Matrix'in sorusu: Gerçek nedir?
Mayıs ayının 4'ünde, hayatımın beş filminden birisi olan Matrix'in 2. bölümü gösterime giriyor. Dün filmin web sitesinden arkadaşımın indirdiği fragmanı defalarca seyrettik. Sanırım ilki kadar başarılı bir seri olacak, hayal kırıklığına uğramayacağız. Ülkenin sorunlarından ve sivilleşememe derdinden bahsederken Matrix de nereden çıktı demeyin.
Bu filmin bu kadar tutmasının sebebi sadece olağanüstü görsel efektleri değil: Wachowski Kardeşler, filmi, Platon'un idealar' dünyasından, Einstein'ın 'İzafiyet Teorisi'ne değin çok geniş bir felsefe örgüsünde işleyip, yabana atılmayacak kadar ciddi bir sorunsalı önümüze koyuyorlar. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız gerçek mi? Ya da İsa Mesih'in 1970 sene evvel sorduğu ve benim hep kulağımda çınlayan söz: Gerçek nedir?
Bize gösterilenleri görüyoruz; bu tüm dünyada böyle. Devlet, Michel Foucault'nun "Hapishanenin Doğuşu" adlı eserinde belirttiği gibi, toplumsal alanın her bölümünde görünmeyen baskı alanları yaratmıştır. Böylelikle bir çeşit hapis hayatını fark etmeden yaşarız. Dedik ya, dünyanın bir çok ülkesinde, ve tabii ki mihenk taşımız olan batılı devletlerde de bu böyledir. Lakin bu gerçek, onlarla aynı kaderi paylaştığımız anlamına gelmez. Çünkü onlar doğru dürüst yönetilen, (ekseriyetle) kamunun kamu yararına baskılandığı ülkelerdir.
Mesela Amerikan hükümeti, Irak Savaşı'nı, halkına, halkının görmesini arzuladığı biçimde aktarır. Savaş kötü şeydir, Amerikan halkının ciddi bir bölümü savaşa karşıdır vs, ama; Irak Savaşı'nın tüm ganimeti seçkin ve sınırlı bir çevrenin değil, ortalama her Amerikalının cebine mümkün olduğunca eşit yansıyacaktır...
Derin Türkiye
Binaenaleyh, bizim gibi ülkelerde yapılan her hatanın ceremesini halk çekerken, iş almaya gelince, çok özel bir kesim, ülkenin tüm zenginliğini kendi aralarında paylaşırlar. Biz buna Derin Türkiye demekteyiz.
Ülkemizin görünürde bir meclise ve diğer tüm demokratik araçlara sahip olmasına rağmen, farklı dinamikler ve yazılı olmayan, ancak fevkalade oturmuş kurallarla yönetilmektedir. Derin Türkiye, gücünü, yıllardır çözülemeyen biricik sorunlarından alır. Ermeni Soykırımı iddiaları, Kürt Sorunu, Kıbrıs meselesi, son yarım yüzyılımıza damga vuran, ve tam manasıyla bir karış yol alamadığımız kanserli vakalardır. DTT (Derin Türkiye Teşkilatı) zararlı bir teşkilattır. Çünkü bu üç mesele (ve diğerleri) üzerinde son elli yıldır ısrar edilen politikalar yüzünden ülkemiz gittikçe mevzii kaybetmekte, her üç meselede de planlanmış, gerçekçi ve dürüst politikalarımız olmadığı için, ülkenin tüm yapıcı ve çağcıl dinamikleri kilitlenmektedir.
DTT, Foucault'nun hapishane modelinde olduğu gibi, ülkenin tüm (özellikle sivil) dinamiklerinin tam ortasında (yoğun bir karanlığın içinde ve görünmez olarak) baskılama faaliyetlerine aralıksız devam eder. Bu nedenle DTT kimlerden teşekkül eder, halk hiçbir zaman bilmez. DTT karanlıkta, halk ise aydınlıktadır. Dolayısıyla halk kendisini her zaman izleniyor ve daimi bir tehdit altında hisseder. Öyledir de...
Derin devletin sınırlarını ihlal etmek
Basın, medya, sivil toplum kuruluşları, yazar - çizerlerin DTT güdümünde olmayan kesimi ve tüm halk, zaman zaman daralan, zaman zaman genişleyen bir yaşam alanı içersinde kalmak zorundadır. Bu yaşam alanım ihlal edenler, Manisa Davası'nda olduğu gibi, çocuk bile olsalar, hemen cezalandırılırlar. Ülkenin tarihsel yönetsel hikayesi, gelenekler ve din, DTT'nin işini fevkalade kolaylaştıran diğer eskortlardır.
DTT'nin en önemli kozlarından bir tanesi de, ülkenin eğitim, kültür ve sağlık sistemine sokmuş olduğu virüslerdir. DTT ülkeyi her sokakta birkaç tanesini gördüğünüz yüz bini bulan kahvehanelerle kontrol eder. Sokaklarda sürüler halinde dolaşan öfkelî, amaçsız ve mutsuz gençlik grupları, DTT'nin tüm çözümleri tıkayan hamasi ve ırkçı politikalarına sahip çıkacak topluluklardır.
Geleneksel aile ve toplum cenderesinde iyice preslenen bu gençler, aldıkları ezberci, dogmatik ve amorf eğitim ile, altılık, onikilik paketler halinde piyasaya sürülürler. Bu gençlerden daha kurnaz ve şanslı olanları kalabalıktan sıyrılır, devleti yağmalayarak zenginleşir ve DTT'nin (ölüm vs gibi) doğal nedenlerden eksilen üyelerinin yerlerini alırlar...
Türkiye'nin özellikle dış politikadaki son durumu, kumar masasında kaybettikçe oyuna devam eden oyuncuya pek benzer. Amaç çözümden ziyade statükonun muhafazası olduğundan, ne Kıbrıs Meselesinde, ne de Ermeni Sorunu'nda çözüm beklemek hayalperestliktir. Ülkede böyle kült meselelere tarafsızca ve kararlılıkla yaklaşacak bağımsız ve sivil inisiyatif yoktur. Örneğin Avrupa Birliği (AB) ve Kıbrıs meselelerinde alternatif politikaları seslendirme cesaretini gösteren Mesut Yılmaz'ın Anavatan Partisi'ni (ANAP), seçimlerde barajın altında kalarak sistem dışına atılmışlardır. Aynı konularda benzer söylemlerde bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve lideri R.T. Erdoğan ise ışık hızıyla hizaya sokulmuşlardır...
Bu nedenle bundan 88 yıl evvel o dönemin DTT'si olan ittihat ve Terakki Fırkası'nın yediği haltları tartışmanın bir faydası yoktur. Çözüm DTT'nin saklandığı koyu karanlığı aydınlatmaktan geçmektedir.
Şimdi Matrix'in ilk ve gösterime girecek 2. bölümünü bu gözle tekrar seyrediniz lütfen. Hep birlikte gerçeğin mi, yoksa matrixin içinde mi yaşıyoruz karar verelim... (NK/BB)
Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.