Murathan Mungan, faşist propagandaya karşı sivil itiraz öneriyor. Passolini'nin "Hepimiz Tehlikedeyiz" başlıklı yazısında gösterdiği gibi, devlet kurumlarından medyaya ve sivil toplumun her alanına yuvalanarak milliyetçi-muhafazakar 'değerler' adına terör uygulayan Gladyo türü yapılanmalar, tüketim toplumundan ayrı düşünülemez.
Gangster abiler...
Tüketim toplumu, hem kara paranın aklanması için gerekli mekanizmaları sağlar, hem de kültürel mekanizmalarıyla geniş kitleleri suç ortağı haline getirir. Kurtlar Vadisi, faili meçhul cinayetlerin, işkencenin ve kölelik ilişkileri üzerinden yükselen erkek ergenliğinin popüler kültür kültü haline getirmesiyle aşırı bir örnektir. Ama yüzlerce TV ürünü, kitle ahlakında bulunan insan hayatını destekleyici bir kaç öğeyi de değersizleştirerek, başkalarına saygı duyma alışkanlığını ortadan kaldırarak, insanın saygıya değer olmasını sahip olduğu tüketim nesnelerine ve suç işlediğinde dokunulmaz olmasına bağlayarak çok daha alttan alta halk kültürünü dönüştürüyor zaten. Tüketim kültürü öncesinde zulme direnen eşkiya imgesi, sırtını güçlüye dayayarak, zulmederek, sevgisini bile şiddetle göstererek karizma yapan gangster abilere bırakıyor yerini...
Tüketim mekanizmları yoluyla itiraz hukukun yerini tutar mı*
Elimizde sivil toplum adına, kültürü hızla tahrip eden tüketim toplumundan başka bir şey kalmadıysa, tüketimi bir sivil itiraz mekanizması olarak kullanmak, bir tür ehveni şer olabilir bir bakıma. Kâr hırsı ve tüketim hırsı ile zulüm ve baskının her dönemde elele gittiğininin örnekleri saymakla bitmez, en azından ben burada sayamam. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki katliamların, orta sınıf kadınların parmaklarına aşk adına takılan kanlı elmaslar için yapıldığını ve bu katliamları yapanların bizzat elmas şirketleri tarafından örgütlendiğini, silahların kanlı elmas parasından finanse edildiğini biliyoruz. Kanıksayacak kadar biliyoruz hem de.
Tüketim toplumunda aşk adına her ne kaldıysa, o da terörle, ırkçılıkla elele. Belki o yüzden maço sevdası sarıyor böyle toplumları.
Fakat tüketim toplumunun mekanizmaları yoluyla itiraz, hukukun yerini tutamaz. Murathan Mungan, hukuksal mekanizmalara neden güvenemediğini çok güzel ifade ediyor: yasaların "bize" karşı işletildiğini, gangsterlere karşı işletilmeyeceğini düşünüyor. Gerçekten de "milli hassasiyetler"in ileri sürüldüğü durumlarda, katliamların bile cezasız kaldığını ya da göstgermelik olduğunu biliyoruz. Susurluk protestolarından sonra toplumca hukuktan vazgeçtik, çünkü hukukun işletilmesi için sivil itiraz, hukuku harekete geçiremiyordu.
Yaşam hakkını yok etmeyi amaçlayan düşünceye özgürlük mü?
Murathan Mungan, Kurtlar Vadisi'nin yasaklanmasına, ifade özgürlüğü adına da itiraz ediyor. Burada bir itirazım var: İnsan hakları etiği ve hukuku bütünlüklü olarak anlaşılmalıdır. Haklar, başkalarının haklarını ortadan kaldırmak amacıyla kullanılacak şekilde yorumlanmaya açık değildir. İfade özgürlüğü adına, ırkçılığı, faili meçhul cinayetleri, işkenceyi, kadın veya erkek kimseye şiddet uygulamayı, kendinizi engizisyon yargıcı yerine koymayı savunamazsınız. İfade özgürlüğü adına, Kuvayı Milliye Derneklerinin yaptığı gibi, etnik bir grubun bütün yurttaşlar üzerinde "ölerek ve öldürerek" hakimiyet kurmasını da savunamazsınız. Hukuk, tarihsel olarak, tam da şedit ve keyfi erkek ergenliğinin hayata yönelik tehditlerini bertaraf etmek amacıyla ortaya çıktı.
Başkalarının sadece ifade özgürlüklerini değil, yaşam haklarını da ortadan kaldırmayı amaçlayan bir düşünce özgür düşünce olmadığı gibi, ifade özgürlüğüne hak talep edemez.
Esasen Türk Ceza Yasasındaki bazı maddeler de, Türkiye'nin bu alandaki uluslararası hukuk yükümlülüklerinden kaynaklanıyor. Suçun övülmesi, halkı ayrımcılık temelinde şiddete teşvik etmek vs gibi yasaklar yerinde yasaklardır; fakat Cumhuriyetçiliğin arkasına sığınılarak İttihat ve Terakki tedhiş geleneğinin hüküm sürdüğü Türkiye'de, tam da suç örgütlerine bulaşmış, "derin devlet" diyerek adeta yüceltilen grupların çıkarlarına uygun şekilde, ifade özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde uygulanıyor bu yasaklar.
Kurtlar Vadisi yasaklansın...
Murathan Mungan'ın da açıkça belirttiği gibi, sorun hukuk değil, hukukun ideolojik uygulanmasıdır. Hukuk, bütün yurttaşların can ve mal güvenliğinin güvencesi olmaktan çıkıp da bir rejimin, bir ideolojiler grubunun, bir etnik kimlik ya da ırk üstünlüğü adına belirli grupların, kesimsel çıkarların hakimiyet ve tedhiş enstrümanı haline geldiğinde (Nazizm, başta ABD ve Sovyetler Birliği olmak üzere bütün dünyaya bunun yapılabileceğini göstermiştir), hukuk mekanizmalarının saygınlığı, güvenilirliği, dahası devlete hükümet edenlerin meşruiyeti de ortadan kalkar. İttihat ve Terakki geleneğini hakim kılan "devlet büyükleri" ve çeteler, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının yerine açıkça ırksal çıkarları (ki bu çıkarların yoksul Türklerin çıkarlarıyla ilgisi olmadığı açıktır) koymakla, hukukun tahrip edilmesinin ve tam da tüketim toplumu mekanizmalarınca belirlenen belirli çıkarların enstrümanı haline getirmenin önündeki son engelleri de kaldırmış bulunuyorlar.
Fakat böyle bir durumda tüketim kültürünün mekanizmalarına dayalı bir sivil itiraz, tek başına ele alındığında, dönüştürücü bir iradededen ziyade, iradenin kırılma noktasına işaret eder gibidir. Murathan Mungan da, bir başlangıç olarak ortaya atıyor bu şık öneriyi. Onun belirttiği halkalar, belki (nasıl toplandığını ve harcandığını denetleyemediğimiz sürece) vergilerimizi ödemeye itiraz noktasına kadar taşındığında daha büyük anlam taşıyacak. Yoksa Kurtlar Vadisi'ne reklam veren markaları tüketenlerle tüketmeyenler arasındaki bir soğuk savaşın, hangi marketler zincirinden alışveriş ettiğimizin tartışılmasında düğümlenmesi de beklenebilir. (Ben açıkçası yıllardır bakkal seçmenin bile trajik bir seçim olduğunu idrak etmekteyim ki, Kıbrıs'taki Grivas-Milli Mukavemet faşist çetelerini zafere taşıyan yöntemdir bu.)
Ama dönüştürücü bir iradenin, kamu hayatına ve hukuka sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Kurtlar Vadisi'nin yasaklanması; Kuvvayı Milliye Derneklerinin, Hrant'ı ve "milli ve şedit hassasiyetleri" rencide ettiği gerekçesiyle başka aydınlarımızı hedef gösteren internet sitelerinin ve '"Türküm diyemeyen defolsun" diye manşet atan gazetelerin kapatılması ve kin ve nefret propagandası yapan kişilerin cezalandırılması için ısrarla suç duyurusunda bulunmak da, hayat ve özgürlük hakkımıza, ülkemize ve güvenliğimize sahip çıkmanın kaçınılmaz halkalarıdır. (YB/EK)