Bu senenin 24 Nisan'ına erişmekle, Ermenilerin uğradığı büyük bir trajedinin sembolik başlangıcı olan tarihin 93. sene-i devriyesine de ulaşmış olduk. 1915 trajedisinin Ermeniler için ne manaya geldiği aşağı yukarı belli... Amma velakin, acaba tüm bunların yaşandığı bu coğrafyada diğer halkların hisleri nasıldı? Onlar neler hissetmişlerdi ve onların torunları bugün neler hissediyorlar?
Bunları bunca hengame içerisinde bilmek, duymak pek mümkün değil. Çünkü bu mesele bu kadar önemli bir insanlık trajedisiyken, bu toprakların, yan yana yaşayan halkların dengesini bu kadar bozmuş ortak bir dertken, hâlâ yabancı parlamentoların, dünyayı kana bulayan hegemon güçlerin en yüksek temsilcilerinin ağızlarından çıkacak cümlelere odaklanmış bir sığlık içeriyor.
Türkiye için, senede bir, ya da her parlamento kararı öncesi mümkün olan en az zararla savuşturulması hedeflenen netameli bir konu. Ama sadece bu kadar! Ne acı... Kendimizle, tarihimizle kurduğumuz ilişki bakımından ne üzücü!
Bu sorun sadece Ermenileri değil hepimizi ilgilendiriyor
Oysa 24 Nisan tarihiyle özdeşleşen ve öznesinde tüm olumsuz halleriyle sadece "Ermeniler'in" bulunduğu bu trajedi sadece Ermeniler'in değil, tüm coğrafyanın dengesini, toplumsal banşını ve tüm siyasetini temelden sarsan, şirazesinden çıkaran bir sorun ve hepimizi ilgilendiriyor.
Ermeni meselesi, 1915 trajedisini merkez alsa da, 19. yüzyılın, yani Abdülhamit'in bu sorunu algılama ve çözme biçiminin talihsiz bir biçimde Ermeniler'in bu coğrafyanın bir aidiyeti değil, yabancı bir tehdit unsuru olarak algıladığı son çeyreğinden beri nerede duruyorsa, aslında hâlâ o yerde sayıyor.
İttihatçılar'ın Alman etnik mücadele yöntemleriyle geliştirdiği Abdülhamit politikası büyük bir felakete yol açtı. Bir halk hiç hak etmediği bir şekilde muazzam bir bedel ödedi. Müslüman halkların ödediği bedelle birlikte, o günlerin acılannın yol açtığı toplumsal ayrışmaların etkileri bu günümüzü hâlâ belirliyor.
Ermeni sorununu çözmek üzere "en münasip yol" olarak günümüzde dahi savunulan tehcir uygulamasının sorunu çözmediği ortada. Ermeniler'in tüm coğrafyadan, o veya bu şekilde kazınmış olmalarına rağmen, var olmayan bir halk üzerinden Türkiye'nin bedel ödemeye devam ettiği de bir gerçek.
Türkiye'nin muteber Ermeni politikası 150 yıl evvelki anlayışın tahakkümü altında debeleniyor. Her 24 Nisan'da diasporanın bir kısmı taarruza, Türkiye de savunmaya geçiyor. Artık kimsenin kulak asmadığı hamaset, önyargı ve hatta ayrımcılık kokan tezler, tekrarlandıkça inanılırlık kazanacakmışçasına savunuluyor.
Biz, sıradan insanlar, ne hissediyoruz?
Bu yöntem, sorunu sahiplenmiş görünen aşırılıkçıların inisiyatifleri ellerinde tutmalarına neden oluyor. Ermeni sorununun çözümü önündeki tek engel sadece bu da değil. İnisiyatifin marjinallerin elinden alınması bir yana, Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin neredeyse donmuş olması, Türkiye'nin muhatap bulma ve uluslararası ölçekte kabul ve itibar görecek adımlar atılmasına da engel.
Bu arada kronometre geri sayıyor ve diasporanın bir kısmına mensup Ermeniler 1915'in 100. yıldönümünde başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere soykınmın tüm parlamentolarda kabul görmesi için uğraşıyorlar.
Verdiğim tafsilatlar konu ile ilgili olan çoğu kişinin zaten bildiği şeyler. Ama çok da umursanmayan, kayda geçmeyen en önemli sorun, tıpkı 1915'te olduğu gibi, bugün de biz sıradan insanların neler hissettiğinin hiç önemli olmaması, dikkate alınmaması.
Ermeniler, Türkler ve diğerleri nejer hissediyorlar? Diaspora denilen mevhum, sadece Türkiye düşmanlarından mı oluşuyor? Öte yandan, Türkiye'de bir şekilde 1915'in izlerini üzerinde taşıyan, aile ağaçlarının bir dalında, ya da tam kökünde Ermenilik olan on binlerce, belki de yüz binlerce insan neler hissediyorlar. Türkiye'de kalan bir avuç Ermeni ise, her 24 Nisan'da olur da başlan belaya girer diye kiliseye, mezarlık ziyaretlerine bile gidemezken ne düşünüyorlar?
Anadolu'da ölüler hep geri döner
Böylesine büyük bir acı görmezden geliniyor, yası bir türlü tutulamıyor. Halbuki bu acı hepimizin; çünkü sadece Ermenilere değil, hepimize büyük zarar verdi.
Psikiyatri biliminin, usulüne uygun gömülmeyen ölülerin geri döndüklerine dair bir iddiası vardır. Burada ihlal edilen usulden kasıt, kişinin kaybettiği yakınının yasını bir türlü tutamaması ve bu nedenle de yasın patolojik bir hale gelmesi, yani kalıcı depresyona yol açmasıdır. Bu kayıp hepimizin ise, toplumca neredeyse bir asırlık bir kaybın yasmı tutamayan da bizleriz.
Sıradan insanlar olarak bizlerin tek isteği acımızla özgürce yüzleşmek, birbirimizi teselli etmek, ölülerimizi gömmek ve nihayetinde yasımızı tutmak. 93 yıldır bunu yapamadık ve bu çok büyük bir haksızlık. En az parlamento kararları ile Türkiye'ye yapılan haksızlık kadar kabul edilemez.
Hülasa, biz Anadolulular ölülerimizi bir türlü usulüne uygun gömemiyoruz. Onlar da hep geri geliyorlar. (ME/GG)