Fotoğraflar: Norşin Öncel, *Bu haber Atölye BİA İletişim Platformu atolyebia.org'da yayınlandı.
Göçer olarak da bilinen Koçerler, binlerce yıldır Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında konar göçer yaşam biçimini sürdürüyor. İklim şartlarına göre yılın farklı mevsimlerini farklı yaylalarda geçiren Koçer kadınlar, bir yandan aileleriyle birlikte küçükbaş hayvancılık yaparak ekonomiye katkı sağlıyorlar, bir yandan da doğadan hiç kopmadan tüm ailenin yükünü taşıyorlar.
Ailesiyle kışı geçirdiği Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinden Mart başında yine Urfa Siverek'e bağlı Karacadağ’a gelip yayla yerinde hayvancılık yaptıklarını söyleyen Feride K., bu yıl da "iyi kötü" bir defa daha hayat buldukları doğayla buluştuklarını belirterek kendinden ve koçerlikten bahsediyor:
“Her zaman hareket halindeyiz”
“65 yaşındayım, 9 çocuğum var. Bir çocuğum engelli. Kejan aşiretindenim. Koçerlik bize aşiretimizden, atalarımızdan kalma yüzlerce, belki de binlerce yıldır devam eden bir geleneğimiz. Koçer olarak doğdum, koçer olarak yaşamaya devam ediyorum. Şimdi de çocuklarım, torunlarım benim gibi koçer olarak yaşıyor.
"Engelli kızım dahil, bir ömürdür çocuklarım ve torunlarımla kendi yaptığımız derme çatma çadırlarda yaşıyoruz. Şehir gürültüsünden, sıkıntısından uzak, doğayla baş başayız. Buraya Mart ayında kışı geçirdiğimiz Ceylanpınar ovasından geldik. Mevsim şartlarına bağlı olarak altı ay burada kalacağız. Düzenli bir yaşamımız yok, her zaman hareket halindeyiz. Bulunduğumuz yer ise Urfa, Diyarbakır ve Mardin il sınırlarının kesiştiği Karacadağ yaylaları.
"Burada Kejan, Çûvan, Tirkan, Çemikan, Mihelyan gibi birçok Kürt aşiretinden oluşan 200'e yakın aile, su kuyularının bulunduğu yaklaşık 60 yayla yerinde hayvancılık yapıyor. Bize ait Bîra Birê dediğimiz yayla yerimiz olduğundan, her yaz buraya geliyoruz. Kışın ise neresi uygunsa, gücümüz nereyi kiralamaya yetiyorsa oraya gidiyoruz. Bizim temel geçim kaynağımız küçükbaş hayvancılık. Şu an için 90 küçükbaş hayvanımız var. Burada kaldığımız sürece süt, peynir, tereyağı elde ediyoruz.”
Feride K., koçerliğin bir gününü şöyle anlatıyor:
“Sabah gün doğmadan uyanıyoruz. Sabah namazı kılıyoruz. Daha sonra sac ekmeği yapmaya başlıyoruz. Kahvaltımızı sıcacık ekmekle yaparız biz. Buradaki her şeyimiz doğal. Biz de doğanın bir parçasıyız zaten. Ekmeğimizi devedikeni ateşinde pişiriyoruz. Daha sonra kahvaltı yapıyoruz hep beraber. Kahvaltıdan sonra doğaya dağılıyoruz. Bir kısmımız hayvan otlatmaya, bir kısmımız sağmaya…
"Erkekler çobanlık, alışveriş işlerini yapıyor daha çok. Süt sağmada kadınlara da yardımcı olurlar arada. Genelde akşama doğru işlerimiz bitmiş oluyor. Bir süre dinlendikten sonra akşam yemeği hazırlamaya başlıyoruz. Bu arada yıkanacak çamaşır varsa kuyudan aldığımız suyla yıkıyoruz. Akşam yemeğinin ardından bu defa akşam namazını kılıp saat sekiz civarında uyuyoruz. Güneş panellerimiz olduğu için son yıllarda akşamları televizyon da izleyebiliyorduk. Televizyon olunca sıkıntılarımızı unutturuyordu. Ama bu yıl televizyonu yanımıza almadık. Televizyon olmayınca daha erken uyuyoruz.”
Koçerliğin zorlu yanlarından bahseden Feride K., konuşmasına şöyle devam ediyor:
“Eskisi kadar zor değil, bazı şeyler koçerliği kolaylaştırdı. Örneğin, önceki yıllarda yaya olarak geliş gidişler günlerimizi alırdı, şimdi kamyonlarla bir günde yaylaya ulaşıyoruz. Gerçi kamyon kiraları çok pahalı ama başka da çaremiz yok, günlerce yol yürümek çok daha zahmetli. Böyle giderse kamyonlarla gidip gelmek de zor olacak. Bizim sütümüze, peynirimize, yağımıza her gün zam gelmiyor ama aldığımız her şeye her gün zam geliyor. Öyle görünüyor ki bu zamlar bizi zorlayacak, eskisi gibi yine yaya olarak hayvanlarımızla beraber yollara düşeceğiz.”
“Koçerlik bizim yaşamımız, ama biz kadınlar için zorlukları var. Koçer kadınlar sadece hayvancılık yapmıyor. Yani kadınlar sadece süt sağmıyor, peynir yapmıyor, yağ çıkartmıyor. Bunun yanında ev işlerini de yapıyor. Kadınlar, kahvaltı hazırlamak, yemek yapmak, çamaşır yıkamak zorunda. Benim ayrıca gün içerisinde engelli kızımla ilgilenmem gerekiyor. Bu da çok zorluyor beni.”
“En çok kızlarımın okumalarını isterdim”
Konar göçer oldukları için çocuklarını okula gönderemediklerini söyleyen Feride K., konuşmasını şöyle sürdürüyor:
“Sevsek de aslında çok zor bir hayatımız var. Yazın bir yerdeyiz, kışın başka bir yerdeyiz. Bu da çocukların okumasını, okula gitmesini zorlaştırıyor. Mesela çocuklarımdan sadece birini üç yıl okutabildim. Diğer çocuklarım okula gidemedi ve okuma yazma bilmezler. En çok kızlarımın okumalarını isterdim. Fakat bir adresimiz bile olmadığından bu mümkün olmadı.”
“Parayı biz kadınlar görmeyiz”
Bir ömür çalıştığını, nefes nefese yaşadığını ama paranın yüzünü bile hiç görmediğini belirten Feride K., bu konudaki fikirlerini ise şöyle ifade ediyor:
“Parayı biz kadınlar görmeyiz hiç. Paralar erkeklerde toplanır. Bütün ihtiyaçlar erkekler tarafından giderilir. Bir nevi parayı erkekler yönetir burada. Bir ihtiyacımız, bir isteğimiz olsa onu erkeklere söyleriz, onlar gider alır, getirir…”
“Ellerimiz de hayatımız da yıpranıyor”
Feride K.'nın iki kızı, iki de kız torunuyla oturuyoruz, aramızda konuşuyoruz, “Bu hayatı seviyor musunuz?” sorusuna karşılık, ellerini gösteriyorlar. Büyük olan kızı, “Bu hayat artık bizimle bütünleşmiş. Sevmiyoruz desek de hiçbir şey değişmeyecek. Ellerimize bakın, kas katı ve sararmış. Biz her şeyi ellerimizle yaparız burada. Ellerimiz de hayatımız da yıpranıyor burada. Ama yine de seviyoruz çünkü bu hayatı kabullenmişiz, biz buyuz…” diye cevap veriyor.
* Feride K.’nın gerçek ismi isteği üzerine gizlendi.
* Feride K.’nın torunları ve kızları ellerini “güzel” bulmadıklarından fotoğraf çekilmesine izin vermedi.
(NOÖ/SO/NÖ/AÖ)