Ankara'da hafta sonu düzenlenen "Türkiye Barışını Arıyor" konferansının ilk gün açılış konuşmasını, yazar Yaşar Kemal yaptı.
Kemal'in konuşma metnini aşağıda yayınlıyoruz.
"... Binaenaleyh, başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu mucibince, zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise, onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı, mevzubahis olurken, onları da beraber ifade (etmek) lazımdır. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendi kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daimi varittir." Gazi Mustafa Kemal (1923'te İzmit'te yaptığı basın toplantısından)
20'nci yüzyıl insan soyuna yakışmayan olayların yaşandığı bir yüzyıldır. Kanlı iki dünya savaşı bu yüzyılda çıktı. Büyük soykırımlar bu yüzyılda yapıldı. Korkunç bir yüzyılı arkamızda bıraktık.
Birinci Dünya Savaşı'ndan geriye kalan insanlar savaştan önceki insanlar değildi. Korkulara teslim olmuş, kendine güveni kalmamış, yaratıcılığı, kişiliği zedelenmiş, umutsuz... İkinci Dünya Savaşı'ndan kalanlar daha beter durumda. Hele 'Üçüncü Dünya Savaşı', yani Soğuk Savaş. İnsanlığımızın canına okuyan bu... İnsanlık bu savaşların yıkımından bütünüyle kurtuldu diyemeyiz. Bir de dünyayı bir ateş yumağı edecek atom savaşını beklemek... Savaşın ne zaman çıkacağını beklemek ölümü beklemek gibidir.
Bütün kötülükler yalnız savaşların sırtına mı yüklüyorsun diyeceksiniz. Elbette insanları mutsuz edenlerin hepsini savaşların sırtına yükleyecek değilim, ama çoğu savaşların işi. Savaşlar insanların ölüm fermanıdır, savaşlar üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır.
Bir yüzyılı arkamızda korkular içinde bıraktık, acılar içinde, ölümlere kanıksayarak. Ama bu yüzyılda insanlığımızı onurlandıran işler de yapıldı. Bu işler insanların yüzünü ağartan işlerdir. İnsanlık yüzyılımızın yaptıklarıyla da övünebilir.
Avrupa gittikçe üç büyük savaşın etkilerinden kurtulmaya çalışıyor. Kurtulacaktır. Bu kadar çaba boşuna gidecek değil. Avrupa Birliği boşuna kurulmadı. Ölümsüz barışlar için, kültürlerin birbirlerini aşılaması, birbirlerini beslemesi için kuruldu, savaşsız mutlu bir dünya olsun diye kuruldu. Barışa, güzelliğe, insana saygıya, insanın insanı aşağılamaması, sömürmemesine yollar açmak için kuruldu. Bu söylediklerim bir temenni değil, Avrupa Birliği'nin kurulmasının başlıca sebebi barıştır. Dokuzlar Avrupası 1973'te yayımladığı bildirgede şöyle diyordu:
"Yenildiklerini hissedenlerin yasal, siyasal ve manevi değerlerine saygıyı güvence altına almanın heyecanı .. ve geliştirilmiş bir toplum yaratma isteğiyle kurulan Avrupa, kendi kimliğini oluşturan temel öğeler olan temsili demokrasi, hukukun üstünlüğü, ekonomik ilerlemenin sosyal adalet amaçlı gerçekleşmesi ve insan haklarına saygı ilkelerini koruma umudunu taşır."
İşte Avrupa Topluluğu bu umuda sarılmıştı, çünkü üç korkunç, insanlığı yok edebilecek savaştan geçmişti. Savaşa girmeyen ülkeler de neredeyse giren ülkeler kadar savaştan etkilenmiş durumda. Bu üç dünya savaşı, dünyayı perişan eyledi. Tarih boyunca her savaş bir yıkım olmuştur. Yenenler de, yenilenler de, savaşların dışında kalanlar da aynı yıkımdan kurtulamamışlardır.
Bizim 25 yıldır süren düşük yoğunluklu çatışmalar denilen light savaşımıza gelince, birkaç kez tek taraflı ateşkes olmasına karşın bu savaşımız bir türlü bitmiyor. Nasıl, niçin bitmiyor? Bunda kimsenin bilmediği bir keramet olsa gerek. Birinci Dünya Savaşı dört yıl, İkinci Dünya Savaşı altı yıl sürdü. Bizim 25 yıllık savaşımız ne kadar sürecek hiç belli değil.
Ülkemiz bu savaştan büyük zarara, kötülüğe uğradı. Savaşanlardan 30 bin kişi öldü. Korucu dedikleri sayısı 70 bini geçmiş sivil savaşçılar bulaştı ülkenin vicdanına. 5 bin köyün birçoğunun evleri yakıldı, insanları ülkenin birçok yerine dağıtıldı. Bir kısmı açlıktan, yoksulluktan kırıldı. Faili meçhul cinayetler olağanlaştı, savaşın bir parçası oldu. Kürtlerin seçkin kişileri seçildi, faili meçhule kurban edildi. Devletin kurumlarının bir kısmını yozlaştırdı. İkinci Dünya Savaşı'na girseydik bundan daha mı kötü olacaktı?
Bu savaş Türkiye'nin belini kırdı. Halkıyla savaşan bir ülke olduk. Gittikçe insanlık gözünde durumumuz kötüleşiyor. Hiçbir koşulda bize hak verilmiyor.
Dünya, bizim kadar, bizim durumumuzu gözlüyor. Gerillanın adını terörist koyduk. Bundan da bir umut bekledik. Sözcükler her zaman her koşulda değişebilir ve bir gün işe yaramaz olur. Dışarıda önceleri, dağa çıkanların çıkmalarının sebebini bilmiyorlar, biraz da gerilla maceraları sanıyorlardı. Dağa çıkanların bir kısmı üniversitede okuyanlardı, üniversiteyi bitirenlerdi. Aşağı yukarı dağa çıkanların hepsi okuryazardı. Avrupa basını da bunlara bu kadar önem vermiyordu.
Artık bugünse dünya basını her şeyimizi biliyor. Dünyanın gözüne baka baka sürdürülecek bir savaş, bir ülkeyi çürütecek savaştır.
Bir de bu savaşa 100 milyar dolar gitti diyorlar. İstedikleri kadar desinler, doğru değildir. Giden para daha çok dolardır. Ya başka kayıplar, onların altından çok ülke kalkamaz.
Dünyadaki büyük uygarlıkların ana sebebini soracak olursak, yeşerdikleri toprakların dünyanın en verimli, iklim olarak yaşamaya en uygun topraklar olduğunu görürüz. Örneğin Mısır toprakları, Batı Anadolu, Mezopotamya toprakları... Doğu Anadolu toprakları, Güney Anadolu toprakları da bu toprakların içindedir, Batı Anadolu da, Doğu Anadolu da birçok uygarlığın beşiğidir. Doğu Anadolu topraklarının birçok uygarlığın beşiği olduğu gereğince bilinmiyor. Doğu Anadolu toprakları Mezopotamya uygarlıklarına yardım etmiştir. Fırat'ın, Dicle'nin yaptığı gibi...
Mezopotamya adını bu iki ırmaktan alır. Bu topraklar Urartu, Hurri gibi daha birçok uygarlıklara beşiklik etmiştir. Şimdi bu toprakların insanları yoksulluk içinde kıvranıyor. Bu savaştan önce bu toprakların insanları, her şeye karşın böyle yoksul, böyle bir ekmeğe muhtaç değillerdi. Savaşta sürülen köylülerin toprakları boşta kaldı. Hayvancılık bitti. Bahçeler kuruldu, arı kovanları boş kaldı. Korucular, köylerde geriye ne kalmışsa talan ettiler. Korucularla korucu olmayanlar arasında onulmayacak bir düşmanlık ortaya çıktı. Sürülmeyen köylere de yaşam zehir edildi.
Bir bölge nasıl her şeyiyle yokluğa mahkûm edildi. Otlu yaylalar, bereketli topraklar boş kaldı. Ko desinler Kel Ali'nin bağı var. Devletimiz savaş yapıyor. Halkı sürüp toprakları boş koymak... Sürgünleri de aç sefil koyarak, sürgünleri de aç sefil koyarak, sürgünlerin aç sefil çocuklarını da ister istemez dağlara yollamak... Dağlara ne kadar delikanlı gitmiş, sayısını biliyor mu hükümet?
Bir de bu tutumdan Türkiye'nin ne kadar zararı oldu biliyor mu devlet? Bu şiddetin, bu savaşın Türkiye'ye ne kadar zararı oldu biliyorlar mı sayın savaşsever milliyetçilerimiz? Bu savaşta günler geçtikçe ne kadar tükendiğimizi, tükeneceğimizi, Allah için, bir düşünen var mı, nereye gidiyoruz, bir bilen var mı?
Bir insana, bir halka ne yaparsanız yapın, bir insanın, bir halkın onuruyla oynamayın. Bu benim gençliğimden bu yana, dilime pelesenk ettiğim sözümdür. Bizim yöneticiler, bunun tersini yaptılar. Halka etmediklerini bırakmadılar. Yöneticilerin, onlardan bağımsız korucuların halka yapmadıkları kalmadı. O kadar zulümler yaptılar ki, söylemeye dilim varmıyor.
Ülkemizde milliyetçi kisvesine bürünmüş ırkçılar var, onların da dillerine pelesenk ettikleri bir sözleri var: Türk'ün Türk'ten başka dostu yok. Bir ülke halkına bundan daha korkunç söz edilmez. Hele Kürtlere böyle sözler etmemelisin. Kürtler sana gücenir. Sevgili milliyetçi dostlara söyleyeyim ki, sevinsinler, rahat etsinler. Türk'ün Türk'ten başka dostu var. Gizli saklı değil. Malazgirt'ten bu yana Kürtler Türklerle dost. Bu, Kurtuluş Savaşı'na kadar sürmüş. Kimileri yazıyor, söylüyor ki Kürtler, Kurtuluş Savaşı'nda Türklerle birlikte olmasaydı bu savaş zordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın büyük zekâsı bu zorluğu alt etti. Samsun'a çıktıktan sonra niçin kongreyi Karadeniz'de, haydi oralar deniz kıyısıdır, uygun değildir diyelim, Amasya'da, Ankara'da yapmadı? Niçin yapmadı? O büyük zekânın başka sağlam bir düşüncesi olmalıydı. Erzurum'da ordu müfettişinin emrinde olması gereken bir ordu vardı. Ordunun kumandanı Kazım Karabekir Paşa, ordu müfettişinin çağrısına geldi, emrinizdeyim Paşam dedi. Bundan sonra ordu müfettişinin yanında bir güç daha vardı. O da Kürtlerdi. Erzurum'da ona Kürtlerin mümessili olaraktan Hacı Musa geldi, onunla bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma kayıplara karışmış durumda.
50'li yıllardı, Nurullah Ataç arkadaşı Cevat Dursunoğlu ile beni de yemeğe çağırmıştı. Konuşurken söz Hacı Musa ağaya gitti. Yemekte bir arkadaş, Erzurum Kongresi üyesi Dursunoğlu'na, 'Paşanın Hacı Musa ile anlaştığı doğru mu?' diye sordu. Dursunoğlu, "İyi ki Mustafa Kemal Paşa o anlaşmayı yaptı. Koçgiri isyanını bu anlaşma sona erdirdi" dedi. O zaman Millet Meclisi'nde 93 Kürdistan mebusu var. O 93 mebus bir bildiri yayımlıyor, savaş bitinceye kadar Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeyiz diyorlar.
Bir de Lozan Konferansı var. Kürtler, Türkiye'yi değil de İngilizleri tutsalardı, bugünkü durumları böyle mi olurdu? Bir de Sovyet ihtilalinden önce Kürtlerin bir kısmı Rus Kürtleriyle birleşmişler. Çoğuluk Osmanlılarla kalmış. Kürtler, Osmanlılarla kalmayıp Rus Kürtlerine gitselerdi, sonradan gelen Sovyetler bu büyük kitleyi bir Sovyet devleti yapamaz mıydı? Öyleyse bu kadar acıyı, yalnızlığı niçin kabul ettiler? Kürtler dünyadan habersiz miydiler? Bu devlet politikasına bakarsak onlar aptal oğlu aptallardı.
Bizim devlet büyüklerimiz, gazetecilerimiz, Irak'ta Kürtler bağımsız olurlarsa bu savaş sebebi sayılmalı diyorlar. Niçin? Irak'taki Kürtlerden size ne? Kim ne sanarsa sansın, ey milliyetçi ırkçılarımız, dünyada bir tane dostumuz varsa diyelim, o da güneyimizde petrol kuyularının üstünde oturan Irak Kürtleridir.
Böyle bir dostun olması birçok dosta bedeldir. Ne yazık ki onlar dostlarından o kadar kötek yemişler ki, yoğurdu üfleyerek içiyorlar. Irak Kürtleri, Kuzey Irak'ta bağımsızlık istemiyorlar. Çünkü bağımsızlık onların çıkarına değil. Canı yürekten fedarasyon istiyorlar. Federe bir devletin içinde olmak onların daha işine geliyor.
Kimi insanlar, devlet, basın hepsi birden Kürtler Türkiye'yi bölecek de bölecek. Belki de bir bildikleri var. Belki de onlar kimsenin bilmediği bir şeyleri biliyor. Belki bu şiddetin bitip eksilmeyeceğini biliyorlar, bilmiyorlarsa da istiyorlar. Ya da bu savaşın hiç bitmeyeceğini biliyorlar, ya da istiyorlar. Belki de hiç kimse hiçbir şeyi bilmiyor.
Bir savaş ne kadar düşük yoğunlukta da olsa gene savaştır. Savaşın sürmesini isteyen devlet çok güçlü de olsa gene kayıplar verir, yıpranır. Boşu boşuna savaş sürdürenlerin güçlerinin çok işe yaramadığını görüyoruz. Savaşın acısı herkesin yüreğindedir.
Kürtler barış istiyorlar. Onların bu istekleri candan, yürekten değilse, bir oyunsa çok çabuk anlaşılır. Kürtleri dışlayan milliyetçi ırkçılarımız var. Onlar her bir şeyi konuşmakta özgürdürler. Bu insanlar dünyadan, yurdunun insanlarından habersizlerdir. Halkımız demokrasiye can attığı halde demokrasi nimetine kavuşamadık. Böyle giderse biz demokrasi nimetine kavuşamayacağız. Çağımızda bir ülkenin demokrasiye kavuşması bir ülkenin onurudur.
Yıllarca önce ben, demokrasi, Kürt sorunundan geçer demiştim. Sen milyonlarca vatandaşının dilini yasakla, kendi diliyle yazacak okuyacak okulu da yasakla. Kendi dilini araştıracak, geliştirecek üniversiteyi de yasakla... Kürtler Lozandan azınlık olarak çıkmadı. İyi ki azınlık değilmiş. Neredeyse Kürtlere yasaklanmayacak hiçbir şey bırakılmayacakmış.
Malazgirt'ten bu yana kardeş olduklar, Kurtuluş Savaşı'nda ülkelerinin kurtuluşu için birlikte çarpıştıkları, zaferde birlikte sevindikleri kardeşleri onları nasıl bir azınlık sayabilirdi. Kürtler kendilerini hiçbir zaman azınlık saymadılar. Hiçbir Kürt hiçbir zaman kendini azınlık saymadı. İnsanlıktan mahrum kılındığı halde kendini azınlık saymadı. Sürgüne, aşağılanmaya, dilinin uydurma bir dil, 'kart kurt dili' olduğunu söyleyenlere bile biz azınlığız demedi. Çünkü onlar azınlık değil kardeştiler. Hiç kimse onları kardeşlikten ayıramaz. Bin yılın adı var.
Bu 80 yıldır yasaklar olmasaydı, Kürtlerin kardeşliği unutulmasaydı, yasaklara boğulmasalardı, bugün böyle konuşmak aklımıza gelmezdi. Türk halkı kardeşliği unutmadı. Kürtler aleyhine korkunç propagandalar yapıldı. Kürtler linçlere, sürgünken geldikleri bölgelerde tekrar sürgüne uğradılar. Birileri iç savaş tetiklemeye çok uğraştılar. İşte bu topraklarda birlikte yaşayanlar, bu kışkırtmalara izini vermediler. Bu, sevinç ve umut verici bir tutumdur. Bundan önce çok fırtınalar atlattık, bundan sonra varacağımız yere kısa yoldan varacağız.
Bir de Kürt dili yok diyenler var, türlü uydurmalara başvurarak, Kürtçe çok şiveli bir dilmiş! Ya bilmiyorlar, ya pişmiş aşa su katıyorlar. Kürt dili zengin bir dildir. Zengin dillerin çok şivesi olur, her bölgede, her yörede değişir.
Kürt dilinin zengin bir edebiyatı vardır. Yazılı edebiyatı olan diller yaşamını, uzun zaman sürdürür. Kürt dilinin büyük eski destanları vardır. Bugünkü dengbejler köy köy dolaşarak destanlarını söylüyorlar, yeni destanlar da yaratıyorlar. Eski destancılardan Abdale Zeyniki daha dillerde. Hem büyük bir destan anlatıcısı hem de büyük bir şair...
Fakiye Teyran da bir dengbejdir. 14. yüzyılda yaşamış. Müküs Emiri'nin oğlu. Divanları var. Eldeki ve daha dengbejlerin söyledikleri şiirleri daha dilden dile dolaşıyor. Şiirlerinin çoğu kuşlar üstüne. Ona, Türkçeye çevirsek Kuşların Fakisi ya da Kuşların Destancısı diyorlar. Bütün ömrü kuşlarla geçmiş.
Bugün dünyada yaşayan destancılar Kırgızistan'da, daha dillerde. Destancılara Manascılar diyorlar. Bu yüzyıla kadar İrlanda destancıları vardı. İrlanda da daha folklor çalışmaları var.
Çağımızda kültür sorunu yaşanıyor. Özellikle son yıllarda kültürler üstüne çok çalışmalar yapılıyor. Kültür sorunları ülkelerin baş sorunları, özellikle Avrupa ülkelerinde... Dünyanın kültüre gittikçe daha önem vermesi boşuna değildir. İnsanı insan yapan kültürüdür. Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her çiçeğin bir rengi, bir kokusu vardır. İnsanlık her kültürün üstüne titremelidir. Binlerce kültür çiçeği, birini koparırsak insanlık bir kokudan, bir renkten yoksun kalır.
Emperyalizme kadar kültürler birbirlerini aşılamış, birbirlerini beslemişlerdir. Uygarlıklar da öyle... Tek başına kendini geliştirmiş ne bir kültür vardır dünyamızda ne de bir uygarlık.
Ülkemizin kendini, bilim adamlarından, aydınlarından sayan birtakım kişiler, çokkültürlülük olamaz diye kendilerini yırtıyorlar. Onlar büyük kültürlerin beşiği olan Anadolu'da böyle konuşuyor. Bu insanlar için konuşmak bize düşmez.
Emperyalizme kadar kültürler, ister istemez birbirlerini aşılıyordu. Emperyalizm, Rönesans'tan miras iki sözcüğü sahiplendi: ilkel ve üstün insan. Ve emperyalistler kendilerini haklı sayarak ilkel insanlara kültür ve uygarlık götürdüler.
Anadolu'ya gerçek bir demokrasiyi getirebilirsek Anadolu kültürleri gene birbirlerini aşılayacak. Anadolu'nun gene eski zamanlardaki gibi insanlık kültürüne zengin katkısı olacak.
Bir ülke insanları insanca yaşamayı, mutluluğu, güzelliği seçecekse, bu önce evrensel insan haklarından, sonra da evrensel, sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Buna karşı çıkmış ülkelerin insanları da 21. yüzyılda onurunu yitirmiş, insanlığın yüzüne bakamayacak durumlara düşmüş insanlar olarak yaşar.
Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Ya gerçek demokrasi ya da hiç. (YK/TK)
* Kemal'in konuşması, tam metin olarak 14 Ocak'ta Radikal gazetesinde yayınlandı.