KONDA Araştırma ve Danışmanlık Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem, bugün Radikal’deki köşesinde seçim güvenliğinin önemine dikkat çekti.
Seçim güvenliğinin sarsılması için yaygın olayların mükerreren gerçekleşmesinin gerekmediğini ifade edem Erdem, basit tek bir olayın bile seçim güvenliğinin sarsılması için yeterli olabileceğini belirtti.
Seçim güvenliğinin sarsılması durumunda ve devletin temel kurumlarının milli iradeyle değil de gayri meşru bir iradeyle oluştuğu kanısının yerleşmesi halinde seçilenlerin meşruiyetinin tartışılacağına dikkat çeken Erdem, sonrasında ise güvenliğin tamamen ortadan kalkabileceği uyarısında bulunuyor.
"İnsanların sessizliği duyarsızlıkları olarak anlaşılmamalı"
Erdem’in “Dikkat: Seçim güveliği sarsılıyor” başlıklı yazısının tamamı şöyle:
Seçim güvenliği; başlamasından bitimine kadar, seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılması demektir.
Bu ilkelere el uzatılması veya dokunulması veya bu ilkeler sonucu verilmiş ve kazanılmış hakların kullanılmasının üçüncü kişi ve kurumlarca zorlaştırılması veya önlenmesi ve engellenmesi, seçim güvenliğinin sarsılması, yaralanması ve ortadan kalkması sonucunu doğurur.
Seçimde güvenliğin sarsılması için geniş ve yaygın olayların mükerreren gerçekleşmesi gerekmez. Basit ve geçici görünen bir tek olay bile güvenliğin sarsılması için yetebilir.
Gayri meşru idare ve kararlarla yürütülen seçimlerin sonucu, meşru bir yönetim oluşturamaz.
Nitekim Yüksek Seçim Kurulu’nun 1963 yılındaki 660 nolu kararında bu husus açık biçimde yazılmıştır: "Milli iradenin ne şekilde meydana çıkacağını, Anayasa ve seçim yasaları açıkça göstermiş bulunmaktadır. Bir aday Anayasada ve seçim yasalarında açıkça konmuş bulunan hükümlere göre seçilmemiş ise, Milli İrade onun yararına değil, ona karşı tecelli etmiş demektir." Bu kararda zikredilen seçim ilkesi, o tarihten bu yana birçok YSK kararında teyit edilmiştir.
Seçim güvenliği sarsılır, bozulursa, devletin temel kurumlarının milli iradeyle değil, yolsuz ve kanunsuz olarak gayri meşru bir iradeyle oluştuğu kanısı yerleşirse, önce seçilenlerin meşruiyeti tartışılır, bir aşama sonra da güvenliğin ortadan kalkması sonucunu verir.
Çok önemli olduğu için, anayasalara ve yasalara konulan hükümlerle seçim güvenliği korunmuştur. Bizde de seçim güvenliğine her türlü tecavüz, anayasalara ve seçim kanunlarındaki hükümlerle engellenmiştir.
Çok partili ilk seçim kanununun seçim güvenliği hükümleri, 1961 Anayasasında ve o yıllarda çıkan seçim kanunlarında güçlendirildi, 2010’a kadar seçim güvenliğine dokunulmamaya özen gösterildi.
Uzun yıllar içinde, seçim güvenliği doğal hayatın bir parçası gibi görüldü, yaşamın bir parçası olarak içselleşti.
2011 seçimleri sonuna kadar, siyaset adamlarının, yargı mensuplarının, idarenin, giderek bütün halkın çabalarıyla seçim güvenliği korundu.
İlk kez 2014 Yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Anayasa'nın ve seçim kanunlarının bazı maddeleri görmezden gelindi.
Yalnız idare ve YSK değil, siyasi partilerin genel merkezleri de, Cumhuriyet Başsavcılığı da, TBMM Başkanlığı da, Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 102. maddesini yok saydı.
İş başındaki hükümet ve siyasi partilerin genel merkezleri, Anayasa ile 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve diğer seçim kanunlarını yürürlükte değilmiş gibi davrandılar.
Bugün seçim güvenliğimiz, önlenmesi maalesef zor, ama önlenmezse siyasal bir felaketle karşılaşacağımız muhakkak olan bir tehditle karşı karşıyadır.
Bu tehdide karşı, bütün halkımız ve görevli kurumlarımız direnmezlerse, büyük bir liderin savaş arkadaşlarıyla mücadele ederek temelini attığı, 30 yılda bütün halkın sabrıyla ve emeğiyle oluşan, uğruna kan akıtılmış seçim güvenliğimiz yıkılma aşamasına geçecektir; tamiri –belki de yeniden yapımı- uzun yıllar alacak bir sürece gireceğiz.
Kristal vazolar, ufak bir dikkatsizlikle kırılır ve binlerce parçaya bölünür. Kum ve kurşunun vazoya dönüşmesi uzun zaman ve emek alır ama ışıldamasının sonlanması bir an meselesidir; unutmayalım!
Vazomuz seçim güvenliğidir, parçalanma tehdidi ise, Sayın Erdoğan'ın ve iktidar partisinin Anayasa'ya aykırı davranış ve konuşmalarıdır.
Biraz daha açayım: Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan temel seçim ilkelerine ve bu ilkelerin yurttaşlara verdiği haklara el atmakta, onların kullanılmasının serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılmasını önleyecek biçimde –belki de amaçlanın aksi olarak- sonuçlanacak davranış içine girmiştir.
Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakkını tanımlayan ilke, Anayasanın 67. maddesinde yazılıdır. O ilkeyi yukarda yazdım. Seçimlerin yönetim ve denetimiyle ilgili ilke de 76. maddededir: “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama… görevi Yüksek Seçim Kurulu’nundur.”
Cumhurbaşkanının konuşmaları, kabulleri, ziyaretleri Anayasa ve seçim kanunlarına göre, “seçim sonucuna müessir olaylar ve durumlardır”.
Bir ülkede halkın böyle bir olupbittiyle karşı karşıya bırakılmasına sessiz kalınamaz.
Basın ve yayın organları bu adaletsizliğe, ülkemizde rejim değişikliğine yardım eder biçimde davranması, nasıl söyleyeyim, bilemiyorum, ama en azından hukuk ve yurttaşlık ayıbıdır.
Öncelikle hükümetin, siyasal partilerin, seçim kurullarının, bütün kurumların, yurttaşların bu feci adaletsizliğin önüne geçme görevi vardır.
Bu ülke Sayın Cumhurbaşkanının söylediği gibi, gelişi güzel bir ülke değildir; daha da önemlisi, bu ülkede yaşayanların sessizliği onların duyarsızlıkları olarak anlaşılmamalıdır! (EKN)