"Türkiye'deki LGBT Mücadelesi Dünya İçin Çok Önemli"
"Dünyadaki hareketin Türkiye'deki LGBT mücadelesine yüzünü çevirmesi gerek" diyen Stuart Milk, "Amcası Harvey Milk'in hayatta olsaydı New York ya da San Francisco yerine İstanbul'daki Onur Haftası'na geleceğini" söylüyor.
Açık eşcinsel siyasetçi ABD'li Harvey Milk'in yeğeni Lezbiyen Gey Biseksüel ve Trans (LGBT) hakları aktivisti Stuart Milk'le yaptığımız söyleşinin bu bölümünde Türkiye'deki gözlemleri, Onur Haftası ve yürüyüşü hakkında konuştuk.
Türkiye'deki LGBTT Onur Haftası'na davet edildiğinizde neler düşündünüz?
Çok heyecanlandım. ABD'de düzenlenen bazı etkinlikler yerine İstanbul'a gelme nedenim Türkiye'nin küresel LGBT mücadelesinde anahtar bir ülke olduğunu düşünmemdi. Ve daveti seve seve kabul ettim.
Ben ülkeniz dışında herhangi bir ülkenin doğu ile batı arasında köprü olabileceğine inanmıyorum. Türkiye insan hakları konusunda çok önemli bir işleve sahip. Burada olmaktan dolayı çok mutluyum.
Geldikten sonra fikriniz değişti mi?
Gelmeden önce iyimserdim. Geldikten ve buradaki LGBT mücadelesini gördükten ve aktivistlerle tanıştıktan sonra daha da iyimser oldum.
Neler gözlemlediniz peki?
Türkiye'deki mücadele hem iç hem de dış olmak üzere iki koldan sürüyor. LGBT cemaatlerinde şu çok zor; insanlar hakları yokken ama halk onların varlıklarına karışmıyorken hareketi büyütmek zorlaşıyor. "Bana karışan yok, barıma gidebiliyorum" diyen insanları aktive etmek çok zor. Ortada olmak doğrudan taraf olmanın önündeki en büyük engel.
Örneğin ABD'de Kuzey'deki siyahların bazı hakları varken Güney'dekilerin hiçbir hakkı yoktu. Güneydekiler hak talebiyle mücadeleye başladı ve Kuzey'dekilerin bir kısmı bu mücadeleye dahil olmadı. Mücadelenin sonunda Güneydekiler eşit haklara sahip oldular ama Kuzey'dekilerin bazı hakları tanınmadı.
Panellere ortalama 100 kişi geldi. bu organizasyonla, bunu düzenleyenlerle ilgili bir şey değil. insanlar neden panele gelip, tartışayım dediği için oluyor. Mesela partilere yüzlerce insan geldi. Gey barlara da yüzlerce insan gidiyor. Sanırım bu durumu iyi özetliyor.
28 Haziran Pazar günü düzenlenen yürüyüş nasıl geçti sizin açınızdan?
Yürüyüş benim iyimserliğimi ve umutlarımı daha da arttırdı. Sadece yürüyüş de değil, yürüyüş esnasında caddeden geçen insanların tavrı da. İnsanlara karışılmaması, kimsenin kimseyi taciz etmemesi çok önemliydi. Bugün "gelişmiş" dediğimiz ABD'de bile her yürüyüşe müdahale ediliyor.
Öte yandan biraz da üzüldüm.
Neden?
Çünkü dünyanın gözlerinin buradaki mücadeleye odaklandığını göremedim. Almanya'dan milletvekilleri vardı ama LGBT cemaatinin burayı yeterince fark etmemesi ve izlememesi beni üzdü.
Bana inanın Harvey Milk hayatta olsaydı ve burada olanları görür, New York ya da San Francisco yerine İstanbul'daki Onur Haftası etkinliklerine gelirdi.
Türkiyeli LGBTT aktivistlerine ve cemaatine neler söylemek istersiniz?
İki şey. Onlara sahip olduklarından daha fazlasına sahip olduklarını görmelerini, onlara bunu daha çok anlatmak isterdim. Bence ülkenizdeki aktivistler bunun tam olarak farkında değiller. Hem Türkiye'de hem de dünyada ne kadar önemli bir etkiye sahip olabileceklerini fark etmiyorlar.
Bence küresel hareket burayı fark etmeli ve kaynaklar sağlamalı. Ama bunu "kurtarma" planı olarak yapmamalılar.
Nelson Mandela'nın yaşadığı çok güzel bir olay var. O hapisteyken uluslararası gruplar ziyaretine geliyorlar ve "size yardım etmek için geldik" diyorlar. O da "Benim için geldiyseniz sizin yardımınızı istemiyorum. Ama eğer buraya bana yardım ederken kendinize yardım edeceğinizi düşünerek geldiyseniz başımın üstünde yeriniz var" diyor. Bence Türkiye'deki LGBT hareketi dünyadaki mücadelenin Nelson Mandela'sıdır.
Bunu sizin aracılığınızla herkese söylemek istiyorum; burada olmak çok büyük bir onur ve ayrıcalık. Beni davet ettikleri için organizasyon ekibine çok teşekkür ediyorum.(BÇ)
* LGBT kısaltması Türkiye'de Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti ve Transseksüel (LGBTT) olarak kullanılıyor.
Tartus ve Humus’ta dördü çocuk 12 sivil katledildi
Humus’un Kerem ez-Zeytun Mahallesi ile Tartus’un Baniyas ilçesine bağlı Harf Binamra köyündeki saldırılar, kamuoyunda yoğun tepkilere neden oldu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, her iki saldırıdan da güvenlik güçlerini sorumlu tuttu.
*Harf Binamra katliamı, 31 Mart 2025. (Fotoğraf: SOHR)
Suriye’de Esad yönetiminin 8 Aralık 2024’te sona ermesinin ardından tırmanan ve 6 Mart itibarıyla etnik temizlik operasyonlarına dönüşen Alevilere yönelik saldırılar sürüyor.
Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) haberine göre, ülkede Ramazan Bayramı’nın ilk gününde (31 Mart) Tartus ve Humus vilayetlerinde, dördü çocuk olmak üzere 12 sivilin hayatını kaybettiği iki saldırı gerçekleşti.
Tartus’un Baniyas ilçesine bağlı Alevi köyü Harf Binamra’da, Askeri Operasyonlar İdaresi'ne bağlı unsurlar, biri çocuk ve çoğu yaşlı altı kişiyi infaz etti.
SOHR kaynakları, saldırganların Baniyas kırsalında yer alan ve eski Suriye ordusuna ait bir üsse ev sahipliği yapan Ed-Disne’den geldiğini, olay öncesinde mezhepçi sloganlar attığını ve altı kişiyi kurşunlayarak katlettiğini belirtti.
İstanbul merkezli Suriyeli muhalif yayın organı Enab Baladi'nin haberine göre, silahlı kişiler, köyde yaşayan Sümer Şahin adlı bir kişinin evine gelerek köy muhtarı Cevdet Faris’i sordu. Sümer Şahin, muhtarın gelmesini sağlamak amacıyla onu aramaya zorlandı.
Daha sonra silahlı kişiler, köy muhtarı Cevdet Faris ve oğlu Necdet ile ev sahibi Sümer Şahin, 12 yaşındaki oğlu İbrahim, kardeşi Sair ve babası İbrahim’i infaz etti.
Saldırının ardından Kamu Güvenliği İdaresi’ne bağlı unsurlar köye gelerek kanaat önderleriyle görüştü. Tartus Valiliği’nin resmi Facebook sayfasında görüşmeye ilişkin paylaşılan videoda, bir güvenlik yetkilisinin, katliamın sorumlularının mutlaka cezalandırılacağını vurguladığı görüldü.
SOHR, ilerleyen saatlerde güvenlik güçlerinin iki kişiyi gözaltına aldığını bildirdi. Bu kişilerin serbest bırakılmaması ve mutlaka yargılanması gerektiğini vurguladı.
*SOHR tarafından paylaşılan, Harf Binamra’da katledilen İbrahim Şahin adlı çocuğun çizimi.
Sosyal medyada paylaşılan görüntülerde, İbrahim Şahin adlı 12 yaşındaki çocuğun cansız bedeni kamuoyunun dikkatini çekti. Görüntülerde, İbrahim’in geniş pantolonunu belinde tutabilmek için siyah bir kumaş parçası kullandığı görülüyor. Bu detay, sosyal medya kullanıcıları tarafından çocuğun yaşadığı yoksulluğun bir göstergesi olarak yorumlandı. Paylaşımlarda, ailesinin bir kemer alacak maddi imkâna dahi sahip olmadığına vurgu yapıldı.
Humus’taki saldırıda altı sivil öldürüldü
SOHR aynı gün, Humus’un Kerem ez-Zeytun Mahallesi’nde Alevi bir ailenin yaşadığı eve baskın düzenlendiğini bildirdi. Saldırganlar, evde bulunanlara ateş açarak anne ile üç çocuğunu öldürdü. Baba ise saldırıda ağır yaralandı.
SOHR kaynaklarına göre, saldırı sırasında evde misafir olarak bulunan iki kişi daha yaşamını yitirdi.
Gözlemevi, saldırıdan güvenlik güçlerini sorumlu tutarken; Enab Baladi saldırının ‘kimliği belirsiz kişiler’ tarafından gerçekleştirildiğini yazdı.
Tartus’ta Es-Subuh ailesinden geriye kimse kalmadı
Ruba ve Bessam, Baniyas’ta 2015-2016 yıllarında yürütülen barışma ve sivil uzlaşı süreçlerinde aktif rol almışlardı. Çevrelerinde tanınan ve saygı duyulan insanlardı. Ancak tüm bu geçmiş, hayatlarını kurtarmaya yetmedi.
*Soldan sağa: Vard, Ruba, Bessam ve Haydar es-Subuh
Suriye’de 6 Mart’ta başlayan ve günlerce süren katliamlarda, Alevilerin yaşadığı onlarca mahalle ve köy hedef alındı. Akdeniz kıyısında yer alan ve “sahil bölgesi” olarak bilinen Lazkiye ve Tartus vilayetleri ile Hama ve Humus’un batı kırsalındaki yerleşimler bu saldırılara maruz kaldı.
Bu katliamların hedefi olan binlerce sivilden biri de Tartus vilayetine bağlı Baniyas ilçesinin El-Kusur Mahallesi’nde yaşayan Es-Subuh ailesiydi. Anne Ruba (48) ve baba Bessam (55), oğulları Haydar (21) ve Vard (16) ile birlikte katledildiler. Ruba ve Bessam doktor, Haydar da tıp fakültesinde eğitim görüyordu. Vard ise lise öğrencisiydi.
Aileden, yaşadıkları dehşeti anlatabilecek tek bir kişi bile sağ kurtulamadı. Ancak son ana kadar telefonla iletişim kurdukları ve ardından cesetlerini bulan akrabaları, yaşananları bianet’e anlattı.
6 Mart sabahı, Es-Subuh ailesi de tüm Suriyeliler gibi haberlerden emniyet güçlerine yönelik pusular kurulduğunu ve 20 emniyet görevlisinin öldürüldüğünü öğrendi.
Gün içinde artan gerginliği endişeyle takip ediyorlardı. Şam’daki yeni yönetim, emniyet güçlerine yönelik saldırıların, “rejim kalıntıları” tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı. “Rejim kalıntıları” olarak adlandırılan bu grupların, devrik Esad rejimine bağlı ve daha önce silah bırakmayı reddeden unsurlar olduğu, sahil bölgesindeki dağlarda saklandıkları belirtildi.
Savunma Bakanlığı, “en büyük askeri ve güvenlik operasyonunu” başlattığını duyurdu. Binlerce asker, ağır silah ve zırhlı araçlarla sahil bölgesine gönderildi. Aynı zamanda bölgeyle bitişik vilayetlerde camilerden, Alevilere karşı cihat çağrıları yapıldı. Bunun ardından Hama, Humus, İdlib ve Halep sokaklarını on binlerce sivil doldurdu. Mezhepçi sloganlar ve cihat çağrıları atan kalabalıkların arasından binlerce silahlı kişi sahil bölgesine yöneldi.
Es-Subuh ailesi tüm bu gelişmeleri sosyal medya üzerinden takip ediyordu. Endişeleri her geçen saat artıyordu. Akşam saatlerinde silah sesleri evlerine kadar yaklaşmıştı. Anne Ruba, kardeşlerine yazdı: “İnanılmaz yoğun silah sesi var, her an bize ulaşabilirler.”
Gece saat 02.00’ye geldiğinde oturdukları sokak, zırhlı araçlar ve silahlı gruplarla dolmuştu. Sabah saat 06.00’ya kadar ailesiyle iletişim halinde kalan Ruba, keskin nişancıların etraftaki evlerin çatılarına yerleştiğini ve silah seslerinin çok yoğun, kesintisiz bir şekilde devam ettiğini aktardı: “Adeta bir savaş ortamı gibi.”
Adının gizli tutulmasını isteyen bir akrabası yaşananları şöyle anlattı:
“O gece hiç uyuyamadılar. Silah sesleri o kadar yakındı ki, her an evin içine girecekler gibi hissediyorlardı. Çok korkuyorlardı. ‘Sokaktaki silahlı kişilerin kim olduklarını anlayabildiniz mi?’ diye sordum. Ruba, emniyet güçlerinden olup olmadıklarını anlayamadıklarını, bazı kişilerin askeri, bazılarının sivil kıyafetli olduğunu söyledi.”
Aynı akraba, daha sonra silahlı grupların en radikal ve selefi unsurlar olduğunu, özellikle HTŞ bağlantılı kişilerin bölgeye geldiğini ve El-Kusur Mahallesi’nde büyük bir dehşet yarattıklarını öğrendiklerini aktardı.
*Baniyas'a bağlı El-Kusur Mahallesi'nin haritadaki konumu. (Harita: wikipedia)
Es-Subuh ailesinin evi basılıyor
7 Mart Cuma sabahı saat 09.00 civarında, Ruba tekrar ailesini aradı. “Eve silahlı bir grup geldi. Başlarında Suriyeli biri var, diğerleri yabancı uyruklu,” dedi.
Ruba, gelenlere kendisini ve eşini tanıttı. Her ikisi de doktordu. Ruba ve Bessam, Esad yönetimi döneminde Beyda Katliamı (2013) gibi çeşitli saldırılara sahne olan Baniyas’ta, 2015-2016 yıllarında yürütülen barışma ve sivil uzlaşı süreçlerinde aktif rol almışlardı. Hatta Bessam, tutuklanan bazı muhalif yurttaşların serbest bırakılmasına yardımcı olmuştu. Çevrelerinde tanınan ve saygı duyulan insanlardı. Ancak tüm bu geçmiş, hayatlarını kurtarmaya yetmedi.
Silahlı grup, evde terör estirdi. Eşyaları altüst etti, duvardaki aynayı vurdu, Ruba’nın arabasını kullanılamaz hale getirdi. Sonrasında evden ayrıldılar.
Apartmandaki birçok komşu erken saatlerde kaçmıştı. Es-Subuh ailesi başlangıçta gerek duymadı, ancak ilerleyen saatlerde durum öyle kötüleşti ki, artık kaçma şansları kalmamıştı. Keskin nişancılar çatılardaydı, sokaklar silahlı gruplarla doluydu. Silah sesleri kesilmiyordu. Balkona çıktıklarında bile dışarıdaki silahlı kişiler “İçeri geçin!” diye bağırıyordu.
Aynı gün öğlen 12.00’ye doğru akrabaları Ruba’ya tekrar yazdı. Bu sefer mesajlar okunmamıştı. Endişe içinde saat 15.00’e kadar aramaya ve yazmaya devam ettiler. Ama yine cevap veren olmadı. En sonunda, mahalleye yakın oturan bir akrabaları evlerine ulaşmayı başardı. Eve girdiğinde, Es-Subuh ailesinin ve komşu bir ailenin toplamda 8 ferdini kurşunlanmış halde, kanlar içinde buldu.
Sonradan anlaşıldı ki, komşuların evi roketle vurulmuş, bu nedenle Es-Subuh ailesine sığınmışlardı. 4 kişilik komşu aile ile birlikte Ruba, eşi Bessam ve 16 yaşındaki oğulları Vard salonda öldürülmüştü. 21 yaşındaki büyük oğulları Haydar’ın cesedi ise balkonda bulundu. Muhtemelen kaçmaya ya da saklanmaya çalışırken vurulmuştu. Evdeki tüm para ve altınlar da çalınmıştı.
Ailenin akrabası yaşadığı şoku şöyle anlattı: “Hiçbir şey yapamadan evden çıktım. 3-4 gün sonra, ortam biraz sakinleşince cesetleri almak için geri döndük. Ama cesetler evde yoktu.”
Kızılay’ın ya da Beyaz Miğferler’in cesetleri taşımış olabileceği düşüncesiyle Baniyas Hastanesi’ne gittiler. Hastane cesetlerle doluydu; kriyojenik soğutucular yetmediğinden bazı cesetler yerlere bırakılmıştı.
Es-Subuh ailesinin cesetleri ise hastanenin çevresine, açık alana dağınık şekilde bırakılmıştı ve bu alana yeni cenazeler gelmeye devam ediyordu. Akrabaları saatler süren arama sonucunda cesetleri buldu. Tartus’taki köylerinde defnetmek istediler ama izin verilmedi. Aile, Baniyas’ta bir mezarlığa defnedildi.
*Es-Subuh ailesinin mezarları. (Kolaj: bianet)
Halk, soruşturma komitesine güvenmiyor
Savunma Bakanlığı, 10 Mart Pazartesi günü sahil bölgesindeki askeri operasyonun sona erdiğini duyurdu. Geçici Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara, sahil bölgesinde yaşanan ihlallerin faillerinin tespit edilip cezalandırılacağını söyledi ve bir soruşturma komitesi oluşturdu. Komitenin 14 Mart’ta başlayan çalışmasının, uzatma olmaması halinde 10 Nisan’da raporlanması bekleniyor.
Ancak komitenin Eş-Şara yönetimi tarafından kurulmuş olması, tanıklar arasında güven sorunu yaratıyor. Bölge halkına göre, katliamlarda Savunma Bakanlığı’na bağlı silahlı gruplar da yer aldı. Hükümet ise katliam gerçekleştiren grupları “kontrol dışı unsurlar” olarak tanımlıyor. Ancak askerlerin sosyal medyada paylaştıkları videolar, doğrudan katılımı ortaya koyuyor.
Binlerce aile hâlâ korkudan evlerine dönemedi; dağlarda ve kırsalda saklanmaya devam ediyorlar. Bağımsız kuruluşların ve uluslararası basının bölgeye girmesine izin verilmiyor. Toplu katliamların durduğu, ancak her gün mezhebe dayalı cinayetlerin devam ettiği bildiriliyor. Kadınlar da dahil olmak üzere sivillerin kaçırıldığına dair haberler gelmeye devam ediyor.
İnsan Hakları ve İnsani Takip Komitesi, 23 Mart 2025’te yayımladığı raporda, sahil bölgesinde 25 ayrı katliamın gerçekleştiğini ve en az 2 bin 246 kişinin öldürüldüğünü duyurdu.
Öldürülenlerin büyük bir kısmının sivil Aleviler olduğu, aralarında çocuk, kadın, genç ve yaşlıların da bulunduğu belirtildi. Ayrıca sivilleri korumaya çalışırken farklı mezheplere mensup 42 kişinin de öldürüldüğü tespit edildi. Raporda, sayıların nihai olmadığı, belgeleme sürecinin devam ettiği vurgulandı. Tanıkların ifadesine göre çok sayıda ceset denize atıldı ya da toplu mezarlara gömüldü.
Komite, 13 Suriyeli insan hakları kuruluşunun yanı sıra ülke içinden ve dışından Suriyeli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla kuruldu. Çekirdek kadrosu, Suriye içinde ve dışında çalışan 57 insan hakları savunucusundan oluşuyor.
Sahil bölgesinde yaşananları “soykırım” olarak niteleyen komite, uluslararası bağımsız bir soruşturma heyetinin mutlaka bölgeye gelmesi gerektiğini, aksi takdirde gerçek ölü sayısının ve soykırımın boyutlarının tespit edilemeyeceğini ifade etti.
Raporda ayrıca evlerin, arabaların, iş yerlerinin ve çiftliklerin yağmalanıp yakıldığı, yüz binlerce insanın temel ihtiyaçlara erişemediği belirtildi.
Gazeteci. Mesleğe Suriye’de başladı, iç savaş nedeniyle 2012 yılında Türkiye’ye göç etti. Hatay'a yerleştikten sonra burada çalışmalarına devam etti. 2021’de Ankara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Lisans Programı’nı...
Gazeteci. Mesleğe Suriye’de başladı, iç savaş nedeniyle 2012 yılında Türkiye’ye göç etti. Hatay'a yerleştikten sonra burada çalışmalarına devam etti. 2021’de Ankara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Lisans Programı’nı “Medya gerçekliği ve toplumsal gerçekçilik açısından Suriyeli sığınmacıların temsili: Yerel Hatay gazeteleri örneği” başlıklı teziyle tamamladı. 2006 yılında Şam Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1984 doğumlu.