayabilir. Demek ki masaya oturduklarını varsaysak bile, iki devletin gündemdeki öncelikler çok farklı...
Faik Bulut ile Türkiye-Suriye ilişkilerinin bugününü ve yarınını, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sürece etkisini, bölgedeki İran faktörünü, Türkiye ve Esad yönetiminin talep ve beklentilerini konuştuk...
Üç devlet, Erdoğan'a "Hayır" dedi
Erdoğan, uzun süredir kuzeydoğu Suriye'ye olası bir askeri operasyondan söz ediyor. Çavuşoğlu'nun son açıklamalarının ardından AKP ve MHP'den de Suriye ile yakınlaşma sinyali olarak değerlendirilebilecek açıklamalar geldi. TSK'nın Suriye'ye yönelik son müdahalelerini de düşünerek siz tüm bunları nasıl değerlendirirsiniz?
Bu, dolaylı biçimde Türkiye'nin, yani AKP iktidarının, Suriye'ye askeri, siyasi, lojistik müdahalesini yansıtması bakımından önemlidir. Yani, bütün bu konuşmalar, yeni yaklaşımlar bu açıdan dikkate değerdir.
Gerçekte AKP iktidarının - özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın - Tahran Üçlü Zirvesinde operasyon yapma hususunda aldığı olumsuz cevap kesin, kararlı ve basına yansıyandan çok daha sertti. Hem İran hem Rusya "Hayır" dediler. Kulis bilgisine bakılırsa, ABD Başkanı Joe Biden da Madrid'deki NATO konferansında Erdoğan'a "Olmaz" demişti.
Dolayısıyla, bölgeyle ilgilenen üç önemli devletten "Hayır" cevabını alan Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğrudan bir müdahalede bulunmak, yani 30 kilometre derinliğinde bir askeri operasyon yapmak yerine "Acaba bunu başka türlü halledebilir miyiz?" sorusuna yöneldi.
Putin'den Erdoğan'a "ev ödevi"
Erdoğan ve Putin, 5 Ağustos'ta Soçi'de. (Foto: AA)
Erdoğan, bunu Soçi ziyaretinde tekrar denedi. Putin ise bir bakıma Erdoğan'a "ev ödevi" verdi. Bu ödev de şu: "Beşar Esad ile kendi işinizi kendiniz görün." Diğer anlamıyla bakıp siyaset diliyle konuşursak; Putin, Suriye'deki ateşi bizzat Erdoğan'ın eline verdi: "Sen git, bu ateşi komşuya bırak. Siz bu ateşi orada birlikte söndürebilirsiniz!" Yani, eğer bu ateşi söndürecekseniz Esad'la görüşün.
Bu fasılda Putin kazançlı çıktı: Türkiye'yi Suriye'ye doğru diplomatik bir hamle yapmak zorunda bıraktı. Türkiye ile ABD-NATO arasındaki bazı çelişkileri yeniden görünür kıldı. Bu arada Batı'nın Rusya'ya uyguladığı mali ve ekonomik ambargoyu Türkiye üzerinden delme yoluna girdi.
Akkuyu Nükleer Santrali sözleşmesi çerçevesinde Merkez Bankası'na yaklaşık 9 milyar doları teminat veya emanet olarak aktardı. Suriye'deki silahlı Kürt hareketi SDG'nin Şam ile yakınlaşmasını sağladı.
Suriye hava sahası savaş uçaklarına kapalı olduğundan Türkiye gönlündeki kara-hava harekatını yapamayınca, bu kez İHA-SİHA ve uzun menzilli toplarla Menbiç, Kobanî, Serêkaniye (Ras'ül Ayn), Kamışlo mıntıkalarını vur-kaç taktiğiyle neredeyse günlük bombalayabiliyor.
Şam yönetiminin üç şartı
Bugüne kadar yaşanan gelişmelerin kendi resmi tutumu ve görüşünün doğru çıkmasından ötürü özgüveni artan Suriye yönetimi kendisinin haklı, Türkiye'nin ise haksız olduğunu düşünüyor.
Dolayısıyla, Türkiyeli yetkililerin resmi demeç ve çağrılarına hemen cevap vermiyor. Bırakın cevaplamayı, ülkesindeki resmi ve özel basın organlarının (Arapça, İngilizce, Türkçe bültenlerinde) hiçbirinde bu hususta haber ve yorum yapılmadığını gördüm.
Tam tersine, haberlerde "işgalci" sıfatıyla andığı Türkiye'nin bombardımanlarına dair haberler sunuyor.
Suriye, yani Şam yönetimi, daha önce belirlediği üç şart yerine gelirse görüşebileceğini söylüyor. Devlet Başkanı Esad, yıllar önce belirtmişti: "Ülkemin ve halkımın hayrına olursa, şartlı olarak el sıkabilirim."
Bu üç şart nedir?
Askeri bakımdan müdahale ettiğiniz, denetim altına aldığınız (onların deyimiyle işgal ettiğiniz) topraklardan çekilmek; İdlib'de, Afrin dolaylarında, diğer bölgelerde desteklediğiniz cihatçı grupları, Müslüman Kardeş gruplarını, Suriye Milli Ordusu adı altındaki silahlı grupları desteklemekten vazgeçmek; bir de - deyim yerindeyse - Ne kadar samimisiniz? Samimiyetinizi ölçeceğiz.
"Türkiye, zemini yokluyor"
Gerisi bence ön açmaktır ya da zemin yoklamaktır. Çünkü Çavuşoğlu'nun iki türlü açıklaması var. Biri, "Muhalefet ile sizi barıştıracağız" açıklaması. İkincisi, Türkiye'nin bayrağını yakmaya kadar varan protestolardan bir gün sonra, "Biz zaten barıştırmak demedik, uzlaştırmak dedik" açıklaması...
Uzlaştırmak da barıştırmanın bir yönüdür. İyi bir diplomat, iyi bir siyasetçi bunu anlar. Uzlaştırmak diyerek teskin etmeye çalışıyor himayesindeki militan cihatçı milisleri.
Dolayısıyla, bu, Türkiye'nin oradaki "tampon bölge" dediğimiz yerdeki mevcut güçlerden vazgeçme niyetinde olmadığını gösteriyor. Öyle olunca da bence bu son açıklama ve girişimler biraz da zemin yoklama çalışmasıdır.
Çok daha önemlisi: Türkiye, dün hem Kamışlo'daki askeri bir kışlayı vurdu; birkaç Suriyeli asker öldü. Ayrıca SİHA'larla, Kobanî'yi vurdu. Bayağı da ağır bir hasar ve can kaybı var. Barıştan bahsettiğiniz, "barışmak, konuşmak istiyoruz" denilen bir yerde hemen gidip bir askeri kışlayı vurmak bana çok anlamlı geliyor.
Acaba yeniden Suriye yönetimine "Bizim şartlarımıza göre konuşalım. Bırakın sizin şartları" demeye mi getiriyor Ankara? Buna mı zorlamaya çalışıyor? Bu noktada Türkiye kararını verebilmiş değil.
Öyleyse, Türkiye bir taraftan vurup bir taraftan masaya oturmak gibi bir hayal peşinde. Bu da siyasette ve diplomaside çok geçerli bir yöntem değildir.
"Türkiye ve Suriye yönetiminin öncelikleri farklı"
Türkiye'nin kendisine göre en önemli şartlarından ya da tasarılarından biri de şu: Şam yönetimiyle anlaşacağız, oradaki silahlı Kürt hareketini - PYD veya bir başkası (mesela SDG) - tümüyle sürüp geçeceğiz, hatta imha edeceğiz, onları bir siyasi varlıktan yoksun bırakacağız.
Türkiye'nin planı böyle galiba: İlk elde biz imha planını birlikte uygulayalım. Ortak paydamız bu olsun ve bu zemin üzerine oturup müzakere edelim.
Ama Türkiye için PYD veya Suriye Demokratik Güçleri (SDG) terörist olabilir; Şam'ın literatüründe bunlara pek terörist denilmiyor. Suriye, bunları daha çok ABD ile işbirliği yapmak ile suçluyor.
Suriye yönetiminin önceliği bu değildir. Şam'ın önceliği İdlib ve Suriye Milli Ordusu'nu bir şekilde devreden çıkarmaktır. Bilhassa Türkiye'nin güdümünden kurtarmaktır. Esad yönetiminin gözünde tehlikeli hain, terörist ve cihatçıdır bunlar. Suriye, "eğer temizleyeceksek buradan başlayalım" diyerek pazarlığın kapısını aralayabilir. Demek ki masaya oturduklarını varsaysak bile, iki devletin gündemdeki öncelikler çok farklı.
İran faktörü
İran'ın dini lideri Hamaney ve Esad, 30 Mayıs'ta Tahran'da.
İran, zaten Türkiye'nin orada bir varlık göstermesini istemiyor çünkü eğer bir uzlaşma olursa 40 yıllık yatırımı boşa gidecek - ki İran şundan emin: Öyle bir uzlaşma, barışma falan olmayacaktır.
Türkiye'nin oradaki iddialarından birisi de şu: Bölgedeki rakibi İran'ın oradaki etkisini azaltmayı düşünüyor. Bu, aslında Körfez ülkelerinin, daha doğrusu Sünni Arap çemberinin bir görüşüdür.
Sünni çemberin görüşünü ise İran asla kabul etmez. Yani orada Hizbullah'ın varlığı, Şam'da İran askerlerinin varlığı, hatta Afganistan'dan, Irak'tan getirdiği milis birliklerin varlığı İran için hem Suriye hem de Lübnan'daki nüfuz bölgesi açısından çok önemlidir. Dolayısıyla, burada da bir problem var diye düşünüyorum.
Diğer yönüyle bakalım; Türkiye'nin askeri müdahale ettiğini varsayalım... Askeri müdahalede uçak yasak ama SİHA, uzun menzilli toplar falan yasak olmadığı için Türkiye aslında her gün oraya bir bakıma müdahalede bulunuyor. Sadece kara ve hava birlikleri bir operasyon kapsamında 30 kilometre derinliğe birlikte giremiyorlar.
Görünen o ki; Türkiye'nin hem İran birlikleri, hem Iraklı, Lübnanlı, Afganistanlı Şii milis birimleri, hem Suriye ordusu hem de PYD ya da SDG'nin ortak bir mukavemeti ile karşılaşacağı çok açık. Bunun ciddi bir bedelinin olacağı da kehanet olmasa gerek.
"Suriye ile hem toprak hem kan davası var"
Bir de; Türkiye, denetiminde olan bölgelere çok ciddi altyapı yatırımları yapıyor. Okullar, camiler, vs... Bunları yapan bir Türkiye'nin hemen "Ben bunlardan vazgeçtim" demesi bana çok samimi ve ikna edici gelmiyor.
Öyle olunca da bence şimdilik bu tür açıklamalar söylenir durur. Aslında ekonomik şartlar, Türkiye'nin oradaki çıkmazı çok külfetli olduğu için Türkiye'yi zorluyor. Türkiye bunlar nedeniyle orada şimdiye kadar elde ettiği "kazanımlardan" vazgeçer mi?
Yani, milli sınırların ötesinde tampon bölgeler kurarak milli güvenliği koruyan yayılmacı anlayışından vazgeçer mi?
Bu, biraz problemli görünüyor.
Her halükarda Putin'in nasihatini bir anlamda tutmuş gözükse de istenilen sonuca varmayacaktır. Çünkü Suriye ile Türkiye arasında hem bir toprak davası var hem de bir kan davası olmaya başladı. Bu, ciddi bir şeydir.
Malum; toprak davası şu: Türkiye'nin denetiminde Suriye toprakları var. Kan davası da şu: Orada o kadar insan öldü.
"Türkiye, demografik değişiklik yapmak istiyor"
Grafik: Oxford Analytica, 17 Aralık 2020 itibariyle Kuzeydoğu Suriye'de güç dağlılımı
Türkiye'nin göçmen meselesini ne yapacağı belli değil ama bana kalırsa burada 3, 4, 8 aşamalı göç planı, "Suriyeli sığınmacılar şuraya götüreceğiz, evler ve yatırımlar yapacağız" şeklindeki planı da açık değil.
Açık olmamasının da nedenine bakalım: Aslında Türkiye demografik bir değişiklik yapmak istiyor. Mesela, Afrin bölgesinde Kürtlerin yerine bu bölgedeki sığınmacıları götürüp koyacak. Yani, eski evlerine dönmeyecek bu insanlar. Türkiye'nin istediği şekilde demografik değişiklik yapacaklar.
Osmanlı devrindeki ve 1930'lardaki iskan politikaları tekrar hayata geçirilmeye çalışıyor. Üstelik kendisine ait olmayan sınır ötesi topraklarda...
Kobanî'de, Türkiye'nin askeri denetiminde olan bölgelerin hepsinde köy köy, şehir şehir, belde belde demografik değişiklik yapacaklar. Bu, genelde de Türkiye'nin orada hazzetmediği - özellikle Kürtler olmak üzere - azınlıkların aleyhine değişikliklerdir.
Mesela, Afrin'de ve diğer bölgelerde çok sayıda Ezidi ve Ermeni var. Biz çok iyi biliyoruz ki oradaki Ezidiler, Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusu'nun militanları, elemanları tarafından kaçırılıp ya IŞİD'in yaptığı gibi cariye-köle yapılıyorlar ya da din değiştirmeye zorlanıyorlar.
TIKLAYIN - Afrin'in nüfus yapısı 2018'den bu yana nasıl değişti(rildi)?
"Türkiye, fazla hayalci davranıyor"
Dolayısıyla, demografik ve inançsal şeyler de yok ediliyor. Bu, işin bir yanıdır. İkinci yanı ise - iktidar yanlısı gazetelerde okuduğumuz üzere - "1 milyon, 1,5 milyon insana ev yapıyoruz" açıklamaları.
Bu da aslında şu anlama geliyor: "Biz burayı yapalım ama inşaatını da müteahhitliğini de biz yapalım. Avrupa Birliği, ABD ya da Körfez'deki Arap ülkeleri bize dolar versinler, euro versinler. Milyarlarca euro..."
Bu işin o kadar basit olmadığını düşünüyorum.
Daha iki gün önce Rusya Savunma Bakanı General Sergey Şoygu diyor ki: "Biraz sükûnet olduktan sonra, Suriye'den kaçanlar döndükten sonra biz Suriye'nin yeniden inşasına talibiz."
Rusyalı general, Suriyeli mevkidaşı da bunu konuşuyor. "Buradaki inşaat işlerini, müteahhitlik işlerini biz alacağız" diyorlar.
Demek istediğim şu: Türkiye, bu hususta da fazlaca hayalci davranıyor. Çünkü orada Türkiye'nin müteahhitlik işlerini alması, şu anda bozuk ekonomi için bir destek gibi görünüyorsa da ben o pastanın da öyle Türkiye'nin umduğu kadar gerçekçi, büyük ve tatmin edici olmayacağını düşünüyorum.
Kan davası ve toprak davası olmasını şundan söyledim: Evet; Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile görüşme yaptı, barıştı. Ancak bu, Türkiye için çok külfetli bir şey değildi. Yaptım, oldu, bitti...
Oysa Suriye ile Türkiye arasında milyonlarca insan unsuru, yüz binlerce asker-milis-çetenin de içinde yer aldığı toprak ve kan davası var. "Verdim gitti"yle yürümüyor bu işler.
Mesela Mısır ile Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle olandan daha fazla problemi vardı. Türkiye, Müslüman Kardeşler'in iktidar olduğu dönemde çok müdahale etmişti Mısır'ın iç işlerine.
Türkiye çok fazla müdahaleci olduğu için, çok fazla taraf olduğu için barışıp normal ilişki kurma konusunda Mısır şartlarını koştu. Türkiye bunların bir kısmını yerine getirmesine rağmen Mısır'la Türkiye anlaşamadılar. Bu, 2-3 senedir devam ediyor ve hala doğru düzgün anlaşamadılar.
"Normalleşme hemen olacak gibi görünmüyor"
Kanımca arada kan ve toprak davasının olduğu, özellikle bir Kürt meselesinin de ayrıca kendini dayattığı bir dönemde, uluslararası boyutunu, yani Orta Doğu'daki devlet oyunlarını de hesaba kattığımızda Türkiye ile Suriye'nin hemen ve kolayca uzlaşabileceklerini zannetmiyorum.
Özetle mevcut tavır ve resmi açıklamalar, şimdilik bir nabız yoklamadır; gelir, geçer. Suriye ile zaten Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görüşme yapar. Ama bu görüşmeler yeni de değil. İstihbarat görüşmeleri neredeyse 4 senedir arada bir, yeri geldikçe yapılıyor. Moskova'da görüştüler, başka yerlerde görüştüler. Şimdiye kadar netice alınamadı.
O bakımdan, bence Suriye'nin görüşme ve barışma şartları Mısır'ınkinden çok daha ağır. Bu yüzden iki ülke arasında normalleşme hemen olacak gibi görünmüyor.
Diğer yandan [Doğu] Perinçek'in ve beraberindeki heyetin gidişinin, aslında "Kürtlerin oradaki silahlı hareketini beraber imha edelim ve ABD'yi kovalım" dışında çok da yeni bir şey getireceğini zannetmiyorum.
Daha önce de gidip Esad ile görüşmüştü Perinçek. Bu sefer de Erdoğan ile Putin'in bilgisi dâhilinde gittiği iddia ediliyor. İyi güzel de Putin ile Erdoğan anlaşabilselerdi... Zaten bu aş Soçi'deki görüşmede pişirilirdi.
Suriye'nin önceliği üçte biri milliyetçi, yarısından fazlası da cihatçı olan Suriye Milli Ordusu'nun yok edilmesi ve Türkiye'nin çekilmesidir. Bu da kolay olacağa benzemiyor.
Perinçek veya bir başkası, Suriye'nin üç temel şartını Erdoğan yönetimine kabul ettirebilecekler mi? Sanmıyorum... (SD)