TACSO Sivil Toplum Kuruluşları İçin Teknik Destek Programı, 2009 yılından beri Türkiye’deki çalışmalarını sürdürüyor. Avrupa Birliği’ne (AB) girme sürecinde olan Batı Balkan ülkelerinde sivil toplumun güçlendirilmesi amacıyla AB desteğiyle başlatılan bu program, Türkiye’de de çok etkin bir şekilde çalıştı.
Perşembe günü, TACSO’nun dört yıllık süreçte destek olduğu ve hayatına dokunabildiği kurum ve insanlarla beraber düzenlenen ‘Yaşayan Kütüphane’ etkinliği hayata geçti.
bianet olarak TACSO Türkiye Ofisi’nden Neslihan Özgüneş ve Ayça Bulut Bican ile konuştuk, dört yıllık çalışmalarını değerlendirdik.
Önce biraz TACSO’dan bahsederek başlayabilirsiniz. Hangi yılda, nasıl kuruldu? Türkiye’ye ne zaman ve hangi amaçla geldi?
TACSO, sivil topluma destek amaçlı 2009 yılında başlatılan bir AB projesi. Projenin kapsamında bulunan tüm batı Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de çalışmalarına aslında aynı zamanda, 2009 yılında başladı. Bu ülkelerin hepsi AB’ye girme sürecinde olan ülkeler ve TACSO, bu süreçte sivil toplumun güçlendirilmesi, demokratik süreçlere katılımın sağlanması için AB tarafından kurulmuş bir proje. Sivil toplum aracının yereldeki dalları diyebiliriz.
TACSO’nun çalışma yürüttüğü Batı Balkan ülkeleriyle nasıl bir ilişkiniz var? TACSO’nun Batı Balkan ülkeleri odağında çalışması Türkiye ofisinin politikalarını herhangi bir şekilde etkiliyor mu?
Batı Balkan odağı aslında yok, her ülke kendi önceliklerine göre kendi yerelinde çalışıyor fakat bölgesel olarak sivil toplum açısından birçok ortak nokta var. Birçok ortak eksiklik, birçok ortak sınav var onları birlikte çalışma imkanı oluyor. Bunlar da bölgesel konferanslar, araştırmalar, eğitimler aracılığıyla olabiliyor. Oradaki bazı iyi uygulamalar Türkiye’nin yararına olabiliyor, buradaki bazı iyi uygulamalar orası için faydalı olabiliyor. Yani aslında karşılıklı etkileşimden çok fazla şey öğrenilebiliyor.
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarına yardım ederken AB ile herhangi bir ilişkisi olan ya da Avrupa ile ilişki içinde olmaya çalışan kuruluşlara mı yardım ediyorsunuz? Destek olacak örgütleri seçerken ne gibi kriterleriniz var?
Genel anlamda destek almak isteyen bütün sivil toplum örgütlerine açığız aslında. Bu destekten kastımız da birebir teknik olarak yaptıkları işle ilgili bir destekte bulunmak, bilgi vermek ya da verebilecek kişileri bulmak, eğitim düzenleyerek kurumlar içindeki kişilerin kapasitesini geliştirmek veyahut çalışma ziyareti düzenlemek ya da konferanslar aracılığıyla yenilikler getirmek. Bu herkese açık fakat Türkiye’de 100 bine yakın sivil toplum örgütü var. Bir önceliklendirme yapıyoruz dersek öncelikli olarak hak bazlı çalışan örgütlere destek veriyoruz diyebiliriz.
Bu nedenle de çalışmalarımıza baktığınızda özellikle LGBT örgütleri, engelli örgütleri, Roman örgütleri, kadın hakları için çalışan örgütleri görebilirsiniz. Anayasa çalışmalarına da destek verdik. Farklı örgütlerin anayasal talepleri toplaması, raporlaması ve meclise bildirilmesi için desteklerde bulunduk. Ayrıca özellikle destek verdiğimiz alanlardan bazıları savunuculuk, lobicilik, kampanya düzenleme teknikleri.
Sivil toplum örgütleri size en çok ne gibi sorunlarla ya da taleplerle geliyorlar?
En sık gelen destek talebi herhalde fon geliştirmeyle ilgili oluyor. Bunla ilgili bizim zaten yayınlamış olduğumuz bir fon rehberimiz var. Bu fon rehberinde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarına fon veren 109 kadar farklı kurum var.
Bizim kurumları buna yönlendirdiğimiz oluyor, hali hazırda açık çağrılar varsa onlara da yönlendirebiliyoruz. İkinci bir genel talep de basınla ilişkiler ve kampanya düzenlemek. Proje yazma ve AB fonlarına erişim ile ilgili gelen taleplere destek veriyoruz.
Önümüzdeki ay TACSO’nun ilk uygulama dönemi bitiyor. İlerisi için nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Evet, ilk dönemi bitiyor. AB ilk bütçelemeyi dört seneliğine yapmış, ikinci dönem yine bir dört sene boyunca TACSO devam edecek fakat AB kuralları gereği bu çalışmaları kimin yürüteceğine dair bir ihale açılması gerekiyor, o süreçteyiz şu anda.
Bu ekibi kuran ve yürüten bir şirket var aslında. Toplumsal kalkınma ve sosyal dönüşüme adanmış İsveç merkezli bir şirket tarafından kurulmuş bir proje bu. Onlar da yine bu ihaleye giriyorlar, başka şirketler de giriyor. Dört sene daha kesinlikle devam edeceğiz.
Buraya ilk geldiğinizde dört yıllık hareket planınız tam olarak neydi? Ne kadarını gerçekleştirdiniz ya da amacınıza gerçekten ulaştınız mı?
Projenin başında iki senelik bir çalışma bittiğinde ihtiyaç analizleri yaptık. “Sivil toplumun durumu nedir, başlıca ihtiyaçları nelerdir,” gibi soruları sorduk. Bu raporları web sitemizde de görebilirsiniz. Hem o ihtiyaçları göz önünde bulundurarak, hem de Danışma Kurulumuz ile birlikte çalışma stratejimizi oluşturduk. İlk iki sene yoğunluklu olarak eğitimlere odaklandık. Bu eğitimleri biraz da zamana yayarak, çok kademeli, ‘Sivil Toplum Liderliği’ ismi altında aslında bir sivil toplum kuruluşunda bilinmesi gereken birçok ögeyi içeren eğitimler düzenlemeye çalıştık. Böylece biraz daha kurumsal kapasiteye yönelik çalışmalar yaptık.
Fakat iki senenin sonunda tekrar değerlendirme yaptığımızda ve Türkiye gündemine baktığımızda özellikle yeni anayasa çalışmalarının ve bununla ilgili yapılacak savunma çalışmalarının çok önem kazandığını, sivil toplumun bu alanlarda desteğe ihtiyaç duyduğunu gördük. O alanda destek sağladık. Ayrıca, aslında yine benzer bir şekilde sivil toplum örgütlerinin farklı alanlarda da bu savunuculukla ilgili desteklere ihtiyaçları olduğunu gözlemledik, buna yönelik çalışmalar yaptık.
Eğitimlerden ziyade kampanya ve savunuculuk alanında çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerine destek vermeye başladık. Bu biraz Türkiye’deki gündemle alakalı olarak gelişti, biraz da klasik eğitim anlayışından farklı olarak yaparak öğrenmeyi, deneyimleyerek gelişmeyi hedef alan taktiksel bir değişiklik diyebiliriz. Amacımızı başardık mı sorusuna gelince, aslında bir yandan çok büyük şeyler hedefliyoruz o yüzden sanki bazen iki adım ileri, bir adım geri gidiyormuşuz hissine de kapıldığımız oluyor. Fakat bence birçok kişiye ulaştık, birçok kurumu güçlendirdik, kamu ve sivil toplum ilişkilerinde ilginç çalışmalara imza attık. Bunları söyleyebiliriz. Şimdi de ‘Yaşayan Kütüphane’ ile hayatlarına ve çalışmalarına dokunduğumuz kurumlarla bunu kutlayacağız.
İlk iki yılda yaptığınız eğitimlerde yine en çok yardım talebi aldığınızı söylediğiniz fon geliştirme, basınla ilişkiler gibi konulara mı değindiniz yoksa farklı alanlarda da eğitim verdiniz mi?
Şöyle kurguladık, kendi başına fon geliştirmekle ilgili bir eğitim vermek yeterli olmuyor. Genellikle bundan önce stratejik planlama, kurumun vizyonunu misyonunu oluşturma gibi çalışmaları yapıp ondan sonra buna yönelik proje geliştirme, aslında çok kademeli dediğim oydu.
Sadece fon geliştirme değil ama stratejik planlama, proje nasıl geliştirilir, fon nasıl aranır ve başvurulur, basınla iletişim nasıl kurulur gibi konuların hepsinin bir arada olduğu eğitimleri tasarlamayı tercih ettik.
Sonraki iki yılda ne gibi değişik yollara yöneldiniz?
Aslında eğitime çok fazla odaklanmadık. Eğitimlerde daha ziyade yenilikçi yöntemleri paylaşmayı tercih ettik. Örneğin ‘Geleceği Arama’ diye bir toplantı yönetim sistemi var, onu kullandık. Özellikle Van’da bu yöntemi kullandık. Van’a yönelik bir teknik destek çalışması yaptık ve oradaki kadın hakları çalışan örgütlerle bu sistemi kullandık. Oradaki gençlik, kadın ve farklı kurumlardan gelenlere proje geliştirme, fon geliştirme eğitimi verdik. Depremden dolayı Van’a öyle bir değişik yaklaşımımız oldu. Beş eğitim üst üste yapıldı aslında orada.
Onun dışında “Katılımcı Tiyatro” adli ezilenlerin tiyatrosu çalışması yaptık. Buraya da Türkiye’nin çok farklı yerlerinde farklı gruplarla çalışan kişileri getirdik. Onların tiyatroyu kendi çalışmalarında kullanabilmelerini hedefliyorduk ve birçoğu da sonraki konuşmalarımızda öğrendiğimiz üzere bunları kullanıyorlar. Biraz daha az, ama daha farklı şeyler yaptık ikinci iki senede.
Van’a geri dönmek gerekirse, Van’daki özel çalışmanızdan biraz daha bahseder misiniz? Depremden sonraki süreçte Van’da ne gibi güçlendirici çalışmalarınız oldu?
Bu konuda Ayça daha çok konuşabilir aslında.
Ayça: Van Teknik Destek Programı aslında Neslihan’ın söylediği gibi TACSO’nun ilk iki yılında yapılan kapasite geliştirme çalışmalarını andırıyordu fakat Avrupa Birliği delegasyonuyla da işbirliği içinde hayata geçti. Van’daki sivil toplum kuruluşlarının deprem sonrasında yeniden güç kazanması için tasarlanan bir çalışmaydı. Bunun katılımcı şekilde tasarlanmasını çok önemsedik. İki kere sahaya gittikten sonra ilk çalıştayımız ihtiyaç belirleme üzerine yapıldı. İhtiyaç belirleme çalışmasından sonra gördük ki fonlara erişim Türkiye’deki tüm sivil toplum kuruluşları için sorun. Van’dakiler için de sorundu.
Deprem sonrasında hangi alana öncelik vermeleri gerekiyor ve ilk hedefledikleri noktaya gitmek için kurumsal olarak hangi temel becerilere ihtiyaçları var buna odaklandık. Buna ilişkin dört workshop yaptık. Ele aldığımız konular arasında çok farklı sivil toplum kuruluşlarından gelen gençlerin bir araya gelmesine vesile olmaya çalıştık, bir işbirliği hayal ederek bir arada çalıştılar ve orada proje yönetimi, faaliyet planlaması, fon bulma gibi konuları hep birlikte ele aldılar.
Kadınlarla çalıştık. Van’da yereldeki kadın örgütleri çok güçlü, Türkiye’deki kadın hareketiyle de kuvvetli bağlantıları var. Bir araya gelip ortak bir bakış açısı edinmeleri için bahsettiğimiz geleceği arama yöntemi ile üç günlük bir çalışma yaptık. Üstünde durduğumuz konular gönüllü yönetimi, kaynak planlamaydı. Aynı zamanda aralarda proje tasarımı, AB fonlarına erişim için gerekli olan PADOR adlı kayıt sistemi konularında eğitim verdik. Aslında bir temel beceriler çalıştayıydı fakat galiba en güzel yanı katılımcıların daha sonrasında geliştirdiği küçük fikirlerin hayata geçmesi konusunda destek vermemizdi. Hala günbegün konuşuyoruz birçoğuyla. Her attıkları adımda en azından yanlarında olabiliyoruz.
Ofise gelmeden önce de bunu sormayı düşünüyordum, ofise geldikten sonra da duvarlarınızda yoğunlukla LGBT örgütlerinin posterlerini görünce tekrar aklıma takıldı. LGBT örgütleriyle nasıl çalışmalar yürütüyorsunuz? Onlar mı size geldi, siz mi onlara özel olarak ulaştınız?
Genellikle talepler bize geliyor. İlk iki sene sanırım yeni başlamış olmanın verdiği hal sebebiyle insanlara henüz “TACSO nedir, ne iş yapar” çok anlatamamıştık. Tek tük, özellikle Ankara’dan LGBT örgütleriyle iletişim kurabildik.
İlk olarak Pembe Hayat, Kaos GL gibi bu işte çok daha tecrübesi olan ve çok daha ‘uyanık’ kurumlardan destek talepleri geliyordu. Son iki senede özellikle biz açık çağrı yoluyla duyurularımız yaptık. Hem savunuculuk kampanyasına destek verecektik hem de anayasa tasarısı için destek sağlıyorduk; bunları açık çağrı yoluyla yaptık. Buna başvuranlar arasında LGBT örgütleri de vardı ve onlara destek olduk. Örneğin SPoD’un (Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) anayasa çalışmalarına ve yereldeki LGBT bireylerin anayasayla ilgili beklentilerini toplama çalışmalarına destek olduk.
Transfobik Nefretle Mücadele Konferansı’na destek olduk. Homofobi’ye Karşı Bölgesel Ağ’ın ilk toplantısına ve ondan sonra Hırvatistan’daki büyük toplantı için katılıma destek olduk. O bölgesel ağ, homofobiye karşı mücadalede sanırım Kaos GL ve diğer üye örgütler için çok önemli bir yere sahip. Aralarındaki iletişim ve işbirliği konusunda da örnek olarak gösteriliyorlar. Mesela bu bizim için çok mutluluk verici.
‘Yaşayan Kütüphane’ etkinliğine gelirsek, onu düzenleme fikrine nasıl karar verdiniz? Ben yine Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde yıl boyunca bir iki tane daha ‘Yaşayan Kütüphane’ uygulaması görmüştüm. Onların TACSO ile bir ilgisi var mı?
Hayır onların bir ilgisi yoktu ama bu Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın organize ettiği bir faaliyet. Toplum Gönüllüleri Vakfı bizim Danışma Kurulu üyemiz ve bu son yapacağımız çalışma için onlarla birlikte çalışıyoruz. Bu konuda tecrübeleri olduğu için ve birçok defa Yaşayan Kütüphane düzenledikleri için onların desteğini alıyoruz.
Normalde yaşayan kütüphane önyargılarla ilgili, önyargıları kırmaya yönelik düzenleniyor. Bizimkisi biraz daha sivil toplum Yaşayan Kütüohanesi gibi. Yani kitaplar önyargılara göre değil de farklı sivil toplum alanları ve TACSO’dan gördükleri farklı türde destekler dolayısıyla seçildiler. Tabii bu modellenebilir ve başka etkinliklerde de görülebilir. Çok heyecan verici bir uygulama. Sivil toplum kuruluşlarının hem birbiriyle birebir konuşarak tecrübelerini paylaşma fırsatını elde etmeleri, hem de dinamik paylaşımcı bir ortamın sağlanıyor olması bu açıdan heyecan verici.
Anayasa çalışmalarıyla ilgili çok fazla çalıştığınızı söylediniz, bu alanda nasıl bir destek veriyorsunuz? Hukuki açıdan profesyonel bir destek sağlayabiliyor musunuz?
Biz anayasa konusunda uzmanca bir destek sağlamadık. Diyelim ki bir kurum çocuklarla bir araştırma yapmak istiyor ve o çocuklarla atölye yapacak maddi imkanı yok, bir de içerik olarak nasıl bir şey yapacağını bilmiyor. Biz o noktada diyoruz ki “Bu atölyeleri birlikte düzenleyelim, o atölyenin masrafı neyse onu karşılayalım ve içeriği konusunda da destek olalım.”
Bir çocuklu atölye düzenlemek nasıl olur bu konuda destek sağlıyoruz. Ya da rapor çıkacaksa rapor nasıl yazılır konusunda eğitim veriyoruz. Görselleri, tasarımı, içeriği konusunda geri bildirim veriyoruz. Ayrıca basın toplantısı düzenlendiğinde ya da toplantılara moderatör olarak basın çağrıldığında destek sağlıyoruz. Herhangi bir şekilde basın çağrılacak olduğunda kim çağrılabilir, kim ilgilenir, basınla nasıl ilişki kurulmalı, basın bülteni nasıl yazılır konularında destek oluyoruz. Anayasa hukuku konusunda ise özel bir uzmanlığımız yok.
TACSO özellikle son iki yıldır açık çağrı yapıyor dediniz. Tam olarak hangi yollardan bu çağrıları yapıyorsunuz? Ben de TACSO’yu çok yakın bir tarihe kadar duymamıştım.
Galiba genellikle sivil toplum örgütleri vasıtasıyla duyuluyor. Listemizde 4000, 4500 email olan bir liste var ama bunlar genellikle sivil toplum örgütü oluyor. Hem onlara direkt olarak e-bülten gönderiyoruz, STK yahoo groups’a gönderiyoruz, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin web sitesine koyuyoruz, kendi web sitemize koyuyoruz, Facebook’a koyuyoruz. Aslında yırtınıyoruz ama bunun çok da kolay bir şey olmadığını da biliyoruz. Kendini duyurmak, ismini yaygınlaştırmak sanırım sivil toplum alanında çalışan herkesin derdi. Bunu da ilerde daha iyi yapmayı ümit ediyoruz. (EK/EKN)