Zavallı Türkçe hocamız bu büyük Türk büyüğüne karşı edilen 'küfür' karşısında haklı olarak kendini tutamadı ve milli bir şuurla bizlere haykırmaya başladı. Bizler şaşırmış, bu şaşkınlıkla kendimizi kaybedip Mimar Sinan'ın bir devşirme olduğunu, bunu Meydan Larus'un bile yazdığını, eh bir devşirmenin Ermeni olmasa bile tabiatiyle Hıristiyan olması gerektiğini söylemiş bulunduk. Hocamız tez Meydan Larus'un sınıfa getirtilmesini buyurmuş, ansiklopedi sınıfa getirilip Mimar-ı Azam'ın devşirme olduğu tasdik olunca da, bizden bir halt olmayacağına kani olan hocamız sınıfı terk eylemişti...
Tabii ortalık sakinleşince bizler yediğimiz haltın farkına vardık ve bu işi başımıza açan arkadaşı ömür boyu uzun eşekte belini doğrultamama cezası verdik ama, ilahlar daha ciddi kurbanlar istemekteydi. Neyse, biz bu mevzunun kapandığına ikna olduk ve Türkçe hocamıza kalan derslerde daha bir yaltaklanmaya, süs pus oturup gözünün içersine bakmaya başladık Öyle ki Papa Pius'a Türk dense bile sesimizi çıkartmayacaktık
Lakin ders yılı sona erip de ben ve diğer maktul arkadaşım 'H', karnemizi aldığımızda bir de ne görelim? En az 8 olması gereken karne notumuz l gelmiş, bırakın garantilediğimiz teşekkürnameyi (çünkü sınıf l. ve 2.siydik) tek dersle sınıfta kalmıştık. Okul yönetimine bir yanlışlık olduğunu söyledik ve inceleme talebinde bulunduk. Hakikaten de ilk dönem karne notum 8 di ve 2. dönem de yapılan üç yazılının da ortalaması 7 idi. Lakin hocamız milli şuuru idrak edebilmemizin, teşekkürname almamızdan daha mühim olduğunu düşünmüş, ve bizlere kanaat notu olarak yan yana beşer tane bir vermişti.
O sıralar babam bir yurt dışı seyahatindeydi. Ama 'H'nin babası işin peşini bırakmamış, yakın dostu Milli Eğitim Müdürü'nden inceleme talep etmişti. Okula müfettişler geldi ve 'H'nin notlarında yapılan inceleme sonucunda kusur tespit edilerek 'H'nin teşekkürnamesi kendisine verildi. Ben ise Eylül ayında yapılan ikmal sınavına girmek mecburiyetinde kaldım ve 10 alarak sınıfımı geçtim.
Okul yönetimi biz kendilerine başvurduğumuzda yapılan kusur bu kadar açıkken niye müdahale etmemişler, müfettişler 'H'nin hakkını iade ederken aynı vaziyette olan bana niye aynı hakkaniyeti göstermemişler, Türkçe hocamız böyle açık bir suç işlediği halde niye okulumuzda öğretmenlik yapmaya devam etmişti bilmiyorum. Bildiğim tek şey, tüm bu olanların tek mesulü tarihti, bilmediğimiz, yanlış bildiğimiz tarih...
Şu günlerde kutladığımız 27 Mayıs ihtilali, ordunun Demokrat Parti (DP) iktidarından evvel kendi içinde kendine yaptığı bir darbedir. Bu günlerde de Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) tepkili olduğu söylenen 'Genç Subaylar şaiyası o zamanlar da vardı. Öyle ki, DP yanlış bir manevra yaparak, ustalıkla DP'nin altını oymaya çalışan Cumhuriyet Hayk Partisi (CHP), daha doğrusu İnönü'ye karşı 'Tahkikat Komisyonu' kurduklarında, sokağa bu genç akademi öğrencileri dökülmüştü.
Gerçekten DP'nin bu tutumu ve CHP yanlısı basın üzerinde kurduğu baskı, hapsedilen yazarlar, iktidara demokrasi iddiasıyla gelmiş bir hükümet için ağır bir darbeydi. Bunun üzerine ordu ikiye bölündü...
Menderes'in yakın arkadaşı olan Genelkurmay Başkanı Endelhun Paşaya karşı, başlarında Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel'den başlayıp albay rütbelerine kadar inen bir oluşum başladı. Bu oluşumun en büyük desteği ise halktan ziyade akademi öğrencileriydi...
Biliyorsunuz; 27 Mayıs Askeri darbesinden sonra ülke her on yılda bir gelen darbelerle bir türlü kendisine gelemedi. 27 Mayıs'ın mimarları, G. Petrof'un 'Zambaklar Ülkesi' romanından esinlenmiş, ve ülkeyi Atatürk'ün belirlediği ilkeler doğrultusunda gelişmiş bir batılı devlet yapma idealine samimiyetle inanmışlardı ama, ihtilalin sonuçları hiç de böyle olmadı.
Sistem halkından hep korktu. Başıboş bırakılan halkın, dış güçlerin, ithal rejimlerin maşası olacağına inanıldı. Kurtuluş mücadelesinde yaşanan ve sonrasında Menemen Olayları ve İzmir suikastleri gibi simgesel başkaldırılarla hortladığı zannedilen nahoş vakalar zihinlere hep benzer olaylar gelecekte de tekerrür edebilir endişesini kazıdı. İşte silahlı kuvvetler, bu özetin neticesin-de sistemin bekçisi olarak, benzersiz bir rejim enstrümanı haline geldi. Son günlerde AKP iktidarına karşı oluşturulmaya çalışılan da aynı refleks...
Ülkeyi, sürekli, kendi kendimizden kurtararak iç barışı tesisi edemeyeceğimize göre, Türkiye'nin bu hassasiyetini ticari bir mala dönüştüren DTT'yi (Derin Türkiye Teşkilatı) gizlendiği ininden elbirliği ile çıkarmalıyız. DTT'nin asıl korkusu, henüz 8 aylık icraatının ilk gününden beri yıpratmaya çalıştığı AKP değil tabii ki. Gittikçe özgüveni yerine gelen Türkiye onları fevkalade korkutmakta. Türkiye'nin yüzü ve yönü Avrupa'dır ve son Irak Savaşı'nda aldığı tavır ile ülkemiz Avrupalı olabileceğini AB'ye göstermiştir, işte gelecekteki sürpriz gelişmeleri fevkalade sezen DTT, askerin özellikle gericiliğe olan hassasiyetini kaşıyarak olmayan bir sürtüşme, restleşme ve gerginlik yaratma peşindedir ki, Genelkurmay Başkanı'nın son açıklamasıyla hayal kırıklığına uğramışlardır.
Aferin Sertab, aferin Nuri Bilge Ceylan, aferin Pamuk, aferin sivil Türkiye... (NK)