Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye Başkanlığı'nın önerisi ve Genel Sekreter Thorbjorn Jagland tarafından bir seçkin şahsiyetler grubu oluşturuldu. Başkanlığını Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'ın yaptığı bu grubun temel hedefi "Avrupa'da birlikte yaşamak" konusunda karşılaşılan son sorunları ele alıp, tartışıp, hükümetlere öneri ve tavsiyelerde bulunmak.
Avrupa çapında uzman kişilerin yer aldığı dokuz kişilik grupta Türkiye'den akademisyen ve siyaset bilimci Ayşe Kadıoğlu görev alıyor. Grup, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da, "Avrupa'da birlikte yaşamanın" kurallarının nasıl belirleneceği, entegrasyon, çokkültürlülük, farklılıklara saygı gibi gündem başlıkları hakkında bir sonuç raporu sunacak.
Avrupa Konseyi Seçkin Şahsiyetler Grubu'ndaki Türkiye'den üye Ayşe Kadıoğlu, grubun sunacağı sonuç raporuyla, "birlikte yaşamak düşüncesinin pekiştirileceğini" düşünüyor.
Kadıoğlu, "Birlikte yaşamak kavramına yeniden yaşam vermek, içine hayat üflemek ve insan haklarıyla uyumlu bir hale getirmek istiyoruz. Çünkü bunun imkânsız değil mümkün olduğunu düşünüyoruz" diyor. Kadıoğlu'yla Avrupa'da çokkültürlülüğü ve sunacakları raporu konuştuk...
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İstanbul'da Sabancı Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörüyüm. Eğitimimin ilk yıllarına göç çalışmalarıyla başlamıştım. Ama son 15 yıldır çalıştığım konular arasında özellikle vatandaşlık çalışmaları öne çıkıyor. Bunun dışında Türkiye'nin siyasi düşünce tarihi ve durumuyla ilgili makalelerim var. Kadın ve islam konusu, ideolojiler konusu, liberalizm, faşizm, muhafazakarlık konularında çalışıyorum ve bu konularla ilgili dersler veriyorum.
Avrupa Konseyi Seçkin Şahsiyetler grubuna dahil olma süreciniz nasıl gelişti?
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nden gelen bir davet mektubuyla başladı bu çalışma. Bu proje "birlikte yaşamak" konusuna odaklandığı ve vatandaşlık çalışmalarıyla çok fazla ilgili olduğu için, benim için oldukça heyecan verici.
Akademideki çalışmalarımız çok küçük bir camia içinde tüketilir, akademi içindedir. Bu proje ise bana çalışmalarımı başka bir alana taşıma, gündelik dile tercüme etme fırsatı verdi. Beni zorluyor da o anlamda. Bu da tabi önemli ve heyecan verici bir durum.
Peki, bu gruptaki çalışma yönteminiz ve görevinizden bahsedebilir miyiz?
Bu bağımsız hareket eden bir grup. Herhangi bir kurumun kimliği ya da hangi ülkeden olduğumuzun önemi yok. Bir masa etrafında oturuyor ve tamamen tartışmanın ilerleyiş şekline göre söz alıyoruz. Her toplantıda belli konulara odaklanmaya çalıştık. Bu toplantılara, hangi konuya odaklanıyorsak o konularda çalışan üç-dört uzman çağırılıyor. Bunları biz öneriyoruz.
Genelde izlenilen yöntem şöyle: Önce biz kendi aramızda bir toplantı yapıyoruz, sonra uzmanlarla toplantı yapılıyor. Onlar kısa sunumlar hazırlamış olarak geliyorlar. O sunumların arkasından onlara sorular soruluyor. Not alıyoruz. Zaman zaman da e-postalarla haberleşiyoruz.
İlk toplantımızda konuların belirlenmesine odaklandık ve "birlikte yaşamaya ilişkin sorunlar nelerdir" sorusu etrafındaki temel sorun alanlarını tanımladık. Romanlar'la ilgili sorunların tespit edildiği, konunun uzmanları tarafından bize aktarıldığı bir toplantı yapıldı. Sonra göç ve müslümanlık etrafında sorunları tespit eden ve bunları bize aktaran uzmanların bulunduğu bir toplantı yapıldı.
"Kimlik meseleleri siyaseti ele geçirdi"
Birçok ülkede "bir arada yaşamak" konusu eski yıllara oranla, hiç olmadığı kadar çok tartışılıyor. Avrupa'nın önde gelen ülkelerinden örneğin Almanya ve Fransa'da göçmenleri kapsayan kanunlar hazırlanıyor, yabancı vatandaşlar üzerinden siyaset yapılıyor, çoğu zaman ise bu durum seçim malzemesi olarak kullanılıyor. Bu durumun nedenleri nedir? Neden son yıllarda arttı bu durum?
Aslında son yıllarda arttı demek belki de o kadar doğru değil. Sorunlar hep vardı ama biraz daha görünür oldu. Aşağı yukarı 15 yıldır Avrupa'da bir değişim yaşanıyor. Mesela Avrupa Birliği İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan sorunlar, çatışmalar tekrar olmasın düşüncesiyle, bir takım değerleri öne çıkaran bir birlik olarak kuruldu.
Bu değerler içinde demokrasi var, insan hakları var, hukuk devleti ilkesi var. Dolayısıyla "Avrupa değerleri" dediğimiz bir değerler dizisi var. Son zamanlarda ise kimlik konusu daha öne çıkmaya başladı. Bunun öne çıkması biraz da siyasetin getirdiği bir değişimle ilgili sanıyorum.
Modern siyaset sol-sağ arasında cereyan eder. Mesela Fransa'da seçimler iki turludur, iki hafta sonu yapılır. İkinci hafta sonu seçimler yapıldığında bir sağdan, bir de soldan siyasi parti kalır. Oysa Fransa'da 2002 seçimlerinde ikinci tura iki sağ parti -Le Pen ile Chirac'ın lider oldukları partiler- kalmıştı.
İki sağ partinin ikinci tura kalması ilginç bir durumdu. O seçim belki de sol-sağ siyasetinin bitmesinin bir sembolü olarak algılanabilir. Dolayısıyla siyasette son zamanlarda sağ-sol çatışması yerine kimliğe dair konular öne çıkmaya başladı.
Bu durumun nedeni nedir?
Bunun nedenlerinden biri nüfus hareketliliği. Bir kere Avrupa'ya doğru büyük bir göç yaşandı. Bu göç yirminci yüzyılın ortasında hükümetler arası anlaşmalarla başladı. Mesela Türkiye ile Almanya arasında ikili anlaşmalar yapıldı. Göç olgusu böyle başlamıştır 1960'ların başlarında. Bu göçmenler ilk başta sadece işçi olarak düşünüldü ve öyle talep edildi Türkiye'den.
Bunların bir süre çalışıp geri dönmeleri beklendi. Ama geri dönmediler. Aileleri geldi ve kaldılar. Böylece farklı kimlikler bir arada yaşamak durumunda kaldı. Bazen belli mahallelere yoğunlaştılar.
Bu aynı şekilde Fransa'da, Hollanda'da da böyle oldu. Ortadoğu'dan, Kuzey Afrika'dan göçmenler geldi bu ülkelere. Max Frisch'in önemli bir ifadesi vardır; "Biz işçiler çağırmıştık, insanlar geldi." Dolayısıyla farklı kültürlerden insanların "birlikte yaşama durumu" ortaya çıktı. Siyasetin de ana ekseni buraya doğru çekildi. Kimlik siyaseti daha çok gündemimize girdi.
Peki ülkeler artık çeşitliliğe tahammül göstermiyorlar mı? Globalleşen dünyada artık mazur görülmesi beklenen birlikte yaşam, dünyada yükselen ırkçılık ve milliyetçilik gibi tutumlarla bir çıkmaza mı sürükleniyor?
"Birlikte yaşamak" ifadesi konuya pozitif yaklaşırsanız kullanabileceğiniz bir ifade. Ama farklı ifadeler de kullanılıyor: Çokkültürlülük deniliyor, kültürlerarası ilişkiler deniliyor.
Bu yeni çıkmış bir şey değil. Irkçılık da keza yeni yükselen bir şey değil. Ama bazı dönemlerde daha görünür oluyor. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı öncesinde, 1933'te, Almanya'da Nasyonel Sosyalist rejim iktidara daha en baştan ayrımcılık ifadeleriyle gelmişti. Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonrası politikalar bunun bir daha olmaması dileği üzerinden şekillendi.
Mesela Avrupa Konseyi bünyesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bu amaçla ortaya çıktı. Ama tabi ırkçılık, ayrımcılık yok olmadı ve son zamanlarda siyaset de daha çok bu eksende cereyan etmeye başladı. Yani kimlik meseleleri bir yerde siyaseti ele geçirdi.
"Dışlayarak siyaset yapmak popülarite getiriyor"
Avrupa'daki bazı siyasilerin açıklamaları oldu. Mesela Sarkozy, Merkel gibi siyasiler çokkültürlülüğün çöktüğü ya da başarısızlığa uğradığı yönünde görüş bildirdiler. Nedir birlikte yaşamanın sıkıntıları? Bir siyaset bilimci olarak siyasilerin bu konu üzerine yaptıkları söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür açıklamalar siyasette popülarite getiriyor. Böyle bir talihsiz durum var ortada. Siyasette bu tür içe dönük bir kimlik ve bunun ayrıcalıklarını sahiplenmek, başkalarını dışlayarak siyaset yapmak popülarite getiriyor ve dolayısıyla istismar ediliyor. Hem siyasi parti liderleri hem de medya bunu yer yer istismar ediyor.
Çünkü kavgacılığın ve daha basit dile indirilmiş siyasi çatışmaların talihsiz bir popülerliği var. Fakat "Bu çok kötü bir şey" deyip, seçkinci bir bakış açısıyla bunu eleştirmek işi çözmüyor. Bunun niye böyle olduğuna bakıp, bununla halleşmek gerekiyor.
Peki, bu tarz ve yaklaşımlar neden popüler oluyor?
Ben insanların doğuştan bu tür kimlik duygularına daha yatkın olduklarını düşünmüyorum. Bulunduğunuz ortama göre çokkültürlülüğe açık da olabilirsiniz kapalı da. Bugün kimlik konuları öne çıkmaya başladığından beri, siyaset kültürler arasında "Köprü kurabiliriz" diyenler ile "Hendek kazalım" diyenler arasında cereyan etmeye başladı. Hendek kazalım diyenler daha popüler oluyorlar zaman zaman. Bir de köprü kuralım diyenler var.
Her iki yaklaşım hem sol hem de sağ siyasetin içinde var. Özetle, farklı bir eksen geldi siyasetin içine. "Birlikte yaşayabiliriz, çaba gösterilse bu mümkündür" diyen ve bunun yönetilebileceğine inanan bir grup hem siyasette var hem de kamuoyu ve medyada var. Bir de bunun mümkün olmadığı üzerinden prim yapan gruplar var.
Tam da bu noktada, hükümet ve otoritelere çokkültürlülüğü açıklamak, onların birlikte yaşamayı prensip olarak yorumlayabilmeleri için ne tür somut yaptırımlarda bulunulabilir?
Burası işte zor kısım. Biz bu çalışmada "birlikte yaşamak" düşüncesine yeni bir enerji katmak ve bu düşünceyi yeniden üretmek istiyoruz. Özellikle Avrupa'da ama aslında dünyanın her yerinde ırk, din, dil, cinsiyet temelli ayrımcılıklar ve farklı kimlik grupları var. Bu kimlik gruplarının bazıları bireyi yutabiliyorlar. Dolayısıyla hem gruplara yapılan ayrımcılıklar hem de grupların kendi içlerinde yaptıkları ayrımcılıklar var. Mesela bazı kimlik grupları içinde kadınlar aşağılanabiliyor.
O zaman diyorsunuz ki; her türlü farklılık saygıya şayan mıdır? Farklılıklara saygılı olmak önemli ama diyelim ki bazı farklı gruplar kendi içlerinde insan hayatına saygı duymuyorlar ve eşitlik temelinde hareket etmiyorlar o zaman ne olacak? Aslında o kadar çok sözleşme var ki. Her şeyden önce yarım yüzyıldır gündemde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) var, Birleşmiş Milletler'in (BM) çeşitli sözleşmeleri var. Temelde bu uluslararası sözleşmeler bireye çok değer verirler.
Kimlik grupları da bireyi ezmedikleri, eşitlik prensibine, bireyin temel haklarına zarar vermedikleri sürece kıymetlidirler ve saygıya şayandırlar. Demek ki çokkültürlülüğün temelinde insan hakları olması anlamlı. Avrupa değerleri dediğimiz de budur zaten. Bugün bu değerleri pekiştirmek önemlidir.
Bu söyledikleriniz sadece Avrupa'da mı görülüyor yoksa dünya üzerinde başka ne tür örnekleri var özellikle yabancı düşmanlığı, İslamofobi, Yahudi düşmanlığı gibi akımların?
11 Eylül sonrasında dünyanın her yerinde ayrımcılığa yatkın bir ortam oluştu. Bu durum ABD'de de var. İlk başlarda daha açık bir şekilde vardı. 11 Eylül Müslüman karşıtlığını tetikledi. Çünkü Müslümanlık terörle ilişkilendirildi. İnsanlar örneğin uçağa bindiklerinde, Müslüman olduğu dış görüntüsünden anlaşılan insanlarla beraber oturmak istemediler. Bunu da hiç çekinmeden, rahatlıkla söyleyebilecek hale geldiler.
Bir yerde Huntington'ın söylediği "İslam ve Batı arasındaki medeniyetler çatışması doğru çıktı" demek noktasına gelindi. Hâlbuki medeniyetlerin çatışıp çatışmayacağı yani birlikte yaşayıp yaşayamayacağı devlet politikalarıyla belirlenir. Uluslararası kuruluşların da bu politikaların birlikte yaşamayı sağlayabilecek yönde gelişmesine çok büyük katkısı var.
Yani medeniyetler kendiliklerinden çatışmıyorlar. Burada aslında medeniyetler değil devletler aktör durumunda. Medeniyetler arası iletişim ve birlikte yaşamayı sağlamak mümkün.
"Birlikte yaşamak olgusuna vurgu yapıyoruz"
Mayıs ayında seçkin şahsiyetler grubunun sunacağı rapordan kişisel beklentileriniz nedir? Bu raporun sonuçları sizce ne yönde olur? Ne gibi somut kazanımlar getirir?
Her şeyden önce, bu rapor ile "birlikte yaşamak düşüncesi"nin pekiştirileceğini düşünüyorum. Bu rapor sadece Avrupa'da değil, dünyanın her yerinde gündemde olan önemli konulara değineceği için ilgi çekecektir. Bunlardan birisi çokkültürlülük.
Çokkültürlülük çok istismar edilmiş bir kavram. Çokkültürlülükten birçok farklı insan farklı şeyler anlıyor. Çokkültürlülük deyince, bazı insanlar birbirine değmeden, paralel olarak yaşayan "Sen bana dokunma, ben sana dokunmayım" ifadesinde somutlaşan bir durumu anlıyorlar. Kimlik grupları içinde ne olduğu bizi ilgilendirmez gibi bir yaklaşım içinde oluyorlar. Biz -gruptaki çalışmamızda- daha ziyade "birlikte yaşamak" olgusuna vurgu yapıyoruz.
"Birlikte yaşamak" kavramına yeniden yaşam vermek, içine hayat üflemek ve insan haklarıyla uyumlu bir hale getirmek istiyoruz. Çünkü bunun imkânsız değil mümkün olduğunu düşünüyoruz.
Öte yandan, yine sadece Avrupa'da değil dünyada da çok sık tartışılan ve çok önemli olan konular arasında nefret söylemi ve ifade özgürlüğü gibi konular var. Birlikte yaşamak konusu ister istemez nefret söylemi ve ifade özgürlüğü gibi konuları da gündeme getiriyor. (AS)