Ama onu burada, 4. Levent'teki Halay Salonları denen düğün salonları kompleksinin en üst katında, yoksulların haklarını almasını savunduğu için selamlıyor insanlar.
Şimdiyse, Güney Afrika'da, Özelleştirme Karşıtı Forum'un (APF) bir temsilcisi olarak, su, elektrik, kanalizasyon, gıda, eğitim, çalışma ve yaşam hakkını savunuyor. Sağlam bir hatip; konuştuğunda gözleri büyüyerek, umutla dinleyenlerin sayısı az değil.
İşçiler kurultayda kendi deneyimlerini, eylemlerini, umutlarını anlatırken, Mokolo'yu salondan alıp röportaj yapabileceğimiz -görece sessiz- bir yere götürmek pek kolay değil.
"Özelleştirme de bir tür apartheid'dır" diyor Richard. Apartheid, Güney Afrika'da siyahların yıllarca ezilmelerinin, ayrımcılığa uğramalarının, köleleştirilmelerinin adı. Sözlüğe göre "ten rengine dayanan ayrımcılık".
"Nasıl?" diye soruyorum.
"Apartheid insanları ten rengine göre ayırır. Özelleştirmeyse servetlerine göre" diyor.
Etrafımızda kurultaya katılan işçilerin çocukları bağırıp gülüşerek koşturup duruyor, arada bir onlara bir gülümsemek için sohbeti kesiyoruz. Salonun asık yüzlü bir görevlisi var, "Arkadaşlar lütfen dışarı" deyip duruyor; seslendiklerinin çoğu çocuklar. Önce biz gülüyoruz buna.
Kontörlü hayat: Hakkını satın almak zorunda olmak
Güney Afrika'da suyun, elektriğin nasıl özelleştirildiğinden söz ediyor Richard.
Sorun şu. Uluslararası şirketler, hükümetin Dünya Bankası ve IMF borç anlaşmaları karşılığında, temel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinden yararlanıyorlar ve önce yoksul bölgeler olmak üzere "kontörlü sayaçlar" yerleştirilmeye başlıyor. Kontörünüz bittiğinde, sayaç otomatik olarak suyu, elektriği kesiyor. Kanalizasyon altyapısı standart altında.
"Ülkenin nüfusu 46 milyon. Yüzde 42'si işsiz. Haklarını satın almak zorundasın. Suyu, elektriği, eğitimi, gıdayı, işi. Parası olmayan yaşamasın demek bu. Devletin güçsüz bıraktığı, Apartheid döneminin mirasını devralan birçok insan var. Yoksulun da yoksulu. Ve bunların, herhalde, sadece yüzde 5'i beyaz.
"Kontör tükenince, su, elektrik kesiliyor. Kendini suçlamaya başlıyorsun. Tam bir işkence yani."
Biraz geri gidelim ve Britanyalı gazeteci George Monbiot'nun 2004'ün sonunda yazdığı, "Su Sömürüsü" yazısını anımsayalım.
"Hizmetlerini serbest piyasa kurallarına göre yürütmeye çalışan bir hükümetin sorunu, bazı insanların hizmet bedelini karşılayamamasıdır. Bu da, evlerine birilerini gönderip hizmeti kesmek zorunda olduğunuz anlamına gelir. İnsanların haklarının farkında olduğu Güney Afrika'da, bu durum ayaklanma, didişme demektir. Böylece, Britanya su şirketi Northumbrian Water ve onun Fransız ana şirketi Suez'le bir kamu-özel sektör su ortaklığı kuran Johannesburg Kent Konseyi, bu işi daha kolay halletmenin bir yolunu buldu: İnsanların hizmetini kesmektense, onları bunu yapmaya zorlamak. Geçen yıl boyunca, Kent Konseyi, Johannesburg'un en yoksul iki bölgesine, Orange Farm ve Phiri'de kontörlü sayaçlar takmaya başladı. Buraların, bedeli karşılayamayacak insanların en yoğun olduğu bölgeler olduğu için seçildiği apaçıktı.Monbiot, yazıda bir başka gerçeği daha anımsatıyordu. Britanya, kontörlü sayaçları ilk önce kendi ülkesinde, özel şirketlere 1992'de izin verdiği Birmingham'da uygulamaya koymuştu."Sonuçları da apaçıktı. Parası olmayanlar, suyu nehirlerden almak zorunda kaldılar. Kaçınılmaz olan kolera salgını 100 bin kişiyi etkiledi, 260 kişiyi öldürdü."
Ama insanlar sifon çekmenin maliyetli olduğunu görüp saksılara dışkılamaya, ardından da saksıları pencereden sokağa boşaltmaya başlayınca, bu uygulama 1998'de, yasadışı ilan edilmişti. Kontörlü sayaçların yeni ülkesi Güney Afrika olmuştu.
Monbiot'nun bu yazıyı yazmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, "Hâlâ zorla sayaç takıyorlar" diyor Richard. "Polisten destek alıyorlar. Muhalifleri hapisle tehdit ediyorlar. "
Bay pas
"Siz ne yapıyorsunuz peki?" diye soruyorum.
"Anayasal hakkımızı alıyoruz" diyor. "İnsanlara haklarını öğretiyoruz. Anayasa'yı gerçeklikle buluşturuyoruz. İktidarı ele alıp sayaçları tahrip ediyoruz. Ardından bay pas yapıp suyu, elektriği bağlıyoruz."
Özelleştirme karşıtı kampanyanın bir zamanlar Apartheid'a karşı mücadelenin kalbi olan iki yerde, Soweto'da ve Orange Farm'da büyüdüğünü söylüyor.
"Orange Farm'ın nüfusu 1,5 milyon kadar. Soweto'nunki ondan da fazla. Orange Farm'da resmen çalışan kişi sayısı kaç, biliyor musun? 14 bin."
Talepler kadınlardan geliyor
Özelleştirmelerden en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğunu söylüyor Richard.
"Kadınlar en büyük örgütlü kesim. Parasız suyla, gıdayla, yeşil alanlarla, okul öncesi eğitimle, HIV-AIDS'le ilgili talepler önce onlardan geldi; kampanyaları önce onlar örgütledi."
"APF içinde demokrasi nasıl sağlanıyor peki?"
"Demokrasiyi danışma yoluyla sağlıyoruz. İnsanlar toplanıyorlar, konuşuyorlar. Yetkilerini birbirlerine devrediyorlar. Bütün bunlar meclisler yoluyla oluyor."
Önce hakları anlatmak
"Örgütlenmek, insanları harekete geçirmek için nasıl taktikler uyguluyorsunuz" diye soruyorum Richard'a.
"İnsanlara haklarının ne olduğunu anlatmakla işe başlıyoruz" diyor.
"Ev toplantıları, atölye çalışmaları, seminerler... Birleşmiş Millletler'in İnsan Hakları Bildirgesi'ni anlatıyoruz. Gelişme hakkından, çalışma hakkından, barınma hakkından bahsediyoruz.
"Bize insan gibi davranılmalı. Müşteri değiliz çünkü, yurttaşız. Haklarımız var."
Uluslararası dayanışma
Bütün bu olup bitenlerin, aslında Dünya Ticaret Örgütü'nün " piyasalaşmayan kamu hizmeti kalmayacak " kararlarına dayandığından söz ediyoruz Richard'la.
"Bolivya'da, Hindistan'da, Türkiye'de, aynı düşmanla savaşıyoruz" diyor. "Uluslararası şirketler, Dünya Bankası, IMF. Hükümetler borç alabilmek için halklarına özelleştirmeyi 'gelişme ve istihdam' olarak pazarlıyor. Uluslararası dayanışma, mücadele gerek."
Dünya Sosyal Forumu içinse, "Temel hizmetleri piyasalaştırmaya karşı duruşu destekliyoruz" diyor; "toplumsal hareketlerin kapitalizme karşı çıkma düşüncesi bu."
Türkiye'de özelleştirme karşıtı hareket içinse, "İnsanların toplumsal hareketlerin parçası olmasını teşvik etmek gerek" diyor Richard. "Sendikal hareket önemli. İnsanlar sosyalist hareketle buluşmalı."
Türkiye'den ayrıldıktan sonra, Meksika'da 16 Mart'ta başlayacak Dünya Su Forumu'na gidecek. BM, geçen hafta yayınladığı raporda, "dünyada bir milyardan fazla kişinin temiz içme suyundan mahrum olduğunu" söylemişti, ama tartışma yine özel yatırımlara bağlanmıştı.
"Dünya Su Forumu gibi forumlar, neoliberalizmle, iş dünyasıyla haklar arasında bir uzlaşma bulmaya çalışıyor" diyor Richard. "Halkların ne dediği, neyi tercih ettiği yine konuşulmuyor." (TK/KÖ)