Hadiseyi yorumlamaya hiç lüzum yok. Her şey ortada. Azınlık raporu çalışması ve bu raporun çektiği tepki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedi sayılan Lozan Anlaşması'nın ne kadar anlaşılamadığını ve -kutsayarak Sevr'in karşısına çıkardığımız- bu anlaşmadan ne kadar ürküldüğünü de ortaya koydu
İHDK'nin tasfiyesinin bir fiyasko değil, büyük bir kazanım olduğunu, doğru bilinen bazı yanlışların ve tabuların üzerindeki haleyi indirdiğini düşünüyorum. Bir ülke, zorlukla kazandığı bağımsızlığının tüm dünyaca onandığı bir anlaşmada dahi usulsüzlüğe gidiyorsa, her şeyi geri sayıp bir düşünmek gerekir...
Diğer haber ise, futboldan. Milli Takımlar Teknik Direktörü Ersun Yanal, geçenlerde İspanya'da düzenlenen frikik yarışmasında Zidane gibi yıldızları sürklase ederek birinci olan Uğur Yıldırım'ı milli takıma davet ediyor. 1982 Hollanda doğumlu Yıldırım, Hollanda vatandaşı olduğu için bu kararı verdiğinde vatandaşlığını kaybedeceğini, lakin oynama garantisi verilirse bu riske girebileceğini söylüyor. Bunun üzerine polemik başlıyor. Olay hemen hamasete intikal ettirilerek Yanal tarafından büyük büyük laflar ediliyor: "Milli Takım'la pazarlık yaptırmam", "Bu tercih meselesi değil görevdir", "Kendisi ile görüşüp vatan ve milletin ne olduğunu anlattık" vs...
Bunun üzerine Sabah gazetesi yazarlarından Kazım Kanat köşesinde Yıldırım'ı "vatan haini" ilan ediyor. Bu ülkede linç edilmenin ne kadar kolay olduğunu görebiliyor musunuz? Garibim Hollanda doğumlu olduğu için başına gelecekleri bilmeden (bu arada Türkiye'de doğan herkes Türk olmak zorundayken, yurtdışında doğan Türkler asla o ülkenin vatandaşlığını kabullenmemelidirler) haklı bir endişesini dile getiriyor sadece. Doğduğu ülkenin vatandaşlığını, oradaki çevresini ve hayatını kaybedeceğini söyleyerek bunun karşılığında sadece oynama garantisi talep ediyor. Cevap, basit bir evet veya hayır olmalı aslında; ama olmuyor, kendisine milli bilinç dersi veriliyor ve ertesinde linç geliyor. Şimdi o çocuk çoğunluğun gözünde bir vatan haininden farksız. Tıpkı İHDK üyeleri ve kendisini vatan hainliği ile suçlayan bir dergiyi mahkemeye veren, lakin bu terimin hakaret olmadığına mahkemece karar verilen Mehmet Altan gibi...
Öte yandan Azerbaycan'ı ziyaret eden Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç'ın Milli Meclis Başkanı Murtuz Aleskerov ile yaptığı görüşmede, Ermenilerin 1992'de yaptıkları iddia edilen Hocalı katliamının TBMM tarafından "soykırım" olarak kabul edilmesi talebi gündeme geliyor.
Arınç, hadisenin vuku bulduğu 26 Şubat'ta konuyu Meclis gündemine getireceğine (araya 1988'de Ermenilere yapılan ve Karabağ Savaşı'nın patlamasına yol açan Sumgait katliamını da sıkıştırırlar mı acaba?) söz veriyor. Ermeni Tehciri'nin ve 1915 Trajedisinin 90. yıldönümüne denk gelen bu talep, hem talebi yapan, hem de yapılan taraf itibarıyla oldukça ucuz bir manevra olarak göze çarpıyor.
Ama benim dikkati çekmek istediğim husus bu değil: Ermenileri sıkıştırmak için yapılan bu hareket aslında Türkiye için gizli bir risk taşıyor. Hocalı'da 1992'de 200 Azeri'nin öldürülmesinin Soykırım olarak TBMM'de kabul edilmesi durumunda, bu, resmi kaynaklarda dahi 350 bin olarak geçen 1915 kurbanlarının statüsü hakkında bir açık yaratabilir. Yani benden söylemesi... İnsanların acıları üzerinden politika yapmayı Amerika bile beceremiyor, biz hiç kalkışmayalım bence...
Ve son olarak Türker Alkan'ın 8 Şubat tarihli makalesi: "Derin Uyku" ismini taşıyor. Alkan soruyor: Şark ne zaman uyanacak? diye "Horluyor; arada bir sağdan sola veya soldan sağa döner gibi yapıyor. Hepimizde bir sevinç kaleme sarılıp basıyoruz yaygarayı... Ama uyanmıyor: Orasını burasını kaşıdıktan sonra, daha üst perdeden bir horultuya dalıp gidiyor..." diyor Alkan...
Uyku yarım ölümdür derler ve çok da isabetli bir sözdür bu. Batı uykusundan bilime ve demokrasiye sarılarak, bunu deneyimleyerek, bedellerini, hatalarının diyetini ödeyerek uyandı. Bu zor...Hepimizi korkutuyor.
Açık konuşalım, Avrupa Birliği (AB) reçetesini işimize geldiği, daha az maliyetli ve hazır gıda olduğu için arzuluyoruz. Ama onda bile samimi ve kararlı değiliz. Halkı uyandırmak, "Şeylerin üzerindeki haleleri çekip almak", ne bu ülkenin sivil ve askeri bürokrasisinin ne kaynakları sömüren seçkinlerin, ne de onların kapıkulu olmuş aydınların işine geliyor. Geriye ne mi kalıyor? Hiç! Koskocaman bir hiç. Ve bu hiçten hepimiz layık olduğumuz payı alıyoruz. (ME/BB)