Sheakespeare’in dönemindeki kralı ya da kraliçeyi hatırlayanımız var mı? Ya da toplumsal hafızamızı diri tutmak için hangimiz resmi tarihten medet umduk ki? Resmi tarih kitaplarından mı yoksa edebiyat uyarlamalarından mı öğrendik Ermeni tehcirini ya da Yahudi soykırımını? Henüz kan kokusunu tanıkların canlı bedeninde diri tutacak kadar yakın bir tarihte olmasına rağmen, Hutularla Tutsilerin birbirini boğazladığı o vahşi savaş, Otel Rwanda filmi olmasa kalır mıydı aklımızda? Hangimiz Guernica derken Picasso yerine İspanya İç Savaşı’nın taraflarını hatırlar ki? Ehmede Xani Mem û Zin’in aşkını anlatmasa, Kürt edebiyatının yüzlerce yıl önceki varlığından haberdar olabilir miydik? Amûde Sineması’nda çıkan yangındaki 283 çocuğun trajedisini dengbêjlerin günümüze kadar ulaştırdığı kilamlardan, Mihemede Seid Axa’dan dinlemesek hangimizin aklında kalacaktı?
Sanattan ve sanatçıdan söz ediyoruz... İlk taşı yontan da onlardı, ilk isyankarlar da... İlk büyücüler de onlardı, bebelerimizin kulağına ismini fısıldayıp ninnileri mırıldayan da... Kimi zaman lanetlendiler, kimi zamansa kutsandılar. Ama hiçbir zaman karanlığın efendilerine köle olmadılar. Her şeyi aklılarındaki defterlere yazdılar. Zalime karşı duran da, zulme ilk uğrayan da onlar oldu. Ama her zaman hikayelerin taşıyıcısı oldular. Tıpkı Cizre’nin, Sur’un serencamını yazılacak kirli kitaplar yerine kendilerinin anlatacağı gibi. Hafızalarındaki deftere yazdılar ama yine de “seyirci kalmayın ve unutursak hatırlatın” dediler.
Her şeye rağmen ayakta kalmaya devam eden Kürt tiyatrocular, 5. Amed Tiyatro Festivalini düzenleyerek, izleyicisiyle birlikte hikayelerini yazmaya devam ediyor. "Seyirci Kalma, Unutursam Hatırlat" mottosuyla 11 Mayıs günü başlayan festival, 21 Mayıs günü sona erdi.
Festival organizasyonundan Yavuz Akkuzu, Rugeş Kırıcı ve Berfin Emektar ile festivali, Kürt tiyatrosunun geldiği aşamayı ve önümüzdeki dönem projeleri hakkında konuştuk.
Özel tiyatro olarak festival yaptınız. İzleyebildiğim kadarıyla ufak-tefek şeyler dışında önemli bir aksaklık da yaşanmadı. Festivale nasıl karar verdiniz? Ve nasıl geçti?
Yavuz Akkuzu: Festivali yaparken anladık ki özel tiyatrolar da festival yapabilirmiş. İstanbul’da bir grup birkaç yıl denemiş, sonra yapamamış. Tiyatro Medresesi var onlar da tek kişilik oyun festivali düzenliyor. Festivaller genelde devlet destekli, vakıflar, büyük sponsorlar aracılığıyla yapılıyor. Kendi seyirci gücüne dayanarak yapılan festival neredeyse yok gibi. Kürdistan coğrafyasında bu savaş koşullarında, OHAL sürecinde, bu ekonomide, bu krizde yani toplumsal olarak krizden söz ediyorum, bunu yapmak çok önemli.
Cesareti nereden aldınız?
Cesareti önceki seyirci kitlemizden aldık. Şehir tiyatrosunda bir seyirci kitlemiz oluşmuştu. Bütün oyunları dolduran değil, beğendiğine gelen yani tercih yapan bir kitle. Doğal olarak diyorsun ki bu seyirci sadece bir ulusal kimlikten bakmıyor. Eskiden öyle değildi. Oyun Kürtçeyse dolup taşardı. Yani Gani Rüzgar Şavata’nn filmlerini bile içerisinde Kürtçe bir şarkı ya da replik geçtiği için binlerce insan gidip izliyordu. Artık salt ulusal kimlik değil bir sanat eseri olarak bakan seyirci oluştu. Bu kitle dört yıllık festival sürecini geçirmişti ve beşincisini yapmak zorunda olduğumuz fikriyle yola çıktık. Aklımıza ‘özel tiyatro olarak nasıl yaparız’ konusu tuhaf bir şekilde gelmedi, bu tartışma konusu bile olmadı. O seyirci kitlesi gelir dedik. Ve doğal olarak kendini organize edebilecek bir hal alabilir. Tabi özel tiyatro olmanın zorluklarından dolayı bazı detayları da atlamadık. Örneğin gelen konukları otel yerine evlere götüreceğimiz gibi. Diyarbakır özelinde Kürdistan’da yok edilmeye çalışılan bir toplumsal ruh, bir yaşam var. Dolayısıyla bir nefes alma ihtiyacı var. Bu festival alternatif bir fikrin nefes alma alanı oldu. O anlamda toplumun öyle bir şeye de ihtiyacı varmış, bunu gördük. Demek ki birkaç yıl öncesine kadar sanat takipçisinin öyle bir ortamı vardı ve bu ellerinden alınmak istendiğinde alternatif olana hep birlikte sahip çıktılar. Boş kalan oyunumuz olmadığı gibi çoğu zaman dışarıda kalan seyircimiz oldu. Sanat alanında küçük bir aktivasyon yaptığımızda insanlar toplanabiliyor. Bu siyaseti de, diğer sanat dallarını da etkilemeli. İyi bir şey yapıyorsan demek ki insanlar gelebiliyor, tartışıp konuşabiliyor.
Rugeş Kırıcı |
Rugeş Kırıcı: “Seyirci kalma, Unutursam hatırlat” sloganıyla yaptığımız bu festival sanırım yaşadığımız en sıcak festivaldi. Sloganında gizli bir sıcaklıkla... Yani seyirci ve sanatçının karşılıklı sorumluluğunu hatırlatan, sahnedeki ile koltukta oturanın mesafesini yok eden, unutmak ve hatırlamak arasındaki ince çizgiyi hatırlatan dört kelimelik kocaman bir kompozisyonun tablosuydu 10 günlük festival. Ne kadar zor koşullarda yapıldığını anlatmaya pek gerek yok sanırım. Son iki yıldır güvenlik gerekçesiyle pek çok sanatsal etkinlik iptal edildi, tiyatrolar mühürlendi, konserler durduruldu, sosyal medyadan sürek avına çıkıldı ve cümlesini kurmakta bile zorlandığımız korkunç şeyler yaşandı.
Üstelik henüz son 30 yılın korkunçluklarının cümlelerini kuramamış, oyunlarını oynayamamış, şarkılarını söyleyememişken... İnsanın yakın tarihi çabuk unutmak gibi bir özelliği varmış. Sanırım tamda zamanında kurduk "unutursam hatırlat" cümlesini. Bu yüzden tiyatro festivali Amed’te küçük bir pencere araladı.
Pencereden gelen temiz havayla bir nefes oldu. Üstelik tiyatro gruplarının ve Amed halkının dayanışmasıyla dolu dolu geçti. Kentin her sokağında yaşananlarla bir kere daha yüzleşen bir festival oldu. Gerçekler hala o sokaklardaydı. Bitmemişti henüz. Sur’da Duçem Kültür Merkezi’nin avlusunda oyuncu arkadaşlarımız sahnedeyken gelen şiddetli patlama sesi ne yazık ki oyunun ses efekti değildi. Gerçek bütün çıplaklığıyla oradaydı ve biz gördük. Unutmak olur mu şimdi?
Berfin Emektar: Festival yapmayı planlarken özel tiyatronun festival yapabilme gücü ya da güçsüzlüğü üzerinde düşünmedik, bunun planını, hesabını yapmadık. Kim bilir ‘biz nasıl yapacağı kaygısıyla bunu tartışıp, konuşsaydık’ belki geri adım atabilirdik. Belki birçok şeyi böyle yapmak lazım, onun dışındaki tartışmalar sana kaybettiriyor. Aslında bu biraz da inanç meselesi. Çünkü etrafta çok fazla negatif atmosfer yaratılıyor. Biz yaptık, seyirci geldi, tüm oyunlar dolu geçti. Tabi ki diğer taraftan seyircinin sahiplenmesine güvendik. Daha önce birlikte çalıştığımız, alternatif noktada duran, özel tiyatro olarak açıldığından beri yanımızda durarak bize güç veren
topluluklar var. Türkiye’de çok iyi işler yapan Seyyar sahne, BGST, Kadıköy Theatron, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları MKM Dans gibi topluluklar. Bu programlara da katıldılar. O enerjiye güvendiğimiz için biz bu işi parasız da yapabiliriz dedik. Sonuçta ev sahibi biz gibi görünebiliriz ama bu kolektif bir çalışma. Herkesin sahipliğinde olan bir çalışma.
O topluluklar için de farklı bir enerji yaratıldı diyebilir miyiz?
Berfin Emektar: Elbette. Çünkü sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’de de sanat bastırılmak istenen, boğmak istenen bir sistem ve mekanizmayla karşı karşıya. Onlar da kendilerine bir yaşam alanı buluyorlar. Birilerinin direniyor olması, iş yapıyor olması onlarda da farklı bir enerji yaratıyor. Bu festivalin bir ev sahibi yoktu. Gelip bilet alandan tutalım, her koşulda emek veren insanlar oldu. Sürekli bir koşturma hali vardı. Sadece oyun oynamadılar, bulaşığa, yemeğe yardım ettiler, röportaj verdiler. Zaten tüm tartışmalarımızda da söyledik, festivalin ruhu alternatif olmalı. Sürdürülen festivallerin devamı gibi yapacaksak o zaman bizim alternatif durma bakış açımız nerede kalıyor? O kolektif bir çalışmayı bu festivalde başardık gibi.
Nasıl finanse ettiniz?
Yavuz Akkuzu: Birkaç dostumuz ciddi destekte bulundu, onun dışında kombine bilet sistemi yaptık. Tüm oyunların izlenmesi için seyircimiz ona rağbet etti. Almayanlar da oyun sırasında aldılar. Onun dışında bir kurumsal destek, bir sponsorluk desteği olmadı.
Belediyeye kayyum geldikten sonra işten çıkartıldınız. İzleyicinin sizinle olan bağı sadece sanatı sahiplenme miydi yoksa işten atılmış olmanızın da seyircinin pozitif refleksi üzerinde etkisi oldu mu?
Yavuz Akkuzu: Kayyum olmasaydı ve biz başka bir gerekçeden ayrılmış olsaydık yine de bir sanat takipçisi oluşmuştu. Ve elbette kayyumdan kaynaklı insanlarda ‘arkadaşlarımızı, dostlarımızı yalnız bırakmama’ düşüncesi de var. İkisi birlikte yürüyor ama olmasaydı da seyirci kitlemiz bizi yalnız bırakmayacaktı.
Bu beşincisi yapılan festivaldi. Bu festivali diğerlerinden ayıran özellik neydi diye sorarsak?
Yavuz Akkuzu: Diğer festivalleri çok kapalı yapmışız, yani tiyatro sahnesine kapanan. Şimdi 16 oyun arasında iki tane sokak tiyatrosu vardı. Aslında daha fazla olabilirdi ama OHAL koşulları izin vermedi. Sokak tiyatrolarını evlerin bahçesinde, avlusunda yapmak zorunda kaldık. Bu koşullar kalktığında daha çok sokağa taşınan, halk tarafından daha görünür hale gelen bir festival olabilir. Bu onun küçük bir denemesi oldu.
Berfin Emektar: Önceki festivallerde büyük rakamlar harcanarak reklamlar yapılırdı. Reklam, billboard yapamadık. Tanıtımı sadece sosyal medya hesaplarından ve kulaktan kulağa yayılan bir festival oldu.
Festivalde kadın oyunları ön plandaydı ve festivale damgasını vurdu. Bu özellikle yapılmış bir tercih miydi?
Berfin Emektar: Beş tane kadın oyunu vardı. Aslında özellikle seçmemiştik ama önümüzdeki dönem kadın oyunları festivali yapma fikrimiz oluştu. Seyircinin yarısından fazlası kadınlardı. Kadınlar bu tür durumlarda daha çok sahiplenici ve her zamanki gibi direnmeye hazır. Hem festivalin programında hem seyircinin kendisinde bunun tetikleyici etkisini gördük.
Kürtçe tiyatro mu, Kürt tiyatrosu mu nasıl tanımlıyorsunuz?
Yavuz Akkuzu: Şimdi yapılan şey form olarak Kürt tiyatrosu değil, zaman değişti artık internet diye bir şey var ve çok yaygın. İnsanlar tren değil uçak kullanıyor. Her şey daha ulaşılabilir olduğu için bütün formlar iç içe geçti. Batı tiyatrosunun daha ağırlığı var tabi Kürt tiyatrosunda da bunlar değişti artık. Dil Kürtçedir ama formlar iç içe geçmiştir. Kürt tiyatrosu dediğimiz form köy seyirlik formlarında kaldı. Onun geliştirdiği bir Kürt tiyatro formu yok. Bunu Avrupa için de söyleyebiliriz. Yani belli bir yerin tiyatrosu yok. Mesela Alman tiyatrosu gibi bir şey kalmadı. Onun için dil olarak söyleyebiliriz. Bir form olarak geliştirilirse belki. Ama zamanın gereği artık tanımlamak da zor, zaman ve iletişim çağı her şeyi değiştiriyor. Artık kolay kolay galiba Kürt tiyatrosu diyemeyeceğiz.
Kürt tiyatrosu 90’lı yıllarda İstanbul MKM de bodrumlarda başladı. Daha sonra gelişerek, geniş, konforlu mekanlarda izleyicisiyle buluştu. Lakin yaşanan durumlardan kaynaklı şimdi yeniden bodrumlara taşındığını görüyoruz. Bu durumu nasıl görüyorsunuz?
Yavuz Akkuzu: Bodrumdan çıkış normal bir şey. Bir çıkış yaptığında küçük bir şeyin üstüne bir şey koyarsın ve o mevzu büyür. Ama büyüdükten sonra tekrar oraya gelirsin, bu zordur. 90’larda bodrumda olması doğaldır. Çünkü bir yasak var. Ortam yok, ekonomik koşullar elvermiyor, yavaş yavaş büyütürsün. Nitekim öyle oldu. Batman’dan sonra Diyarbakır’da şehir tiyatrosu açıldı. Kürtçe tiyatro gelişti, büyüdü, Van’da, Diyarbakır’da içerisinde tiyatro okulu da olan iki akademi açıldı. Bundan sonraki geri dönüş ise bence değerli olan bu. Diğerini değersizleştirmiyorum ama bir çok mekana ve olanağa sahip olup da bir daha bodruma razı kalmak zor bir şey aslında. Ve bu dağılmadan yapıldı, bizim grubun yüzde 90’ı birlikte çalışarak, ayakta kalmaya devam etti. Bir daha oraya geri döndük ama hiç dönmeyebilirdik, dağılabilirdi, bu koşullarda yok olabilirdik. Olmadı ve bu bizim için değerli.
Berfin Emektar: Değer kısmına katılıyorum ama şöyle bir şey de var: Evet, kıymetli bir şey ama bu bizim işimiz. Yeniden bir tiyatroyu hemen kurmak, toparlanmak, tekrar oyun sahnelemek. Bu artık işimiz haline gelmiş. Bu yüzden bırakmamak değerli. Çünkü profesyonelleşmiş. Artık zamanını, zeminini, her şeyini sanata ayıran insanlar var. Böyle olmasaydı dağılırdı. Bir fırıncıyı fırından kovarsan gider, başka bir fırında çalışır. Elbette bunun yaşatılması için bir çabamız var. Biz pes etseydik birçok kişi de pes etmiş olacaktı. Biz aslında olması gereken bir şeyi yapıyoruz. Çok olağanüstü bir şey değil. Başka şansımız yok. Birçoğumuz hayatımızı buna adamışız, yeteneklerimiz bu noktadaysa bunun dışında ne yapabilirdik ki
Rugeş Kırıcı: Kürt tiyatrosu her zaman Kürt halkı gibi varlık yokluk mücadelesi içindeydi. Elbette mücadelesi devam ediyor. 1991’de bodrum katlardan fısıldayarak tiyatro yapan TeatraJiyanaNû şimdi Amed Şehir Tiyatrosuyla ve diğer gruplar ile her şeye rağmen fısıltıyı bodrum katlara bıraktı ve yüksek sesle repliklerini fırlatıyor. Kürt tiyatrosuna baskılar biçim değiştirerek devam etse de artık Kürt tiyatrosunun başka aşamada olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik artık Kürt tiyatrosunu üretimlerini bekleyen ve bize üretmemiz gerektiğini hatırlatan ciddi bir seyirci var. Kürt tiyatrocularının da bu sorumluluk duygusu içerisinde olduğunu söylemek mümkün.
Yavuz Akkuzu: Tarihsel olarak baktığımızda Elegez’de, Gürcistan’da, Ermenistan’da Kürtçe tiyatro yapan gruplar vardı, tiyatroyu ikinci iş olarak yapıyorlardı ve ciddi seyirci kitlesine ulaşıyorlardı. Haftanın 6 günü oyun oynayıp, salonu dolduruyorlardı. Sonra dağıldılar, bir süre sonra yeniden bir araya gelip tekrar dağıldılar. Biz bunu yaşayabilirdik ama bu bizim artık bir işimiz, yaşamımızın bir parçası olmuş. Bunun dışında dışarıda yapacak iş anlamında bir fikrimiz olmadığı için buraya kanalize olmuşuz ve bu da çökmeyeceğimizi gösteriyor. Tabi ki bu dışarıda yeri gelir simit satmayacağım, iş yapmayacağım anlamına gelmiyor. Zaten savaş koşullarına göre insanlar şekillendiğinin farkına vardı. Her an işinden atılabilirsin. Ama yaratımı artık tiyatro olan insanlar var. Yaratımı burada, bunun farkına vardık. Çok olağanüstü, ikinci dünya savaşına benzer bir şey olmadığı müddetçe çökmeyecek, benim hissiyatım bu yönde. Ki öyle bir durumda bile devam eder, nitekim önümüzde Suriye örneği var Rojava, Kobani gibi. Güney Kürdistan’da peşmerge tiyatrosu diye bir şey vardı ve peşmergeler Saddam’a karşı tiyatro yapıyorlardı. Gerilla tiyatro yapıyor. Yani bu tür örnekler var. Savaş koşullarında bile tiyatro yapılabiliyor. Üç-beş insan bulduğunda bile hikayeni paylaşırsın. Onun için yok olmaz
TeatraJiyanaNû, Amed Şehir Tiyatrosu ve Yekta Hevî Tiyatro grubu festivale birlikte ev sahipliği yaptı. TeatrajîyanaNû grubu üyesi olarak siz ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz İstanbul’da?
Rugeş Kırıcı: TeatraJiyanaNû halen İstanbul MKM’de faaliyetlerini sürdürmekte. İsminin Kürt tiyatrosu açısından tarihi bir misyonu var aynı zamanda. İlk tiyatro grubumuz. O nedenle bu grubun devamlılığı oldukça önemli. Elbette İstanbul’da Kürt tiyatrosu yapmak hep zordu ve zorlukları devam ediyor. Ne yazık ki halen bu kocaman metropolde projelerimizi sergileyecek çok az salon buluyoruz. Bunun tek sebebinin salon programlarının dolu olmadığını bilecek kadar deneyimliyiz.
Dicle Fırat Kültür Merkezi, Cegerxwîn ve Amed Şehir Tiyatrosu kağıt üzerinde kapandı ama aslında alternatifiyle devam ediyor
Berfin Emektar: Bir ruh oluştu, oradan yola çıkabiliriz. Tek işi sanat olan kişilerin belediyede idame ettirilmesi bir katkı olmuştu ancak işten çıkartılınca yeniden bir arada olup dağılmaması o ruhun varlığını gösteriyor.
Yavuz Akkuzu: Teknik olarak bir memuriyetin içindeydik belki ama politik olarak uzağında değildik. Burada başka bir şey yaratmak isteyen insanlar var, politik bir zemin var. Ondan kopuk olursan nasıl sanat yapabilirsin ki. Örneğin mimarlık diplomam var, gidip mimarlık da yapabilirdim ama o politik fikir beni tutuyor. Festivali ayakta tutan da politik zemindi. İnsanların bir sanat eseri izlemesinin yanı sıra bu politik fikir birlikte yürüyor. Öbür türlü çökerdi.
Tiyatronun açıldığı Şubat ayından beri aylık programlar çıkartıyorsunuz. Oyunların yanı sıra farklı etkinlikler de var. Yaz mevsimine girdik. Sezon kapanacak mı?
Berfin Emektar: Sezon bitmeyecek, yeri gelmişken belki de sezon kavramını da tartışmalıyız. Sezonu kim koymuş, biz de yıllarca ona göre davrandık. Özel tiyatro olunca niye sezon kapansın ki dedik. Doğal olarak yazın da programlarımız devam edecek. 23-24 Mayıs’ta Van’da, 26-27-28 Mayıs’ta İstanbul’da Qirix, DawiyaDawi ve Bun an jiNebûn oyunlarımızla Su Gösteri Merkezi’nde sahne alacağız. Döndüğümüzde haziran ayı programımız haftada üç oyun ve farklı etkinliklerle devam edecek. Belki yazın mekan sıkıntısından dolayı alternatif mekan arayışlarımız var. İftar sonrası açık mekanlarda etkinlik yapmayı planlıyoruz.
Yavuz Akkuzu: Normalde sezonun kapanması sanatçının kendi işine yoğunlaşması, okumalarını, eğitimlerini yapması ve yeni bir ürünle çıkması için iyi bir şeydir aslında. Ama şehir tiyatroları ve devlet tiyatroları bunu bir tatil havasına dönüştürdü. Biz gösterimlere devam ederek, repertuar, öğrenci eğitimi ve oyun hazırlığımızı eş zamanlı sürdüreceğiz.
Kentteki tiyatrocu potansiyelini açığa çıkartmak ve tiyatronun büyümesi için eğitimleriniz olacak mı?
Yavuz Akkuzu: Akademiden gelen öğrenciler var. Seneye yeni kursiyerlerle birlikte devam edeceğiz. Onu zaten hiçbir zaman bırakamayız. Çünkü büyümemiz gerekiyor. Kendi içinde devam eden bir tiyatro olmamız gerekiyor ki büyüyebilelim. Özel tiyatro açmak isteyen gençler çıkabilir. Çünkü artık bir buçuk milyon nüfuslu bir kent burası. İki tiyatro yetmez, daha da büyümesi gerekiyor.
Genel Sanat Yönetmeni kavramını da değiştirdiniz.
Yavuz Akkuzu: Genel Sanat Yönetmeni şehir tiyatrolarında oluyor. Bazı özel tiyatrolarda da oluyor ama çoğunlukla kolektif yapıyorlar. İşi pratik yürüten bir yönetimimiz var. Repertuara ortak karar veriyoruz. Yönetim sadece pratik ayağını oluşturuyor. Biz kolektif bir tiyatroya doğru yol aldık. Şu ana kadar iyi gidiyor. Teknik olarak bir sıkıntı yok.
Son olarak seyirciye yönelik bir mesajınız var mı?
Berfin Emektar: Seyirci kavramını da festivalde tartışmaya açtık. Hiçbir şeye seyirci kalmasınlar. Daha katılımcı, daha, sahiplenici, daha aktif, daha eleştirel bir tavır sergilesinler istiyoruz.
Bu pratikte nasıl olur nasıl olur peki?
Yavuz Akkuzu: Her gün sabahtan akşama kadar tiyatro açık. Provamız olmadığı zamanlarda biz hepimiz oradayız. Gelip bizimle birebir tartışabilirler. Oyun kapalı bir oyun değilse gelip provamıza da girebilirler. İstedikleri zaman ulaşabilirler. Telefon numaralarımız, mail adreslerimiz programda mevcut. Yazı yazabilirler. Eleştirilerini, yorumlarını ulaştırabilirler. Tiyatronun doğduğu şey bir ritüeldi ve ritüelde seyirci yok, herkes katılımcıydı. Şimdi tabi sahne-seyirci ayırımı oldu. Teknik olarak öyle bir ayırım olsa bile fikir olarak katılabilirler.
Berfin Emektar: “Seyirci kalmamak” sadece festivalin sloganı değil, kendimize de yönelik. Biz de oyuncuyuz ama birçok durumun da seyircisiyiz. Hayatın içindeki birçok olayın, hikayenin seyircisiyiz. O noktada doğru anlaşılmasını istiyoruz. Kendi dışımızda tutarak söylemiyoruz. Biz iki yıldır bu kentte birçok şey yaşadık. Savaşın kendisini, birçok kaybı ve akla hayale gelmeyen şeyler yaşadık. Bir nevi buna seyirci pozisyonundayız. Ve artık seyirci kalmayalım diyoruz. Çünkü seyirci kalırsak çürürüz, aklımız çürür, ruhumuz çürür. (BD/HK)