Hatay’ın Yayladağı sınır kapısına üç kilometre mesafedeki Kesab kasabası 21 Mart’tan bu yana İslami ve Türkmen grupların elinde.
Kasabanın sivil nüfusu Lazkiye ve Tartus gibi şehirlere kaçmak zorunda kaldı. Lazkiye’deki Surp Hagop Ermeni Kilisesi’nde 60 kadar aile barınıyor, diğer aileler ise akrabalarının ve tanıdıklarının yanına sığınmış durumda.
Militanların neredeyse her evi yağma ettiği ve kapı ile pencerelerin dahi sökülerek Türkiye’ye gönderildiği Kesab’da çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu 30 kadar kişinin kaldığı tahmin ediliyor.
Bu insanlardan ikisi, muhalifler tarafından Türkiyeli yetkililere teslim edildi. Muhaliflerin kendilerini kasabadan çıkarırken Lazkiye’ye götürdüklerini söylediklerini belirten 82 ve 84 yaşındaki Titizyan kardeşler, Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’da misafir ediliyorlar.
Satenik ve Sirpuhi Titizyan’la başlarından geçenleri konuştuk.
Nasıl çıkardılar sizi evinizden?
Ermeniler Kesab’dan gideli bir hafta olmuştu. Sakallı adamlar evimize geldi. 10 kişilerdi. Saçları uzun, boylu poslulardı. Korktuğumuzu anlayınca “Korkmayın” dediler. Eve girdiler, evi karıştırdılar, “Silahınız var mı?” diye sordular. “Ne oğlumuz, ne kocamız var, ikimiz yalnızız, silahı ne yapacağız?” dedik. Gittiler sonra.
Arapça mı konuşuyorlardı?
Hayır Türkçe konuşuyorlardı. Sadece biz ve Stalin adında komşumuz yaşlı bir adam kalmıştı Karaduran’da. Başka sakallı adamlar tekrar geldiler. Stalin’i çağırdık, çünkü bu sakallı adam Arapça konuşuyordu, anlamıyorduk. Stalin dedi ki, adam sizi yarın Lazkiye’ye giden Ermenilerin yanına götürecek. Ertesi gün adam dediği gibi sabah 7’de bizi götürmeye geldi arabayla. Arabaya bindik. Evin kapısını kapattım, kilitledim sonra da anahtarımı adama verdim.
Anahtarını neden verdiniz?
Vermeseydim biz gittikten sonra kapıyı kırıp girecekti. “Al senin olsun, sağlıkla kal sen de evimde” dedim. Bir şey demedi, anahtarı cebine koydu ve kafasını salladı. Sonra bizi Türkiye sınırına getirdi. Adama sordum, “Bizi Türkiye’ye mi götürüyorsun? Lazkiye’ye gidecektik hani” dedim. Cevap vermedi. Eşyalarımızı taşıdı, bize kötü davranmadı. Sınır kapısından geçtikten sonra bizi büyük adamın (Yayladağ Kaymakamı) yanına götürdüler, parmak izimizi alıp fotoğraflarımızı çektiler. Tansiyonlarımıza baktılar, pasaportlarımızı aldılar, döndüğümüzde bize geri vereceklerini söylediler. Kağıtlar imzaladık, sonra bizi Vakıflı’ya getirdiler.
Siz neden herkes gibi Lazkiye’ye gitmediniz?
Gidenler arabalarıyla gittiler. Kalan az kişi de Karaduran’dan gemiyle gitti. Biz onlara yetişemedik. Kız kardeşim yürüyemiyor, biz eşyalarımızı hazırlayıp toplanma yerine gidene kadar kimse kalmamıştı.
Arkadaşınız Stalin neden kaldı?
Çünkü yaşlıydı ve “Ben gitmeyeceğim, ölürsem burada öleceğim” dedi.
Köye bu kadar çok adamın saldıracağını biliyor muydunuz?
Yok ama Erdoğan’ın yolları açtığını söylediler. “Kötü adamlar buraya gelecek” dediler. Eğer Erdoğan yolları açmasaydı, Kesab ve Karaduran’a bu kadar çok kötü adam gelmezdi. Bu sakallı adamlar Türkiye’den geldi.
Ölen, öldürülen oldu mu?
Olmadı, çünkü herkes gitmişti. Öldürecek adam kalmamıştı. Biz kalmıştık, bize de kötü davranmadılar. Yardım ettiler. Mesela evimizde un vardı ama maya yoktu, son birkaç gün ekmek yapamadık. Sakallı adam geldiğinde, “Yemeğiniz var mı?” diye sordu. “Yemeğimiz var, ekmeğimiz yok” dedik. Bize ekmek gönderdi. Ekmeği getiren Türkçe konuşuyordu.
Köye zarar verdiler mi?
Amcamın oğlu, elma bahçesini ilaçlamak için traktörün deposuna ilaç hazırlamıştı. Gittim, baktım evine, traktörü almışlar, depoyu da dökmüşler, her taraf çamur olmuş. Büyük varillerde elma sirkesi hazırlamıştık, onu da dökmüşler; bir varil mazot vardı onu dökmemiş, almışlar. Tavuklar kümesteydi, onları serbest bıraktım, aç kalmasınlar diye yem attım. Bütün evlere girmişlerdi, evlerin kapıları pencereleri kırılmıştı, köyde girilmeyen ev kalmamıştı. İnsanlar giderken motorlarını içeriye koymuşlardı ama kapıları kırıp almışlar. Arabalarıyla gittiler ama traktörleri duruyordu. Onları kullanıyorlar şimdi.
Kesab’a dönmeyi düşünüyor musunuz?
Karaduran’a gidemeyiz, çünkü orada savaşıyorlar. Eğer bizi Lazkiye’ye, Kesab’dan gidenlerin yanına gönderirseniz, gideriz. Eğer olabilirse Beyrut’a gitmek isteriz. Orada ablamız ve abimiz var.
Türkiye’ye gelmek konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bir yere gitmemiz gerekiyordu, çünkü artık orada kimse kalmamıştı. Eğer bir lokma yiyeceğimiz ekmek varsa bu dünyada, onu da yiyeceğiz.
Burada korkuyor musunuz?
Korkmuyoruz, köyden komşular geliyorlar, gidenimiz gelenimiz eksik olmuyor, bize iyi bakıyorlar. (LB/NV)
* Bu söyleşi Agos gazetesinde 4 Nisan'da yayımlandı.