*Fotoğraf (AFP) fotomuhabiri Bülent Kılıç’a karşı polisin uyguladığı şiddetin protestosundan..
Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında uzman araştırmacıların katkısıyla hazırlanan “2021 yılı Mesleki Memnuniyet Anketi” sonuçları 27 Mart'ta yayınlandı.
Araştırmanın amacı, gazetecilerin ekonomik, siyasal, toplumsal ve teknolojik dinamiklerle hızla dönüşmekte olan mesleklerine ilişkin algılarını ve değerlendirmelerini tespit edebilmekti. Araştırmaya toplam 317 gazeteci katılım sağladı.
TIKLAYIN - 2021'de 241 gazeteci yargılandı, 115'i saldırıya uğradı
Ulaşılan örneklemin büyüklüğü ve çeşitliliği açısından bu araştırmanın Türkiye’de gazetecilik alanında son yıllarda yapılan en geniş çalışma olduğu belirtiliyor. Araştırmayı yürüten Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Dr. Çağrı Kaderoğlu Bulut ile araştırmayı, araştırmada öne çıkan algıları ve gazetecilerin memnuniyetsizliklerini ve çözüm önerilerini konuştuk.
Gazetecilerin çoğu asgari geçim olanaklarından yoksun
Araştırma sonucunda öne çıkan algılar ve memnuniyetsizlikler genel olarak nelerdi?
Öne çıkan sonuçların başında, çalışma koşullarının oldukça kötüleşmiş olması geliyor. Gazeteciler çok çalışıp az kazanıyorlar. Düzenli olarak yasal sınırların üzerinde çalışıyorlar; 9-12 saatlik çalışma süreleri oldukça yaygın.
Gazetecilerin kendilerini fiziksel, toplumsal, bireysel ve mesleki olarak yeniden üretebilecekleri zamanlar yok oluyor. Buna karşın ücretler hayli düşük. Her üç gazeteciden ikisi aylık 5000 TL’nin altında bir kazançla yaşamak durumunda kalıyor. Bu açıdan bakıldığında gazetecilerin çoğunun asgari geçim olanaklarından yoksun olduklarını söylemek mümkün.
Bu oldukça vahim bir durum. Aynı zamanda gazetecilerin mesleklerini nitelikli şekilde sürdürebilmek için gereken vasıfları kazanmak konusunda da ne kadar kısıtlı koşullarda olduklarını göz önüne seriyor bu manzara. Çalışanların durumu oldukça zorken diğer yandan işsizliğin de giderek artan ve kalıcılaşan bir yapısal sorun halini aldığını belirtmek gerekiyor. Uzun süreli işsizlikler gazeteciler için giderek çok daha fazla karşılaşılan bir gerçeklik halini alıyor.
“Her dört gazeteciden üçü mesleğini özgürce yapamadığını vurguluyor”
Haber üretim pratiklerinde de olumsuz bir tablodan bahsedebiliriz. Her dört gazeteciden üçü mesleğini özgürce yapamadığını vurguluyor. Sansür oldukça yaygın. Bu durum medyanın içinde bulunduğu baskı ortamının derinliğini gösterdiği kadar, sansürün doğallaşması tehlikesine de işaret ediyor. Bu noktada yalnızca sansür değil otosansür de haber üretiminin içsel bir öğesine dönüşmüş durumda. Tahmin edilebilir ki otosansür uygulamak zorunda kalmak, gazeteciler için hem mesleki hem de insani olarak oldukça yıpratıcı ve zorlayıcı bir süreç. Bu koşullara bir de tehdit, gözaltına alınma ya da yargılanma gibi pratikler ekleniyor ve bunlar gazeteciliğin maalesef “sıradan” bir parçası haline geliyor. Bu koşullar gazetecilerin içinde bulunduğu zorlu durumu ortaya sererken haber üretiminin önündeki engellerin ne kadar katmerlenmiş olduğunu da belirginleştiriyor.
Tüm bunlar gazetecilerin mesleğe ve kendilerine dönük anlamlandırma süreçlerinde de önemli etkiler yaratıyor. Gazeteciler mesleğe olan inançlarının yıprandığını belirtiyorlar. Mesleklerini özgürce yapma deneyimleri azaldıkça, yıpranmışlık ve anlam kaybı hissinin arttığını görüyoruz. Her üç gazeteciden ikisi mesleğini eskiden daha çok sevdiğini vurguluyor. Gazeteciler, gazetecilik yaparak topluma fayda sağladıklarını düşünüyorlar fakat mesleklerinin kendilerine toplumsal bir saygınlık kazandırmadığını da vurguluyorlar. Bu oldukça kritik bir memnuniyetsizlik göstergesi. Gazeteciliğin ve gazeteci olmanın giderek değersizleştiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla gazeteciler arasında mesleğin mevcut durumuna ve gidişatına dönük memnuniyetsizliğin oldukça başat bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz.
Siyasal basınçla baş etmeye çalışmak
Memnuniyetsizliği yaratan sebepler çoğunlukla hangileriydi?
Memnuniyetsizliği yaratan sebeplerin siyasal, ekonomik ve ideolojik yapılarla ilişkili olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Siyasal alanda otoriterleşmeye bağlı olarak artan baskılar, haberin üretiminde ve gazeteciler üzerinde oldukça yıpratıcı deneyimler yaratıyor. Yukarıda da değindiğim sansür, otosansür, tehdit, yargılama, hedef gösterme gibi süreçler gazetecilerde ciddi bir memnuniyetsizlik ve yılgınlık oluşturuyor. Dolayısıyla gazetecilerin mesleklerini layıkıyla sürdürmeleri konusunda oldukça büyük bir siyasal basınçla baş etmeye çalıştıklarını söylemek mümkün.
Bunun yanı sıra derin güvencesizleşme süreci de oldukça önemli bir basınç noktası olarak ortaya çıkıyor. Güvencesizlik gazeteciler için ciddi bir gelecek kaygısı oluşturuyor. Bu süreç yalnızca çalışma koşullarını değil, gazetecinin ürünü olarak haberi ve ifade özgürlüğünü de önemli ölçüde kırılganlaştırıyor. Araştırmada her dört gazeteciden üçü güvencesizliği ifade özgürlüğünü zedeleyen bir unsur olarak değerlendirdiğini ifade etti. Bu oldukça çarpıcı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Bu noktada, özgür bir medya ortamının yaratılması ve sürdürülebilir olması için gazetecilere dönük yalnızca siyasal özgürlüklerin değil, ekonomik ve sosyal güvencelerin de sağlanmasının kritik olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Memnuniyetsizliğin sebeplerinin bir diğer boyutu ise ideolojik süreçler. Uzun yıllardır gazeteciler alanında kolektif eğilimlerden ziyade bireycileşmiş varoluşların hakim olduğu bilinen bir gerçek ve bu durumun gazetecileri önemli ölçüde zayıflattığı sıklıkla vurgulanır. Meslekteki bu değerler dönüşümünün geldiğimiz noktada gazeteciler arasında ciddi bir yalnızlaşma ve dayanışma eksikliği yarattığını söyleyebiliriz. Her beş gazeteciden üçü meslektaşlar arasında güçlü bir dayanışmanın bulunmadığını vurguluyor. Bu oldukça büyük bir oran. Dolayısıyla gazeteciliğin yaşadığı kırılmada siyasal ve ekonomik süreçler kadar ideolojik etkilerin de azımsanmayacak bir payı olduğunu belirtmek mümkün.
Türkiye’deki koşullar çok daha ağır ve yoğun
Ulaşılan örneklemin büyüklüğü ve çeşitliliği açısından bu araştırmanın Türkiye’de gazetecilik alanında son yıllarda yapılan en geniş çalışma olduğu belirtiliyor. Dünyadaki literatürde de buna benzer çalışmalar var mı? Raporun bize söylediği şey sadece Türkiye’de mi böyle? Bir durum kıyaslaması yapabilir miyiz?
Gazetecilere dönük benzer araştırmalar Amerika ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılıyor. Bu araştırmaları gazetecilik örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ya da ticari araştırma şirketleri yürütebiliyor. Yapıldığı döneme, coğrafyaya ve araştırmayı yürüten kuruluşa bağlı olarak araştırmalarda ele alınan konular değişiklik gösterebiliyor. Gazetecilerin ifade özgürlüğü, mesleki memnuniyetleri ya da medya, siyaset ve gazeteci ilişkileri bu araştırmalarda çoğunlukla ele alınan konular.
Araştırmalardaki çeşitliliğe karşın kimi ortak örüntüler tespit etmek mümkün. Bu ortaklıkların başında, çalışma koşullarının uzun vadede kötüye gidiyor olması, gazetecilerin toplumsal saygınlık ve mesleki sorumluluk konusunda kayda değer bir erozyon yaşıyor olmaları sayılabilir. İfade özgürlüğü alanının daraltılıyor olması, ticarileşmenin gazeteciliği zedelemesi de temel sorun alanları olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda bu sorunların hafifletilebilmesi için yeni medyanın imkanları ve yeni tarz gazetecilik pratikleri üzerine tartışmalar da önemli gündemlerden biri haline gelmiş durumda. Araştırmalardaki sonuçlar, ülkelere ve bölgelere göre kimi farklılıklar gösterse de temelde oldukça benzer tablolar bulmak mümkün. Yine de Türkiye’deki koşulların, yaşadığımız siyasal atmosfer ve ekonomik dönüşüm nedeniyle çok daha ağır ve yoğun gerçekleştiğini belirtmeliyiz.
Süreçlerdeki bu benzerlikler dünyadaki genel sosyal durumdan elbette bağımsız değil. Toplum olmanın ve birarada yaşamanın ilkeleri, neoliberal otoriterleşme sürecinde tüm dünyada yıprandıkça, varlığını tam da bu ilkelere dayandıran gazeteciliğin yaşadığı değer kaybı da hızlanıyor. Dolayısıyla gazetecilere dönük araştırmalar yalnızca gazetecilerin ve gazeteciliğin değil aynı zamanda demokrasinin de dönüşümünü ve krizini gösteriyor diyebiliriz.
Türkiye’de gazeteci olmak kaygılı ve tedirgin bir iş
Rapor bize ne söylüyor?
Rapor bize öncelikle, Türkiye’de gazeteci olmanın kaygılı ve tedirgin bir iş olduğunu gösteriyor. Ekonomik, siyasal ve mesleki kaygıların bir bileşkesini görüyoruz gazetecilerde. Fakat bundan çok daha büyük ve yapısal bir soruna da işaret ediyor raporun bulguları. Günümüzde gazeteciliğin hem mesleki hem kurumsal hem de toplumsal olarak ciddi bir dönüşümden geçmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönüşümün yansımalarını yukarıda da vurguladığım gibi çalışma koşullarında, haber üretim süreçlerinde ve gazetecilerin mesleklerine dönük algılarında görüyoruz. Tüm bunların sonucunda bir meslek olarak gazeteciliğin toplumsal anlam ve itibar bakımından giderek değersizleştiği ifade edilebilir. Bu değersizleşme çoğunlukla gazetecilerin meslekleriyle kurdukları ilişkilerin değişmesinde, mesleğin toplumsal anlam ve değeri konusundaki motivasyonlarının yıpranmasında ve gazeteciler olarak kendilerine dönük bakışlarının aşınmasında görünür oluyor.
Bir toplumda, hakikatin aktüel bilgisini üretmekle yükümlü gazetecilerin bu denli korunmasız, güvensiz-güvencesiz ve memnuniyetsiz olmasını söz konusu toplumun demokratik süreçleri ve mekanizmaları için de kaygı verici bir işaret olarak ele almalıyız. Bu açıdan oldukça karanlık bir tablodan bahsediyoruz.
Yine de bu alanda mücadelenin bittiğini söylemek asla mümkün değil. Gazetecilerin maruz kaldıkları baskılar karşısında uzlaşma, boyun eğme ya da direnme pratiklerinin hepsinin zaman zaman kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Mesleğin günlük işleyiş ve ilişkilerinde gazetecilerin küçük ölçekli ya da bireysel yöntemlerle de olsa yarattıkları çeşitli direnç mekanizmalarının varlığını gözlemlemek oldukça önemli. Önümüzdeki dönemde bu mekanizmaların gerçek bir kolektif etkiye dönüşmesinin nasıl sağlanabileceğini düşünmemiz gerekiyor.
Gazetecileri koruyacak ve koşullarını iyileştirecek politikalar
Bu durumun düzeltilmesi için nasıl çözüm önerilerinden bahsedebiliriz?
Gazetecilerin mesleklerini layıkıyla icra etmelerinin sağlanabilmesi konusu genel siyasal dönüşüm süreciyle ilişkili görünüyor. Zorlu toplumsal koşullar altında oldukça dağılmış bir medya ortamında bu dönüşümün önemsenmesi de gerekir. Ancak değişim talebinin ve çözümün bununla sınırlı kalamayacağını da özellikle vurgulamak gerek. Medyanın ticari ve finansal yapılanmasına dönük temel bazı düzenlemeler, gazetecileri koruyacak ve koşullarını iyileştirecek ekonomik, sosyal vesiyasal güvencelerin geliştirilmesi bu konuda yapılabileceklerden bazıları. Yanı sıra ifade özgürlüğü alanının yeniden genişletilmesi, gazetecilik örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması gibi politikalar da oldukça önemli.
Ancak gazetecilerin koşullarının düzeltilmesi, özgürlük, toplumsal saygınlık, sorumluluk ve nitelikli üretimin yeniden var edilebilmesi gibi dönüşümler siyasi ve hukuki düzenlemelerin ötesinde, gerçek bir toplumsal mücadelenin konusu ve talebi haline geldiğinde kalıcı bir gerçekliğe ulaşabilecektir. Bu açıdan Türkiye’de gazetecilik mücadelesi demokratik bir toplum arayışının önemli bir parçası olarak değerlendirildiğinde ve hayata geçirildiğinde gerçek anlamda yapısal bir dönüşümden söz etmek mümkün olabilecek. Böylesi bir sürecin kendi taleplerini, kültürünü ve politika önerilerini yaratabileceği ve mevcut talepler, düzenlemeler alanını genişletebileceği de düşünülebilir.
Rapora buradan ulaşabilirsiniz.
(SO/NÖ)