Roboski Katliamı 28 Aralık 2012'de bir yılı geride bırakıyor, 34 insanın hayatını kaybettiği olayla ilgili sorular ise hala yanıt bekliyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu ve Uludere Alt Komisyonu üyesi, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü İnsan Hakları Komisyonu'na gelen belgeler, Tugay, tümen, Diyarbakır'daki hava birliği, 2. Ordu ve Genelkurmay'dan olay anında izlenen Heron görüntüleri üzerinden yaşananları değerlendirdi.
Kürkçü, bianet'e verdiği söyleşide Barış ve Demokrasi Partisi'ne karşı meclisteki linç girişiminin, BDP'yi meclisten dışlama çabalarının çok büyük ölçüde Roboski katliamında BDP'nin gösterdiği inisiyatifle bağlantılandırıyor, Angajman kurallarının en son bundan iki ay önce değiştiğini hatırlatıyor:
"Önceden Başbakan'da olan vur emri yetkisinin Genelkurmay'a aktarıldığı" haberleri doğru ise o zaman o tarihte vur emri yetkisinin de Başbakan'da olması gerekir."
Önce kamuoyunda en çok konuşulan şekliyle soralım. Roboski'deki ölümler planlı bir katliam mıdır Yoksa tesadüf veya hata mıdır?
Bu bir katliam! Roboski katliamı, 34 köylünün öldürüldüğü hava harekatı öncesinde 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanlığı'na bağlı yerel askeri birlikler tarafından başlatılmış olan "Yıldız" uçarbirlik harekatının devamı. Eldeki bilgilerin değerlendirilmesi hava harekatı öncesinde yapılması tasarlanan fakat sonra ikinci ordu emriyle durdurulan bu "uçar birlik" harekatının gerekçesi konusunda büyük çelişkiler olduğunu gösteriyor.
İnsan Hakları Komisyonu'na gelen belgelerde mi?
Belgelerde evet. Genelkurmay bu harekatın sınır içerisine doğru bir sızma ihtimaline binaen yapıldığını söylüyor. Tümen Komutanlığı ise uçar birlik harekâtını sınırdan çıkışlar olacağına dair istihbaratla gerekçelendirmiş. Ancak bu gerekçelendirmenin aşağıdaki birimlere bir yazılı emirle bildirildiğine dair kayıtlar da bulunmuyor.
Sınırdan çıkışlarla ilgili mi?
Tümen Komutanlığı diyor ki "Sınırdan çıkışlar olacaktır. Bu duyuma istinaden harekat planlanmaktadır". Alt birimlere görev verilirken bu konuda herhangi bir açıklık yok. Ancak bu karışıklığın ötesinde 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanlığı'nın hem telsiz kestirimlerinden alınan bilgiler hem de çeşitli yorumlarla Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında alışılageldik olandan daha fazla bir hareket, haberleşme olduğuna dair tespitleri olduğunu, özellikle Bahoz Erdal'ın (Fehman Hüseyin) telsizinden alındığı söylenen kestirimlerin kaygı yarattığını anlıyoruz.
Buna dayalı olarak da bir alarm durumu, bir teyakkuz hali var. Bu çerçevede, sınırdaki tümenin bölgeye insansız hava aracı Heron sevkedilmesi talebi var. Görüntü versin diye.
Siz bu görüntüleri izlediniz
Evet. Bu görüntülerin izlenmesinden ve yorumlanmasından Genelkurmay'ın iddia ettiği gibi "bunların kaçakçı mı gerilla mı olduğunun saptanması mümkün değildir" tezinin doğru olmadığı sonucuna varıyorum. Bu mümkün.
Bundan önce bir topçu ateşi olduğu söyleniyor.
Doğru. Hareket halinde olduğu izlenen grubun gerilla mı, sivil mi olduğuna dair bir belirleme yapmak için sınır hizasına topçu atışları yapılmış. Buradaki yorumlar da birbiriyle çelişkili.
Topçu atışını sınır ötesine yapmak için Genelkurmay'dan emir gerekli. Tümen 2. Ordu'ya soruyor. 2. Ordu diyor ki: "Dışarıya atmayın sınır boyuna atın." Böylece sınır boyunca aydınlatma fişeği ve top atışı başlıyor.
Bu top atışlarının amacı ne?
Top atışları iki sebeple yapılıyor. Birincisi caydırmak, ikincisi tepkilerini ölçmek. Ne yapacaklar? Grup ne yapacak? Grup top atışlarından sonra biraz duraklıyor fakat ilerlemeye devam ediyor. Beş kere top atışı yapılıyor. Her seferinde de ilerlemeye devam ediyorlar.
Bu ilerlemelere bakan tümen komutanı bunların gerilla olabileceği sonucuna varıyor ama topçu bataryasının başındaki komutan bu davranışın bir gerilla birliği için anlamsız olduğunu dağılmaları gerekirken yürümeye devam ettiklerini tespit ediyor.
Çünkü grup ne toplanıyor ne de dağılıyor. Yürüyor. Zaten köylülerin ifadesinde de "onlar her zaman atar biz de her zaman yürürüz" deniyor.
Anlaşılan köylüler açısından olağandışı bir durum yok
Yok tabii. Çünkü bundan önceki deneyimler, askeriyenin köydeki istihbaratı, köylülerin olağan davranışı çerçevesinde ve eldeki Heron görüntüleri itibariyle bunların bir gerilla grubu değil kaçakçı kafilesi olduğuna hükmetmek gerekirken bunun tersine bir kararın verildiği anlaşılıyor.
Şu ana kadar bu kararın kim tarafından verildiği Komisyona ve Diyarbakır Savcılığı'na söylenmedi.
Yani bunlar gerilladır kararının?
Evet imha harekatı için emri verenin kim olduğu belirtilmedi. Saat 21.00'de iki helikopter ve üç bölükle düzenlenmiş olan uçar birlik harekatı durduruluyor. Bölge "uçuşa yasak saha" ilan ediliyor, bir hava harekatı yapılacağını herkes seziyor. Fakat bir hava harekatı yapılacağına dair yukardan bir bilgi bölgedeki birliklere gelmiyor.
Bu çerçevede yerel birimlerin rolü bitiyor. İçişleri Bakanlığı müfettişleri yerel birimlerin bu süreçteki en büyük kusurunun uçar birlik harekatını valiliğe uygulama başladıktan sonra bildirmesi olduğunu söylüyor.
Aslında tümen valilik emrinin imzalandığı saatten çok daha önce harekete geçmiş durumda. Fakat valiliğin bundan haberinin olup olmamasının bu katliamda doğrudan bir rolü yok.
Kaçakçı grubun askeri birliğin bilgisi dahilinde sınır dışına çıktığına dair birçok şey söylendi.
Bunlar tam olarak doğru değil. Köylüler çok sezdirmeden giriş çıkış yapmaya, mümkün mertebe saklanmaya çalışıyor, tümen de bunu görmemeye çalışıyor diyebiliriz.
Heronlara geri dönersek, ne var tam olarak görüntülerde? Bu görüntüleri seyreden herkes aynı şeyi görür mü?
Herkes aynı şeyi görür. Bir grup insan güneyden kamyonetlerle geliyor. Dört beş kişi, iki üç araç. Kuzeyden de 30-35 kişi 35-40 hayvanla Haftanin ve Putalma derelerinin birleştiği geniş düzlüğe geliyorlar saat 17.30- 18.00 arasında.
Burada güneyden gelenlerin kuzeyden gelenlere mal aktarıldığı açıkça anlaşılıyor. Güneyden gelenler diğerlerinin arasına karışmadan geldikleri yöne yani güneye dönüyorlar. Kuzeyden gelen kafile ise hiçbir yerde durmadan mola vermeden gayri nizami yürüyüşle kuzeye, köye doğru yükselerek yoluna devam ediyor.
Burada olağandışı bir şey yok. Güvenlik önlemi anlamına gelecek hiçbir hareket, gözcüler vb. yok. Devamlı yürüyorlar. Hiçbir şey olmuyor. Top atışları sırasında duraklandığına dair de bir şey yok.
Saat 21.00 civarında köye hakim tepeye geliyorlar. 21.20'den başlayarak dört kez, 15-20'şer dakika arayla dört parça olarak bekleyen kafile dört kez bombalanıyor. Bu iki uçak tarafından gerçekleştiriliyor. Dört sorti yapılıyor. Bu şartlar altında operasyon 22:30 sıralarında tamamlanıyor.
Bu sırada kafile nasıl hareket ediyor?
Eğer daha önce anlaşılamadıysa ilk bombalamadan sonra açıkça bu insanların bir askeri harekat mantığı içinde hareket etmediğini en bilgisiz insan bile anlar. Uçağın sesini duydukları halde dağılıp kaçmak yerine bütün gruplar birbirlerine sokuluyorlar. Bu tamamen korkuya kapılıp ne yapacağını bilemeyen, askeri eğitim almamış insan davranışı.
Bu bir katliam. Grubun kimliğinin net olarak tespit edilmemesine rağmen imhası kastıyla bir hava operasyonu düzenlenmesi, bu maksatla orantısız güç uygulanması, silahlı bir tehdit olduğunu gösteren kanıtlar olmadığı halde bu insanlara yönelik yüksek tahrip gücüne sahip bombaların kullanılması, olay anındaki davranışlarının kafilenin silahlı bir birlik hareketi içinde olmadığını net olarak göstermesine rağmen operasyondan vazgeçilmemesi, caydırıcılığın değil imha yolunun seçilmiş olması, operasyonun bir katliam olduğunun açık göstergesi.
Tümen ne yapıyor o sırada?
Asıl ilginci bölgedeki askeri birliklerin operasyondan sonra 24 saat boyunca kışlalarından, birliklerinden dışarıya çıkmamaları. Birliklere yerlerinde kalmaları yönünde emir verilmesi. Köylülerden aldıkları bilgilerle öldürülenlerin hepsinin köylü olduğunu anlayınca asker halktan kaçıyor. 24 saat boyunca halktan saklanıyor.
Eğer iddia edildiği gibi bu bir gerilla birliğinin imhası yönünde yapılmış bir operasyon olsaydı olay yerine herkesten önce askeri birliklerin gitmiş olması beklenirdi.
Askerler ne kurtarma, ne de yardım faaliyetlerine katılıyorlar. 24 saat boyunca orada halktan gizlenerek oturuyorlar. Sıcağı sıcağına bütün kurtarma faaliyetleri köylülerin kendileri tarafından yapılıyor, epeyce sonra ambulanslar sevk ediliyor.
Bu görüntüler olay anında kim tarafından seyrediliyor?
Heronlar hem tugaydan, hem tümenden, hem Diyarbakır'daki hava birliğinden, hem 2. Ordu'dan hem Genel Kurmay'dan izleniyor. Tümende kayıt yapılmıyor diğerlerinin hepsinde kayıt da yapılıyor.
Dolayısıyla daha üst birimler, yani İkinci Ordu, Genelkurmay, Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri'nde döne döne bunları izleme ve yaklaşan topluluğun kimliğini değerlendirme ve karar verme imkanı var.
Şimdi bize intikal eden bilgilerden bütün sürecin takip edildiği anlaşılıyor. Dolayısıyla hayvan sayısının insan sayısından fazla olması, hayvanların yüklerinin muntazaman dizilmiş olması, yüklerin bir örnek olması, yürüyüşün gayri nizami ve kopuk kopuk olması gibi özellikler göz önüne alındığında bunun bir kaçakçı hareketi olduğunu anlamak çok kolay.
Çünkü atlılar kuzeyden geliyorlar ve kuzeye geri dönüyorlar. Yani güneyden kuzeye doğru bir hareket yok. Bunun da gerilla harekatı iddiası konusunda şüphe uyandırması gerekiyor.
Fakat bütün bunların nasıl ve kimlerce değerlendirilip kararlaştırıldığına dair bize herhangi bir bilgi intikal etmiş değil. Faili meçhul bir katliam.
Olayın sınır ötesinde olması askeri açıdan ne anlam ifade ediyor?
Birincisi sınır ötesi bir harekat olduğuna göre temel kararın en üstten Genelkurmay tarafından verilmesi kaçınılmaz. Genelkurmay'ın bu yetkilerini astlarına devrettiğine dair hiçbir bilgi yok. İkincisi hükümetin tezkere ile TBMM'den aldığı yetkiyi Genelkurmay'a devrettiğine dair de bir bilgi yok.
Angajman kurallarının en son bundan iki ay önce değiştiği, "önceden Başbakan'da olan vur emri yetkisinin Genelkurmay'a aktarıldığı" haberleri doğru ise o zaman o tarihte vur emri yetkisinin de Başbakan'da olması gerekir.
Dolayısıyla burada yürüyen kafilenin mahiyeti tam olarak araştırılmadan, bunların amaçları hakkında herhangi bir bilgi edinilmeden ve durmaları ihtar edilmeden gerçekleştirilen bu harekatın gerisindeki aklın çok büyük olasılıkla topluluğun Kürt olduğu, çok büyük olasılıkla gerilla olduğunu varsaydığı, ama şüpheyi sanık lehine yorumlamadan hüküm verdiği, dolayısıyla masum olması muhtemel bir insan topluluğunun imhasına "evet" dediği için bu sonucun planlı bir katliam olduğunu söyleyebiliriz.
Planlı katliamın nesnesinin gerilla mı köylü mü olduğu da bu noktada farketmez bunlar gerilla da olsa, "dur" ihtarı yapılması angajman kurallarına göre gereklidir. Savaş yasaları bunu icap ettirir.
Olaydan sonra kamuoyunda "Bu bir saptırma mıydı yanıltma mıydı" tartışması yapıldı
Bütün bunlara Başbakan net yanıtlar verdi. "Saptırma, yanıltma yok milli imkanlarımızla kendimiz yaptık olayı" dedi. İkincisi gerçekleştirdiği "olay"dan ötürü Genelkurmay Başkanı'nı kutladı ona teşekkür etti. Üçüncüsü de gerçeklerin ortaya çıkması için parmağını kıpırdatmadı.
Meclis'te bir komisyon kuruldu ama?
Meclis komisyonu Başbakan'ın emriyle kurulmuş değil. Meclis tarafından kuruldu. Teorik olarak Meclis, Başbaka'na bağlı değil. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin yapacağı işlemler arasında acil bir soruşturma mekanizması çalıştırmak olabilirdi.
Bu bir katliam olduğuna göre, Bülent Arınç'a yönelik suikast teşebbüsü ihbarı dolayısıyla Genelkurmay binası basılıp "kozmik oda"ya nasıl girildiyse, halka karşı bir teşebbüsle kalınmayıp gerçek bir suikast yapıldığında da pekala sert önlemler alınabilir ve durum ortaya hızla çıkartılabilirdi.
Fakat böyle bir şey olmadı. İstisnai bir biçimde kan parasına zam yapılarak köylüler satın alınmaya çalışıldı. Arkasından, köylüler bu parayı almayarak direndiklerinde Başbakan bu sefer onları terörle ilişkilendirme tehdidiyle susturmaya çalıştı.
Tüm bu süreç boyunca Genelkurmay'ın sessizliğini koruması ve komisyona gerçek bilgileri aktarmaması, Başbakan'ın sürekli olarak Genelkurmay Başkanı'nı kollaması ve bu vahim olaydan ötürü üzüntü bile bildirmemesi bize bu iki makam arasında bu olayda bir ortaklık olduğunu, sorumlulukların ortak olduğunu düşündürüyor.
Angajman kuralları eğer değişmemişse aslında vur emrinin Genelkurmayı da aşarak Başbakan'dan gelmiş olduğuna dair çok kuvvetli bir şüphe var ortada.
Ancak bunların bu şekilde değerlendirilmesi, sonuçlandırılması yönünde İnsan Hakları Alt Komisyonu çoğunluğu da yapıcı ve yaratıcı herhangi bir faaliyette bulunmadı. Sadece bekledi. Genelkurmay'dan gelen bilgilerin sahiciliğini araştırmaya girişmedi.
Oysa görüntülerdeki bulanıklığın, kimi zaman ortaya çıkan belirsizliklerin çevrede bir başka insansız hava aracı olabileceğine dair bir şüphe uyandırmasına, bunlar basında yer almasına rağmen bunların üzerine gitmek yerine bütünüyle Genelkurmay'ın "milli imkanlar" sözünün arkasına takıldı.
Wall Street Journal'da tam aksi yönde haberler çıktı oysa.
Ancak bu haberlerden sonra Genelkurmay Heron'un yanı sıra o gün o bölgede Amerikan Predator'ının da havada olduğunu söyledi ve birkaç saat boyunca Predator'ın sınırın güneyinde olan biteni izlediği ortaya çıktı.
Dolayısıyla bu süreçten başka -yabancı- makamların da haberi var. Ben Komisyon'a Haziran'da bu "gayrimilli imkanlar"ın da değerlendirilmesi konusunda başvuruda bulundum. Yazılı dilekçemize ancak Ekim'deki komisyon toplantısında yanıt verildi.
Denildi ki "Şimdi bunu araştırmaya başlarsak raporun yazımı uzar". Dahası, "yabancı devletler bize yanıltıcı bilgi verebilir" denildi. Oysa komisyon başkanlığı dört ay bana cevap vermeden beklemişti, zaman kaybını yaratan kendileriydi, sanki "yabancı olmayan devlet" bizi yanıltmaya çalışmıyormuş gibi, onun verdiği ve vermediği bilgilerle yetinmeyi erdem saydı.
Olayın tam olarak aydınlatılabileceğini düşünüyor musunuz?
Katliam kararını verenlerin şu aşamada yargı önüne çıkacağına dair herhangi bir ümit yok. Çünkü Diyarbakır Özel Yetkili Askeri Mahkemesi savcılığı da şu ana kadar Genelkurmay yetkililerinin ifadelerini alabilmiş, olayda görevli pilotlar dışında hiç kimsenin adını ortaya çıkarabilmiş değil.
Bu pilotların katliamdaki tüm sorumluluğu kendilerine verilen koordinatlara ateş etmekten ibaret. Hedefleri Heron laserle belirliyor, uçaklar vuruyor. Yani her an en üst düzeyden izleniyor ve hedef belirleniyor. Dolayısıyla onların asıl sorumluları kurtaracak birer kurban olarak halkın önüne atılması adaletsizlik olur.
Yine de cumhuriyet savcılığının bu pilotların ifadelerini alarak emir-komuta hiyerarşisini sorgulaması mümkündü. Savcılık da bu konuda son derece ağır davranıyor. Son günlerde Hava Kuvvetleri Komutanı'na verilen madalyalar dolayısıyla basında onun sorumluluğuna yapılan vurgular da yerinde olmakla birlikte Hava Kuvvetleri'nin kendi başına uçak kaldırması ve harekat planlaması mevcut işleyiş çerçevesinde imkansız görünüyor.
Bir sınır ötesi harekatın mantığı onun kaçınılmaz olarak Başbakanlık'tan başlamasını gerektiriyor. Şu an için benim gördüğüm kadarıyla hükümetin beklentisi köylülerin yılarak itirazlarına son vermesi, böylelikle asıl katliamın hedefi, nesnesi olan insanlar susunca geri kalanlara da konuşmak için daha az meşruiyet kalacağını ummak. Tabii ki bu böyle olmayacak bu mesele mantıki sonuçlarına varacak.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bu konuyu her fırsatta gündeme getiriyor ve takipçisi olacağı mesajını yineliyor. Bundan sonra ne olacak?
Ben Barış ve Demokrasi Partisi'ne karşı meclisteki linç girişiminin, BDP'yi Meclis'ten dışlama çabalarının çok büyük ölçüde Roboski katliamında BDP'nin gösterdiği inisiyatifle, komisyonlarda BDP-blokun temsilinin "işi kendi aramızda bağlayalım" seçeneğine imkan bırakmamasıyla ilgili olduğunu da düşünüyorum.
Bu komisyonda BDP'nin mevcudiyetinin büyük bir huzursuzluk yarattığını, bunun Genel Kurmay'ın bilgi aktarışına bile yansıdığını, oradan "bütün bunlar çok gizlidir, ehil olmayanlara verilmemelidir" notlarıyla gelen yazıların bu rahatsızlığın da bir ifadesi olduğunu düşünebiliriz.
Bu çerçevede Uludere olayı bizim açımızdan hedefi belirsiz bir katliamdır. "Her kim olursa olsun" denilerek verilmiş bir "vur" emri vardır. Bu emrin şu sebeple verildiğini tahmin edebiliriz.
Bütün raporlara, askeri yetkililerin bize verdiği bilgilere bakıldığında, bu kafile içerisinde Bahoz Erdal'ın da olabileceği paranoyasının, bu mesnetsiz kuşkunun yanı sıra, halka karşı sorumsuzluğun, yani masumiyet karinesi hiçbir şekilde hesaba katılmayarak "tohumuna para mı saydık" fikriyle hareket edilmesinin ve nihayet katliam sonrasında bunun her halükarda örtbas edileceğine dair inancı besleyen bir kibrin bu paranoyayı katliama vardırdığını, katliamın ardından ortaya koyulan devlet tavrının da bir rezalet boyutuna ulaştığını söyleyebiliriz. (HK)