KONDA 2012 Mayıs ayı araştırmasında KONDA ve Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Sosyal Politikalar Derneği (SPoD) ortaklığında anket katılımcılarına eşcinsellik ile ilgili bazı sorular da yöneltildi. Araştırma dahilinde KONDA Türkiye çapında 28 ilde, 104 ilçeye bağlı 150 mahalle ve köyde toplam 2610 kişi ile yüz yüze görüştü.
Bu araştırma dahilinde toplumun eşcinsellere yönelik algısını anlamaya dair sorulan sorulardan biri, bir erkeğin başka bir erkekle cinsel ilişki yaşamasının suç sayılıp sayılmaması gerektiği, eğer suç sayılması gerekiyorsa cezasının ne olması gerektiği sorusuydu.
İki erkek arasında cinsel ilişkiyi ve bu ilişki özelinde katılımcılara sorulan suç algısını temel alan bu araştırma sorusu tabii ki tüm LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) varoluşlarına dair toplumun yaklaşımını (örn. transfobiyi, bifobiyi) ve bu yaklaşımın siyasi tezahürlerini anlamamıza yetmeyebilir. Fakat bu çalışmayı bir başlangıç olarak kabul etmek ve bu çalışma üzerinden belirli çıkarımlarda bulunmak mümkün.
Soruya verilen yanıtlar incelendiğinde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Bir yandan toplumumuzda eşcinselliğin suç olmaması gerektiğini düşünen hatırı sayılır büyüklükte bir azınlık mevcut.
Diğer yandan Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu tedirgin edici biçimde homofobik. Araştırmanın bulguları şöyle: Katılımcıların yüzde 11.2'si eşcinsellik suç olmamalı derken; yüzde 32'si en ağır ceza ile cezalandırılmalı, yüzde 28.9'u toplum dışında tedavi edilmeli, yüzde 21.7'si hapis cezası ile cezalandırılmalı, yüzde 6.2'si ise para cezası ile cezalandırılmalı diye yanıt vermiş.
Bilindiği üzere, Türkiye'de eşcinsel cinsel ilişki tıpkı erişkin iki tarafın da rızasını içeren heteroseksüel cinsel ilişkiler gibi kanunen suç kapsamında sayılmıyor.
Çoğu Batı Avrupa toplumunun aksine, bizim toplumumuzda tarih boyunca da eşcinsel cinsel ilişki bir suç olarak düzenlenmedi. Tabii ki eşcinsel cinsel ilişkinin suç olarak tarif edilmemiş olması, toplumun tarih boyunca homofobiden arınmış olduğunu göstermiyor.
İçinde yaşadığımız dönemde katılımcılara eşcinsellikle ilgili açıkça soru yöneltilebilmesi, katılımcıların ise yüzde 59.9'unun eşcinselliği cezalandırılması gereken bir suç olarak gördüğünü ifade etmesi, Türkiye'de LGBT [Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans] bireylerin son on yılda artan görünürlüklerine karşı daha önce dillendirilmesine gerek olmadan genel kabul görmüş homofobinin bugün görünür hale gelmiş bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.
Fakat bugün, geçmişteki tehlikelerden daha farklı bir tehlike görünüyor ufukta. LGBT bireylerin görünürlük kazanması ile dile gelen homofobi her zamanki toplumsal baskı yöntemleri ile yetinmeyebilir ve hukuk yolu ile devlet aygıtlarının kendi hizmetine açılmasını talep edebilir.
Özellikle son yıllarda din referanslı siyasi partilerin (örneğin Saadet Partisi) eşcinsel karşıtlığını önemli bir siyasi mobilizasyon aracı olarak görmeye başlamaları, yakın zamanda "sivil girişimlerce" sosyal iletişim ağı Twitter'da başlatılan eşcinsellik yasaklansın kampanyaları kimi siyasi öznelerin bu yola çoktan girdiğini gösteriyor.
Bir de bunların üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin ülkeyi lider merkezli çoğunlukçu bir demokrasi biçiminde yönetmesi eklenince, toplumda eşcinselliği suçla özdeşleştirmeye meyilli çoğunluğun özgürlük karşıtı siyasetlerin öznesi haline gelme potansiyeli daha da artıyor.
Peki bu araştırmanın sonuçları ne tür siyasi imkanlara işaret ediyor? Mayıs ayında Radikal 2'de yayınlanan "Cinsel ve Siyasal Eğilim" başlıklı yazımda kısaca çocuğunun eşcinsel olması/doğması ihtimalini olumsuz bir durum olarak görmeyen kişilerin en sıklıkla Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), ardından Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) seçmenleri arasında yer aldığı tespitinde bulunmuştum.
Bu araştırma ise, Radikal 2'deki yazımda yaptığım değerlendirmelerin ötesine geçmeye ve parlamentodaki siyasi partiler için daha derinlemesine değerlendirmeler yapmaya imkan veriyor.
Araştırmanın sonuçlarına göre, siyasi parti seçmenleri kendi içlerinde değerlendirildiğinde, eşcinselliğin suç olmaması görüşünün en yaygın olduğu siyasi parti seçmen grubunun yüzde 25.4'le CHP'de olduğu ortaya çıkıyor. CHP seçmenleri arasında suç olmamalı diyenlerin oranı Türkiye ortalaması olan yüzde 11.2'nin iki katından yüksek.
Yeni CHP'nin kendi seçmenleri arasındaki LGBT bireylerin ve LGBT hakları taraftarı kitlenin farkına varması ve son dönemde Türkiye'de LGBT haklarının insan haklarının bir parçası olarak kabul edilmesine yönelik parlamento düzleminde yürüttüğü siyasi mücadele şüphesiz ki çok olumlu.
Özellikle ana muhalefet partisi olarak LGBT hakları savunusunu -henüz alt sıralarda olsa dahi- gündemine alan CHP'nin desteği LGBT haklarına yönelik taleplerin yalnızca siyasi skalanın en soluna sıkışmasının da önüne geçiyor.
Fakat CHP seçmenlerinin en büyük kesiminin yüzde 36.7'lik bir oranla eşcinseller için toplum dışında tedavi seçeneğine işaret ettiğini de unutmamak gerekiyor.
Yeniden hatırlatmak gerekirse, Amerikan Psikiyatri Birliği 1973 yılında aldığı kararla eşcinselliği Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı'ndan çıkarmıştır. Psikiyatri Birliği'nin kararını Amerikan Psikoloji Birliği'nin 1975'te aldığı karar izlemiştir.
Dünya Sağlık Örgütü ise 1990'dan itibaren eşcinselliği Hastalıkların Uluslararası Sınıflamasından tamamen çıkarmıştır. 2001'de ise Çin Halk Cumhuriyeti'nde de eşcinsellik Mental Bozukluklarının Ulusal Sınıflamasından çıkarılmıştır.
Bu gelişmelerden hareketle CHP'nin kendi seçmenlerine eşcinselliğin hiçbir saygın tıp, psikiyatri ve psikoloji otoritesince hastalık olarak kabul edilmediğini anlatmaya yönelik de ciddi bir çaba harcaması gerektiği ortaya çıkıyor.
BDP seçmenleri ise yine Türkiye ortalamasından yüksek bir oranda, yüzde 14.9 ile eşcinsellik suç olmamalı görüşünü dillendiriyorlar. BDP'nin CHP'den çok önce LGBT haklarının tanınmasına yönelik mücadeleye verdiği tarihi destek halen sürüyor.
Fakat BDP seçmenleri arasında yüzde 40.4 gibi çok büyük bir orana denk gelen kitlenin eşcinsellere en ağır ceza verilmesine dair görüş bildirmesi kaygı verici. Bu sonuçlar BDP seçmenleri arasında eşcinsellik söz konusu olduğunda ciddi bir ayrışma olduğuna/olabileceğine işaret ediyor.
Bu çerçevede BDP'ye dair iki değerlendirme yapmak mümkün. Birincisi BDP seçmenlerinin hatırı sayılır bir bölümünün eşcinselliğin en ağır ceza ile cezalandırılmasına yönelik görüş bildirmesine rağmen, BDP kadrolarının LGBT bireylerin eşitliğine açık destek vermeleri cesur bir siyaset olarak takdir edilmeli.
İkinci olarak ise, BDP kadrolarının LGBT bireylerin eşitliğine yalnızca parlamento merkezli bir siyaset yolu ile değil, aynı zamanda güçlü olduğu şehir ve ilçelerde kendi seçmenleri arasında kapsamlı bir bilgilendirme/bilinçlendirme yolu ile de destek vermesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Bilindiği gibi, seçmen kitlesi söz konusu olduğunda BDP'nin halen en önemli rakibi AKP. Seçmenlerinin önemli bir bölümünün eşcinselliği suç olarak kabul ettiği BDP'nin LGBT haklarını alanında karşısında iki seçenek kalıyor. BDP ya seçmenlerinin eşcinsellerle ilgili önyargılı yaklaşımlarını verili kabul edecek ve onlarla AKP'nin muhafazakar diline benzer bir dil içerisinden iletişime girecek. Ya da BDP eşitlikten, hak ve özgürlüklerden yana siyasi dilini LGBT bireyleri de kapsayacak bir biçimde kendi kitlesine tercüme etme yoluna gidecek.
Eşcinsellik suç olmamalı diyen yüzde 11.2'lik kesim içerisinde en çok temsil edilen siyasi parti seçmenlerini incelediğimizde ise, parti seçmenleri arasında yapılan değerlendirmede olduğu gibi yalnızca CHP ve BDP odaklı bir resimden görece daha farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Bu tabloda eşcinselliğin suç olmaması yönünde görüş bildirenlerin yüzde 35.6'inin CHP seçmenleri iken, CHP seçmenlerini yüzde 18 ile AKP seçmenleri, yüzde 7.2 ile MHP seçmenleri ve yüzde 5 ile BDP seçmenleri takip ediyor. BDP'nin bu dağılımda dördüncü parti olarak görünmesinin temel nedeninin BDP'nin Türkiye genelinde aldığı oy oranının düşük olması olduğu notunu düşelim.
Verilerden görüldüğü üzere, LGBT hakları konusunda en büyük sorumluluk CHP'nin omuzlarında. Fakat bir diğer önemli sonuç da eşcinselliğin suç olmaması gerektiği yönünde görüş bildirenler arasında AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) seçmenleri de önemli oranlarda temsil edilmesi. Hatta eşcinsellik suç olmamalı diyenler arasında ikinci parti AKP.
Yeniden hatırlatmak lazım. Türkiye'de LGBT bireylere yönelik ayrımcılığın yasaklanması ve LGBT bireylerin eşit yurttaşlar olarak tanınması diğer yurttaşların hiçbir haklarının kısıtlanması sonucunu doğurmayacak.
AKP ve MHP'nin asgari politik çizgisi LGBT bireylerin yaşam haklarına saygı duymak, her türlü şiddete uğramalarının karşısında yer almak ve örneğin kamu hizmetlerinde ve istihdamda yaşadıkları ayrımcılığa karşı durmak olabilir.
Hele de tüm toplum için yeni bir anayasa yazılırken AKP ve MHP'nin bu tür bir asgari politik çizgiyi kendi içlerinde tartışmaları ve tartışmaların sonucunda oluşan pozisyonu kamuoyu ile paylaşmaları bu partilerin toplumsal sorumluluklarının ve araştırmanın da gösterdiği gibi kendi seçmenlerine karşı sorumluluklarının gereğidir.
Unutmamak lazım, ülkemizde sadece son üç yıl içerisinde LGBT bireylere yönelik 40'ın üzerinde nefret cinayeti işlendi ve bu sayı yalnızca rapor edildiği için bilebildiklerimiz.
LGBT bireyler bu ülkede hep varlardı, varlar ve hep var olacaklar. Geçmişten bir farkla: artık en azından şimdilik LGBT bireylerin bir kısmı var oluşlarını saklama gereği duymuyorlar, çeşitli mecralarda bir araya geliyorlar, arkadaşlarının ve ailelerinin desteğini alıyorlar ve kendilerine sunulan eşitsiz toplumsal konumu adil bulmuyorlar.
Bugün toplumsal barışı önemseyen tüm siyasetçilerin bu gerçeği kabul etmesi ve LGBT bireylerle (şimdilik) homofobinin ağır bastığı çoğunluğun hangi kurallarla bir arada yaşayacağı üzerine kafa yorması gerekiyor. (VY/EKN)
* Leeds Üniversitesi, Siyasal ve Uluslararası Çalışmalar, Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD)