Türküye, şiire yönelmiş, kabına sığmayan, daha dört beş yaşlarındayken başından olağanüstü işler geçmiş bir çocuktum. Başıma buyruk bir çocuktum, etki falan dinlediğim yoktu.
Babamı bilmiyorum, eve baş kaldırmıştım, köye de öyle. Durmadan kaçıyordum. Özgürlük, diye bir şey düşünmüyordum.
Onun ne olduğunu hiç bilmiyordum. Kafamda öyle bir kavram yoktu. Köyde her gece yaşlı köylüler sohbete otururlardı. Ben de onlara gider katılır, susarak durmadan onları, bazı günler sabahlara kadar dinlerdim.
Çoğunlukla Türkmenin eski günlerini, büyük aşık Dadaloğlunu, Kozanoğlu başkaldırısını, toprağın verimliliğini, ya da verimsizliğini, Kurtuluş Savaşını anlatırlardı. Bizim köyde dinsel söz çok az edilirdi. Köyün bir camisi vardı minaresi olmayan...
Gezgin ozanlar beni çok etkiledi.
Ben de onlar gibi iş sahibi bir ozan olmak istedim ve çalıştım...
***
“Kendini bildi bileli" hep yazmak isteyen çocuk, yaşamını kazanmak için çeltik tarlalarında su bekçiliği, traktör şoförlüğü, pamuk toplayıcılığı, ırgatlık yaptı durdu. Tek amacı yazmaktı.
Çok yıllar sonra bir gün köye gittiğinde anasının sandığında bir not defteri buldu... 1941 ve 42 yılları yazında, ırgatlık yapmaya hazırlandığı günlerde, tuttuğu günlüktü bu...
***
13 Mayıs 1941
Bir umut ışığı belirdi. Anama söyleyemiyorum. Çete Mustafayı gördüm. Bana dedi ki, yakında bir işe başlıyorum. Sülemişin yanından bir çeltik arkı açacağım. Yakında dağ kolundan işçiler gelecek. Benimle çalışırsın. Ama sen çok zayıfsın… Ark işi ağır iştir. Yapabilir misin?
Ölsem bile çalışmaktan, ne olursa olsun yapacağım. Başka çarem yok. Demek ben artık işçi oluyorum. Gerçek bir işçi hayatı yaşayacağım. İstihsale gücümle katılacağım.
Sevinç içindeyim. Ama içimde bir de korku var. Ya bu işi beceremezsem! Sabahtan akşama kadar kazma sallamak… Gözümün önüne getiriyorum. Öf, amma da zor iş. Dayanamaz ölürüm.
İkindi üstü bahçeye gittim. Usta da evde. Emiş Bacı: “Kemalim aç mısın?” diye sordu.
“Bacım” dedim, “bir acıktım ki…”
Bulgur pilavını hemen ısıttı. Taze soğan, ayran da koydu sofraya. Usta da oturdu sofraya.
“Usta, dedim. “bir iş buldum.”
“Ne işi?” diye Usta merakla sordu.
“Çeltik arkı açacağız.”
Usta şaşırır gibi oldu. Sonra bana şaşkınlığını belli etmemek için güldü.
“Şevkini kırmayım ya deli oğlan,” dedi. “Bu zor bir iştir. İki kürekte, iki kazma sallamada kolların durur. Hele sabahtan akşama kadar, mahvolursun. Bilmem ama, dayanabilir misin?
Ustaya:
“Dayanırım, dedim.”
Yatsıya doğru Ustalardan ayrıldım. Anama nasıl söyleyeceğim, ark işinde çalıştığımı? Kıyameti koparır. Koca Sadığın oğlu ark amelesi de olur muymuş, diye basar çığlığı.
Söylememeğe karar verdim. Bir iş buldum derim ama, işçilerin başında kâtiplik işi.
Gece, anam uyumamış beni bekliyordu.
“İş buldum,” dedim. “Bir kâtiplik işi. Çete Mustafa ark kazdırıyor. Çok işçi geliyor dağlardan. Onların hesaplarını tutacağım.”
Anam sevincinden ağlamaya başladı.
“İşte,” dedi, “bu kâtiplikten kazandığını hiç eve getirme. Hepsini hepsini fukaralara ver. Ben sana hiç bir şey der miyim? İşte fukaralara böyle yardım edilir.”
O gün anam mutluydu. Ben de yatağa mutlu girdim. Yatağa sevinçle girdim. Sevincimden sabaha kadar gözüme uyku girmedi.
Aaah, yarın başlasa şu iş. Ne kadar zor olursa olsun. Zor olsun. Ne kadar zor olursa olsun.
16 Mayıs 1941
Bugün Çete Mustafanın evinin dört yanında kuşluğa kadar dolandım. Ama Çeteye gözükmedim.
Gene Savrun kıyısına vurdum. Suya girdim. Hayal kurdum. Bir iş bulmuştum ya… Nasıl olsa bir gün başlayacaktım.
Gece eve geldim. Anam yemek yememiş, beni bekliyor. Yağlı bir bulgur pilavı yapmış.
Sabun getirdi. Bugün anam çok cömert.
“Elini ayağını yu,” dedi. “İşten geliyorsun. Çok yorulmuşsundur. Yavrucuğum…”
Bu, “yavrucuğum.” sözcüğünü ilk olarak Türkçe söyledi.
Bir çok utandım ki….
***
Adı “Aşık Kemal"e çıktı. 9, 10 yaşlarından başlayarak, halk şairiydi. Çukurovanın büyük gezginci destancılarından öğrendiği destanları Toroslarda köy köy dolaşarak anlatırdı. Bu bir deri bir kemik genç, Köroğlu anlatmakla ünlenmişti. Ayağında kara şalvar, elinde bastonu, beli bükük, anlatırdı. (“Öyle dik durursan, inandırıcı olmaz!”) Destanı anlattıktan sonra, cebinden sarı defterini çıkarır, “ağıt topluyorum” derdi. Ve analar, bacılar, başına üşüşür, ona ağıt yazdırırlardı.
"Eğer modern edebiyatla karşılaşmasaydım, ki karşılaşmam tesadüftür, bir destancı olurdum," diyordu.
“O tesadüf”, Adana'da Ramazanoğlu kütüphanesiydi. Kütüphanede bulunduğu söylenen 30 bin kitap ona emanetti. Kütüphanede memur olarak çalışıyordu. Artık işi gücü okumaktı... Yüzlerce yıllık destansı anlatıyla, çağdaş edebiyat arasında o eşsiz köprünün taşlarını döşemeye çoktan başlamıştı.
***
Yaşamla, kitaplarla kendimi zenginleştirmeye çalışıyordum. Bir merakım doğayı yaşamaksa, onu gözlemlemekse, ikinci merakım da insanları yaşamak, insanları gözlemlemekti. Bir de sosyalizmdi en büyük tutkum. İnsanların sömürülmesi, açlığı, çalıştıkları halde kazanamamaları beni derinden yaralıyor, insanlığın bu inanılmaz kötü, adaletsiz durumuna baş kaldırıyordum...
Bir işe girdiğimin haftasında, on beş gününde polis beni arayıp buluyor, işten çıkarılıyordum. Haydi, başka iş...
Böyle böyle, iş, iş, köy, kasaba Çukurovayı dolaşıp duruyordum. İnsanın eşitliği, ezilmemesi, aşağılanmaması benim için kutsaldı.
En uzun iş olarak gazetecilikte kaldım. Sebebi de epeyce bir kurnazlıktan dolayıydı.
1951 mayısında Cumhuriyet gazetesine girdim. Cumhuriyete beni gazetenin sahibi Nadir Nadiyle dost olan Arif Dino önermiş, ona, “size çifte kavrulmuş yontu gibi bir delikanlı veriyorum,” demişti. Gazeteye girdiğimde, ilk röportajım için Anadolu'ya çıkarken Ankarada Abidin Dino'ya gittim. Ona sevinçle Cumhuriyet gazetesine girdiğimi söyledim.
Adım o zaman Kemal Sadık Gökçeliydi. Abidin Dino dedi ki, sen bu adla gazetede bir ay kalamazsın, polis seni öğrenir öğrenmez gazeteden attırır. Orada adımı değiştirdik ve adım Yaşar Kemal oldu. (YK/BA)
* Heybeliada Kütüpahane Girişimi'nin 11 Nisan 2015 günü düzenlediği Yaşar Kemal anmasında sunulan Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor kitabından derlenen bu metin Ayşe Semiha Baban ve Zeynep Oral'ın katkılarıyla hazırlandı.
* * Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Yapı Kredi Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2014 (İlk Basım 1992)