Bahislerin olabildiğine büyük olduğu bir başkanlık seçiminden çıkmışken hareketimizin şu anki konumunu daha iyi anlatan bir hikaye olamaz.
Bunu yapmak için de bir eşcinsel cinayetine verilmiş benzersiz ve tekrarlanmayacak olan medya ve toplum tepkisine göz gezdirmek gerek. Ayrıca Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel (LGBTT) kimselere karşı sürekli işlenen nefret suçları salgını kapsamında bizim verdiğimiz tepkiyi de incelemeliyiz.
Cinayetten 10 yıl sonra
Analiz yapmak çok kolay. Cinsel yönelim ve cinsel kimliği de içine alan herhangi federal bir kanunu onaylatamamış durumdayız. Wyoming’deyse henüz eyalet bazında dahi bir nefret suçları yönetmeliği yok. Harekete dahil olan insanlar her gün çeşitli yerlerde nefret suçlarına kurban giden insanlarla ilgili tiksindirici haberler duyuyor: Lawrence King, Sean Kennedy, Sakia Gunn, F. C. Martinez ve Amancio Corrales son dönemlerde bu listeye giren isimler.
Olaylar listemize, döndükleri zaman evlerini alevler içinde ve merdivenlere “Geber İbne” yazılmış olarak bulan Orlandolu bir çift; ve lezbiyen bir annesi olduğu için sınıf arkadaşları tarafından alay konusu olan sekiz yaşında bir kız da dahil.
“Öteki” hissine sahip olmak çoğumuz için hala değişmez bir vasıf, mümkün olduğunca asimile olan ve herkes gibi sıradan birer vatandaş olduğunu söyleyenler için bile.
Daha iyimser bir analizse 1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında tanık olduğumuz kültürel görünürlük dalgasının eşsiz bir değişim getirdiği yönünde olacaktır.
Dünya kim olduğumuzu daha önce hiç görmediği kadar dayanıklı bir tavır içerisinde görüyorsa da LGBTT topluluğunun çeşitliliği yeteri kadar fark edilmiyor. Her ne kadar federal kazançlardaki eksiklikler üstesinden gelinmesi yıllar alacak büyük bir sorun teşkil ediyor olsa da California ve Massachusetts’te artık evlilikler gerçekleştirebiliyoruz.
2008’i göz önünde bulundurmadan önce 1998’e ve LGBTT politika ve kültürünün bugünkü durumuna bir göz atmak gerekir. 1998’de ülke hala, James Byrid’in Temmuz’daki sürüklenerek öldürülmesinin şokunu yaşıyordu. Ayrıca 1998’de Matthew’un ailesine telefon edip başsağlığı dileyen bir başkana sahiptik. Son dönemlerde yaşanan bir olayın kurbanı olan Lawrence King’in ailesi ise şu anki Amerika başkanından böyle bir telefon almanın hayalini bile kuramaz.
Gerçekten de son 7 küsur yıldır Beyaz Saray’dan bu tür bir telefon edildiğine tanık olunmadı.
İnsanlar tepkiliydi, hem de çok
The Laramie Project’in yazarı ve yönetmeni Moisés Kaufman Clinton’la geçirilen altı senenin ve artan toplum görünürlüğünün ardından 1998’de ülkenin nihayet bizim sorunlarımızı konuşabilecek düzeye geldiğini belirtiyor. Bu, Shepard’ın ölümü üzerine en şiddetli/güçlü sanat eserini yaratmış olan birisinden gelen kendi değerlerine sahip bir iddia. Siz buna “kıvılcım anı” da diyebilirsiniz.
Beni asıl düşündüren, o anı dışlanmış ve az görünür olan toplumumuz için faydalı bir şekilde kullanma fırsatını değerlendirmemiş olmamız. 1998’de Laramie’ye yaptığım ilk geziden 1 hafta sonra kendimi Baltimore’da çapraşık bir cinayete kurban giden genç bir transseksüel kadın için çıkmaz bir sokakta nöbet tutarken buldum. Sadece bir düzine insan ve birkaç kameraydı Laramie’ye gelenler, inanılmaz kalabalık bir insan ya da medya güruhu değildi.
Son 10 yıldır, 9 Ekim 1998’de Aile Araştırma Kurulu basın konferansından Washington’a döndüğüm zaman olası bir nefret suçu olarak tanımlanan olayda barbarca dayak atılmış ve yaşam mücadelesi veren Wyoming’li bu genç çocuk hakkında gelen e-mail ve telefon bombardımanını anlatıyorum. O zamanlar GLAAD için çalışıyordum ve bu olay kaleme aldığım ne ilk ne son nefret suçuydu.
Fakat kesinlikle bütün o yıllar boyunca gördüğüm en şiddetli toplum tepkisi çeken olaydı.
Birkaç saat sonra LGBTT kampus grubu öğrencilerinin emriyle Laramie uçağına binmiştim ve medya karşısına çıkmak, duruşmaları ve topluluk organizasyonlarını kaleme almak, ve bu olayın yarattığı duygusal dalgalanmayı görmek için bu gidiş-dönüşleri birçok defa tekrarladım.
Daha iyi zamanlar
Hayatım boyunca beni en derinden etkileyen şey mahkeme salonunun kapısında medyaya Aaron McKinney’nin gözü dönmüş / çaresiz avukatlarının uzattıkça uzattıkları “gey paniği/gey korkusu” savunmasından bahsetmekti.
“Eğer laf attılar diye her heterokseksüel kadın o çocukların Matthew’a yaptıklarını heteroseksüel erkeklere yapsaydı dünyada çok çok az heteroseksüel erkek olurdu” dediğimi hatırlıyorum. Böyle bir damga – gerçekten on yıllık bir dönem olabilir mi? –bizlere şimdiye kadar nelerin değiştiğini nelerinse aynı kaldığı yansıtma şansı tanısa da Matthew ve ailesinin neler yaşadığını hiç aklımdan çıkaramıyorum.
Son dönemlerde gerçekleşen Lawrence King ve Simmie Williams Jr. cinayetleri o hayal kırıklığı hissini tekrar yaşamama ve bu kişilerin hayatlarının neye benzediğine, ailelerinin ve arkadaşlarının şu an neler hissetmesi gerektiğine, bu olayların yan etkilerinin neler olacağına dair düşünmeme sebep oldu.
Gerçek şu ki toplumumuz nefret suçlarına dikkat çekme konusunda daha iyi bir noktaya ulaşmış durumda ki nadiren olması gerektiği şekilde hakkını vererek ele alsa da medyanın olaylara yer vermesi de söz konusu.
Mathew cinayetinin neden çok fazla dikkat çektiği biraz karmaşık bir soru olsa da ilginç olan, bu olaydan dolayı belli bir mesafe kat etmiş olmamız.
1999 GLAAD Ödül töreninde ilk defa karşılaştığımızda Matthew’un annesi Judy Shepard “Bu tür olaylar bu kadar yaygınken neden Matthew’ın cinayete kurban gitmesi bu kadar çok dikkat çekti?” diye sormuştu.
O zamanlar Judy, LGBTT kimseler için yaşam boyu süren bir haçlı seferine dönüşmüş olan şeyin ilk aşamasındaydı. Oğlunun cinayetiyle ilgili GLAAD’ın yaptığı şeylerden, özellikle de medyada yer almasından dolayı bize teşekkür ettikten sonra LGBTT topluluklarıyla ilgili çok az şey bildiğini söyledi ve ardından da çok sayıda akıllıca soru sıraladı.
Matthew öteki değil, bizden birisiydi
Oğlunun olayının neden özel olduğuna dair olan bu soru benim için en zor olan soru olsa da elimden gelen en iyi cevabı vermeye çalıştım. Bana göre Matthew, medyanın –ve bizim topluluğumuzun –tehditkarlıktan uzak, hatta kırılgan bulduğu, etkileyici fakat aşırı cinsel nitelik taşımayan “altın çocuk” arketipiydi.
Cinsiyet değiştirme unsurunu içeren birçok nefret suçu kurbanının aksine Matthew, “öteki” değil, bizden birisiydi.
Judy ve Matthew’un babası Dennis, Shepard’ın medyaca ikonlaştırılmış ama aslında kusursuz olmayan genç bir çocuk olduğunu kabul eden ilk kişilerdi.
İnanılmaz sayıda yanlış bilgi etrafta dolaştı ama günün sonunda çok azımız ölümünün ne kadar barbarca da olsa yaygın bir vaka olduğundan bahsediyorduk. O zamanlar çarmıha germeyle kıyaslanan bu cinayetin o gereksiz şiddeti, barbarlığı ve doğası bu olayın eşcinsellere karşı işlenen diğer nefret suçları arasından sıyrılmasına yol açmıştı.
Bunu da söyledikten sonra umarım hala kendimize bazı zor soruları yöneltebiliriz.
Neden binlerce insan başka hiç kimse için değil de Matthew için sokaklara döküldü? Bu, “ortalama” liderlerimizin nihayet kendilerine benzeyen bir kurban gördüğü anlamına mı geliyordu? Kendi toplumlarında bu tür nefret suçlarına tanıklık eden farklı ırklara mensup insanların, transseksüellerin ve diğerlerinin bu tür bir ilgi toplayamamanın acısını hissettiğini inkar etmenin bir anlamı yok.
Neyse ki Matthew’un ailesi o dönemdeki eğitim potansiyelini keşfetti ve şu an hayatlarını topluluğumuzun güvenliği ve eşitliği için çalışmaya adamış durumdalar.
Oğlunun ardından "konuşan" bir anne
Judy Shepard ülke çapında üniversitelerde bir milyondan fazla öğrenciye ve diğer insanlara konuşma yaptı, nefret suçları kongresinden önce tanıklık yaptı ve LGBTT kimselerin hakları ve federal nefret suçları kanunları altında korunan kategorilere cinsel yönelim ve cinsel kimlik kavramlarını da eklemek üzere çalışan Matthew Shepard Hareketi’nin ilerleyişi için yorulmaksızın çalıştı.
Matthew’un ailesi tarafından kurulan vakıf bir süre önce, her tür insanın yüzleştiği şiddet ve önyargının kaynaklarına ışık tutmayı ve nefretin yerine “anlayış, şefkat ve kabul edişi” yerleştirmeyi amaçlayan bir kampanya başlattığını ilan etti (Dikkat edin, amaçları “tolerans” değil, ki hem Judy hem de ben bu kelimededen hoşlanmıyoruz). Ana odak noktaları gençler ve Matthew’s Place adı verilen internet siteleri gençler için olduğu kadar kaynaklar için de güvenli bir yer.
Ekim’de Matthew’un ölümünün 10. yılını yâd ederken umarım salgın halinde toplumumuza karşı işlenen nefret suçlarını sona erdirebilmek için hala yapmamız gereken şeyleri yapıcı bir şekilde yansıtabilir, Judy ve Dennis gibi bize destek olan kimselerle iletişime geçebilir ve içinde herkesin gururlu ve güvenli hissedeceği bir kültür yaratabilmek için ihtiyacımız olan medya desteğini ve kanunları elde edebiliriz.
Bu sorun kesinlikle ortadan kalkmış değil. Bir süre önce Sean Kennedy’nin katili sadece üç yıllık bir hapis cezası aldı ve bu da bölge savcılarının bu tür suçları cezalandırırken agresif bir tutum sergilememe eğilimini tekrar gündeme getirdi. Kurban transseksüel olduğunda ise durum çok daha vahim çünkü polis en iyi ihtimalle daha az önemsiyor, ya da daha da kötüsü korkunç derecede hissiz/aldırmaz bir tutum sergiliyor.
Obama'nın vaadi
Barack Obama’nın internet sitesinde nefret suçları kanunlarının kapsamını genişletmek üzerine bir bölüm var. Şöyle deniliyor: “Obama federal nefret suçları kanunlarını güçlendirecek, nefret suçlarına karşı koruma kapsamını genişletecek ve Adalet Bakanlığı Ceza Departmanı’ndaki uygulamaları yeniden canlandıracak.”
1998 ve 2008’in önemini zihnimizde tarttığımız zaman Matthew’un hayatını politika ve aktivizme adamış olduğunu hatırlamak gerekir. Bu çabanın nereye varacağını tahmin etmek imkansız olsa da ölümüyle Amerika için nefretin gücü ve anlayış, şefkat ve kabul etme ihtiyacı konularında bir ders konusuna dönüştüğü bir gerçektir. (CR/BÇ)
* Bu yazıyı Kaos GL için Vahap Karakuş çevirdi.