Türkiye’nin ilk ve en büyük organik pazarı olan Feriköy Pazarı 10. yaşına girdi.
Sabah saatlerinden itibaren oldukça kalabalık olan pazarda, herkesin elinde kese kağıtları, bez çantaları, alışveriş çantaları, fileler var.
Çünkü pazarda plastik torba kullanmak yasak.
Neredeyse her şeyin organiğini bulmak mümkün. Sebze, meyve, yumurta, peynir, tavuk, temizlik malzemesi, kozmetik vb…
Diğer semt pazarlarından farkı sadece ürünlerin organik olması değil, aynı zamanda “Bunlar organik, organik” diye bağıran satıcıların olmaması. İsterseniz ürünleri tatma imkanınız da var. Ama yumuşak sebzeleri çok mıncıklamasanız iyi olur, zira öğlene kadar o ürünler çürümeye başlıyor.
Karnınızı acıkırsa pazarın girişinde sıcak sıcak gözleme de yiyebilirsiniz. Organik ürünlere dair kafanıza takılan sorular varsa Buğday Derneği’nin tezgahına uğrayıp her şeyi sorabilirsiniz.
Buğday Derneği’nin 2006’da başlattığı % 100 Ekolojik Pazarlar projesi, ekolojik tarım ve ürünlerin Türkiye’de tanınması ve iç pazarda talep oluşmasında öncü oldu.
İlk bir yıl 3-5 ton civarında olan haftalık taze sebze-meyve satışları 14 tona ulaştı.
16 organik pazar varBuğday Derneği proje ortaklığında %100 Ekolojik Standartlarına göre denetlenen ve yürütülen %100 Ekolojik Pazarlar; İstanbul Şişli, Kartal, Beylikdüzü, Küçükçekmece, Bakırköy, Kayseri Talas ve Kayseri Kocasinan'da. |
Bugün üçü sezonluk toplam 16 organik pazar var. TUİK 2014 verilerine göre, Türkiye’de organik tarım yapılan alanların toplam tarım alanlarına oranı yüzde 2.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Eş Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu ile pazarın kuruluşundan bugüne organik tarımdaki gelişimi konuştuk.
10 yıl geriye dönersek, bu fikir nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Ekolojik yaşamın en temel şeyi gıda. 1980’lerde Türkiye’ye organik ürünler yurtdışına ithal ediliyordu. Ama o dönem mevzuat yoktu. 2000’lere geldiğimizde organik tarım yapan işte Afyon’da, Çıralı’da tek tük çiftçiler vardı. Yine bu ürünler birkaç butik dükkanda satılıyordu.
Dedik ki ekolojik gıda Türkiye’de de yaygınlaşmalı. Önce talebi yaratmalıyız. Sivil toplum örgütü ve belediye işbirliğinde bir halk pazarı açma fikri doğdu. Bunu yapmazsak o idealist çiftçiler de vazgeçecekti. Önce Victor (Ananias), organikte hal kanunundan muafiyet sağladı. Sonra Şişli Belediyesi ile anlaştık.
Pazarı 2006 Haziranı'nda açtığımızda küçücüktü. İlk 2 hafta akın akın insanlar geldi. Ama sonra iki sene boyunca pazar kan ağladı. Yaz aylarında 30 kişi falan geliyordu. Sonra yavaş yavaş medyanın da desteğiyle, etkinlikler vb. zincirleme bir şey oldu.
İlk olarak burası hal görevi gördü. Yani organik ürün satan dükkanlar, e-ticaret yapanlar, üreticiye burada ulaştı. Böylece organik pazarın yaratığı zincirleme reaksiyon katlanarak bu pazarın büyümesini sağladı. O kadar popüler oldu ki, sokakta pilav-nohut satanlar bile organik yazmaya başladı. Böyle bir kavram kaosu başladı. Ama sonuçta şunu başardık popülarite.
“Hormonsuz abla” diyen konvansiyonel pazarcılar, şimdi müşteriyi ikna etmek için “organik abla” demeye başladılar. Bunu sağladık. Ama yeterli değil, bunun içini doldurmamız lazım.
Rakamlarla Türkiye'de organik tarımIFOAM ve FIBL'in raporuna göre; 2012 yılında dünyada organik tarım yapılan alan 37,5 milyon hektar. Türkiye'de toplam tarım alanı 23.939.000 hektar, organik tarım alanı ise (doğadan toplama hariç) 490.000 hektar. Türkiye'deki üretim miktarlarına baktığımızda organiğe geçiş süreci ürünleri dahil, 2002'de 310.000 ton olan toplam üretim, 2014'te 1.642.000 tona çıkmış yani % 430' luk bir artış söz konusu. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre; 2002'de çiftçi sayısı 12.428 iken bugün 70.000' i aşmış durumda. 2014 ihracat verileri 79 milyon dolara ulaştı. Ürün çeşitliliği de 2013 verilerine göre 213'e yükseldi. IFOAM ve FIBL'in 2014 raporuna göre; Türkiye organik tarım arazisi artışı gösteren 81 ülke arasında da 4. sırada. |
Evet. Artık her yerde “organik ürün” deniyor. Peki nedir organik?
Organik tarım, toprak, tohum ve emekten oluşur. Geleneksel tohum, organik sertifikalı tohum, bunlar yoksa standart/ hibrit tohum kullanılabilir. GDO’lu tohum kesinlikle yasak. Fidelerin de organik sertifikalı olmalı lazım.
Organiğin en önemeli şeyi toprak. Toprağın biyodinamik yapısını, mikroorganizmasını, solucanını vb. canlı tutmak gerekiyor. Onun verimini, döngüsünü yaşatmak lazım. Toprak çok kıymetli, ona saygı duymamız gerek. Organik tarımda fenni (kimyasal) gübre yasak. Bu toprağı yozlaştırıyor, çoraklaştırıyor, verimini öldürüyor. Endüstriyel hayvan gübresi almıyoruz. Organik sertifikalı gübre alabilir, ya da kendiniz kompost yapabilirsiniz.
Zirai ilaçlar ise organik tarımın üçüncü kısmı. Ot, mantar ve böcek adı altında binlerce ilaç var. Bunların hepsi yasak. Bunun yerine biyolojik mücadele yöntemi kullanılıyor. Bakteri veriyorsunuz. Bitkisel kökenli, insan, çevre ve su kaynaklarına zarar vermeyen pahalı ilaçlar var. Bir de fiziksel mücadele yöntemleri var. Bitkileri sık ekmemek, doğru su miktarı, birbirine kardeş bitkileri ekmek (örneğin fasulye ve mısır) gibi...
Bunun yanında nakliye ve depolama var. Deponun temizliğinde her kimyasal kullanılamıyor. Ürünün işlenmesinde her katkı maddesine izin verilmiyor. İyonize radyasyon yasak. Soğuk şoklama yapılarak içindeki lavra, yumurta öldürülüyor. Mesela kükürt en temel örnek. Kayısılar sapsarı/ turuncu ya, işte o kükürt. O yüzden organik sarı renkte gün kurusu bulamazsınız, hepsi kahverengi.
Peki üreticinin mevzuatta yer alan tüm bu kurallara uyup uymadığı nasıl denetleniyor?
Tüm dünyada bu işi devletler değil, özel şirketler yapıyor. Sertifikasyon kuruluşları var. Araziye gidip tohumundan, hasat miktarına kadar denetimi yapıyor. Hangi tapuda, kaç metrekarede, ne kadar maydanoz ekilmiş onda kaydı var.
Organiğin en temel denetimi izlenebilirlik ve kayıt altına alma. Aynı zamanda tarım il/ ilçe müdürlükleri de istedikleri zaman denetim yapabiliyor. Bazen şirketlere nasıl güveneceğiz sorusu geliyor? Bu şirketlerin hiçbiri Türkiye’deki 3-5 üretici için isminin kirlenmesini istemez. Çünkü ihracat yapıyorlar ve ceza alırlarsa bu direk AB’ye intikal eder.
Bana şu çok komik geliyor. Doktorlar hastanın içinde yeri geliyor makas unutuyor, nükleer santral kurulmak isteniyor. Bunların hepsine güveniyoruz ama çiftçiye güvenmiyoruz. Tabii ki hiçbir sistem mükemmel değildir.
Küçükçekmece Pazarı
Tüketici nelere dikkat etmeli?
Organik ürünlerin doğal ürünlerden farkı şu: Doğal ürün olarak adlandırılan gıdaların resmi veya genel bir tanımı, kriteri, standardı ve yönetmeliği yok. Bu nedenle suistimale açık. Herhangi bir denetime ve belgeye tabi olmayan doğal ürünlerin gerçek olup olmadığı tamamen kişisel bilgi, deneyim ve güvene dayalı.
Eğer üreticinizi tanıyor, güveniyor; aldığınız ürünün nasıl yetiştirildiğini biliyor iseniz tabii ki ondan alışveriş yapın. Türkiye’de sayısı giderek artan gıda toplulukları da bu amaca hizmet ediyor.
Ancak üreticinizi/çiftçinizi tanımıyorsanız en güvenilir ürün organik sertifikalı gıda. Bu ürünler Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğe uygun olarak organik tarım esaslarına göre yetiştiriliyor, ambalajlanıyor ve etiketleniyor. Yapmanız gereken, etiket üstünde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın organik tarım ürünleri için hazırladığı logoyu ve sertifika numarasını kontrol etmek.
Peki açık satılan taze sebze ve meyvenin organik olduğunu nasıl anlayacağız?
Yapmamız gereken, satışı yapan kişi/firmaya ürünün organik ürün sertifikasını sormak, bu sertifikanın geçerlilik süresini ve ilgili ürün çeşidini kapsayıp kapsamadığını kontrol etmek. Ürünün sertifikada adı geçen üreticiye ait olup olmadığını anlamak için ise ilgili üreticiden alımına dair fatura veya diğer mali belgeleri sormak.
Bu detayda “Ben manavı, pazarcıyı vs sorgulayamam” diyenler için ise tek yol kalıyor; sadece organik sertifikalı ürün satan ve Türkiye’de sayısı 16 olan organik pazarları, sadece organik ürün satan dükkân ve e-ticaret sitelerini tercih etmek.
Siz dernek olarak ne yapıyorsunuz pazarda?
Sabah beşte gelip, pazara giren çıkan stokları web tabanlı takip sistemimize işliyoruz. Sertifikalarla ürünleri eşleştiriyoruz. Sertifikasında salatalık yoksa onu satamaz.
Rutin olarak ve onun yanında şüphelendiğimizde numune alıp kalıntı tespiti yapıyoruz. Dedikoduları dinliyoruz, sektör küçük, oto kontrol yüksek. Pazardakilerin çoğu üretici ama çok uzaktan gelemeyenler için aracılar da var. Onların depolarını da denetliyoruz.
Beylikdüzü Pazarı
Belediye ne yapıyor?
Belediyenin üstümüzdeki iş yükünü azaltması gerekiyor. Biz en nihayetinde bir sivil topum örgütüyüz. Sadece pazarı açmakla olmuyor. Belediyenin her pazarda daimi ziraat mühendisi bulundurması gerekiyor. Pazarların reklam ve tanıtımını yapması gerekiyor. Sonuçta projenin sahibi belediye. Biz danışmanız. Belediyeler beş tezgah için yıllık 650 lira işgaliye alıyor, bu da düşük bir ücret sonuçta buranın elektriği, temizliği gibi giderleri var.
Bugün yedisi sizin danışmanlığınızda 16 pazar var. Gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz?
Bu Feriköy pazarının getirdiği bir sonuç. Tabii ki hepsini buna mal etmiyorum ama bir ivme yarattı. Yoktan bir hareket başladı.
2006’da pazarı açtığımızda et, süt grubunda hiç organik ürün yoktu. Organik peynir yoktu. Sadece 2 organik yumurtacı vardı. Şu anda her ürünün organiği var. Ancak şeker ithalatı yasak olduğu için organik şeker ithalatı da yasak. Organik şekeri de üretmek çok maliyetli. Şeker yerine ya bal ya elma suyu kullanılıyor. Ama bisküvi, çikolata yapılamıyor. Hepsi ithal ve bu yüzden Avrupa’dakinden daha pahalı. Düşünün fındık bizden gidiyor ama organik fındık ezmesi ithal ediyoruz.
Gelelim en büyük soruya, organik pahalı…
Pahalılık göreceli bir kavram. Alım gücümüz düşük. Asgari ücretimiz ne kadar ki? Bu ekonomik bir sorun genel anlamda. Ama reddetmiyorum pahalı ama suçlusu üretici değil, üretim maliyeti, nakliye, depolama ücretlerinin yüksek olması. Küçük hacimlerle iş yapılıyor. Sürüm yok, çürüyen atılıyor. Ta Avanos’tan İzmir’den buraya gelen üreticiler var, birkaç üretici bir araya gelip araç tutuyor.
Katma değerli ürünler iki defa işleme tabi tutuluyor. Yani mesela domates küçük miktarda üretiliyor, salça da öyle, iki defa sertifikasyon yapılıyor. Dolayısıyla pahalı.
Bir de bazı tüketiciler şeftali, patlıcan çileği alırken bile mıncıklıyor. Şeftaliyi dokunup bıraktığın zaman öğleden sonra çürümeye başlar. Elma, patatesi seç ama onlara dokunma gözünle seç.
Organik tüketim için hem eğitimli, hem bilinçli, hem de zengin olmak gerekiyor. Evde iki beyaz yakalı çalışan varsa bu fiyatlar makul. Ama asgari ücretliyse tabii ki alamaz.
Devlet organik tarıma bir ihracat kalemi olarak bakıyor. Bir STK, belediye daha ne yapsın. Bunun devlet politikası olması lazım. Devlet ekmek israfının nasıl üzerine gidiyorsa organik tarımı da öyle yapmalı. Okullara dağıtılan süt neden organik değil?
Organik tarım bir alternafi değil, ekoloji meselesi. Konvansiyonel tarımda bir kısır döngü var. Siz zirai ilaçlar attıkça, fenni gübreleri attıkça o bakteri, virüs, böceğin bağışıklık sistemi gelişiyor. Yeni türler geliştiriyor, aynı antibiyotik gibi. Bu direnci kırmak için de daha fazla zehir veriyorsunuz, toprak çoraklaşınca daha çok gübre veriyorsunuz. Su kaynakları daha çok kirleniyor vb. vb. vb. Kendi kendinizi yok ediyorsunuz. Bu sürdürülebilir değil. (NV)