Grubun amacı Van'da Narek köyünde düzenlenecek bir ayinle, tarihe adı "Ermenice'yi en iyi kullanan ozan" diye geçen Krikor Naregatzi'yi ölümünün 1000. yıldönümünde doğduğu ve "Madyan Voğperkutyan" (Ağıt Kitabı) başlıklı ünlü eserini yarattığı, bugünse mezarının bulunduğu Narek Köyü'nde anmaktı.
Biri Majak Turizm olmak üzere 2 turizm acentesinin Patrik 2. Mesrob'un önderliğinde hazırladıkları program gereği grup iki gün boyunca Van'ı gezecek, 3. gün ise Patrik 2. Mesrob'un da katılacağı dini bir ayinle Naregatzi'yi Narek Köyü'ndeki mezarı başında anacaktı.
Yaşanan aksaklıklardan dolayı Patrik 2. Mesrob'un önderlik edemediği ayin hava şartlarının olumsuzluğu nedeniyle de programdaki gibi Narek Köyü'nde değil, Akhtamar Adası'nda gerçekleştirildi. Evdeki hesap çarşıya uymasa da hepimiz dolu dolu anılarla döndük bu geziden.
İlk durak Van
Program Ayanıs Turizm'in genç rehberleri ve Majak Tur'un rehberi Elmon Hançer önerliğinde Van'da başladı. Anadolu halkı, hep hayran olduğum misafirperverliğini bir kez daha gösterdi bizlere. Otele geldiğimiz ilk dakikada bizi bir kokteyl ve özel olarak bizler için hazırlanmış halk oyunları gösterisi bekliyordu.
Bu güzel karşılamanın ardından ilk durak Van Müzesi ve Van Kalesi oldu. Bu günlerde yeni açılan Urartu Sergisi için bazı parçalar Van Müzesi'nden İstanbul'a, Yapı Kredi Kültür Merkezi'ne taşındığı için müzede çok fazla eser görmemiz mümkün olamadı.
"Nasılsa İstanbul'da sergide göreceğiz" umuduyla ayrıldığımız müzenin ardından sıra Tuşpa'yı ve eski Van'ı gezmeye gelmişti. Van Kalesi'nde güneşin batışının her şeye değer olduğunu duymuştum gitmeden önce; ama hava şartları ne yazık ki bunu bize kanıtlamak istemiyordu.
Vanlıların "Ekim ayında böyle olur" dedikleri bölgenin havası öyle değişken ki yaz sıcağını yaşarken dakika farkıyla ayazla birlikte gelen yağmura yakalanıp sırılsıklam ıslanıyor ve üşüyorsunuz ardından da tekrar güneşin sıcağına kavuşabiliyorsunuz. Değişkenliğiyle daha da bir ürpertici oluyor bu özel coğrafya.
Köyü ve adasıyla Adir...
Tuşpa'daki eski Van evleri korunmuş. Hatta bir tanesi orijinal yapısına sadık kalınarak restore edilmiş ve bir kafe olarak turistlere hizmet veriyor. İkinci günün programında da yine Van vardı. İlk durak gölün kuzeyinde kalan Adir Adası oldu. Ancak ada, Van merkezden biraz uzakta kalıyor. Buraya ulaşabilmek için Timar denilen köyün yakınlarındaki Adir köyüne gelmeniz ve oradaki iskeleden 20 dakika mesafede bulunan adaya balıkçı tekneleriyle geçmeniz gerekiyor. Köy tam anlamıyla o masallardaki köylere benziyor: tek katlı derme çatma evler, tavuklar horozlar ve bir sürü çocuk...
Kadınların pişirdiği ekmeklerden, bahçelerinde yetişen ceviz ve elmalardan gönlünüzün çektiği kadar alabiliyorsunuz. Yöre halkı bu denli gönlü zengin. İlginç ayrıntılardan biri de bölgede bir zamanlar yaşamış olan Ermeniler'in yaptığı su sarnıcının halen kullanılıyor olması.
Köye 20 dakika mesafedeki ada ise eskiden karaya bağlı yarımada iken, göl sularının yükselmesiyle oluşmuş. Eski adı Lim olan adada Moglu Nerses'in 1622'de kurduğu ve 19. yüzyıla kadar faal durumda olan manastırın yazık ki bugün sadece narteksi ve batı bölümü ayakta kalabilmiş.
Adadaki gezimiz sırasında bir de talan edilmiş halde bir mezarlık bulduk. Adadan ayrılırken, bugün sadece parçalanmış Haçkarlardan oluşan mezarlık hakkında fazlaca bir bilgi edinemeden üzerlerindeki tam okunamayan yazılarla yetinmek zorunda kaldık.
Günün ikinci durağı Urartu döneminden kalma, efsanelere göre dünyadaki haksızlıklara tahammül edemeyen Sasunlu Davit'in oğlu Küçük Mıher'in kapandığı, Toprakkale adıyla bilinen Mıher Kapısı oldu. Diğer duraksa Erek Dağı eteklerindeki Yukarı Bakraçlı köyünün ihtişamlı ve tarihe direnen mimarisi Yedi Kilise, namı diğer Varaka Vank...
Naregatzi'yi ararken
4 Ekim Cumartesi grup için önemli bir gündü. Çünkü o gün geziye adını ve esas anlamını veren Krikor Naregatzi anılacaktı. Ancak köy, Van merkezinden pek bir uzaktı ve bir de ulaşım sorunu vardı. Köyün içine otobüs giremediği için girişten içeriye yürümek durumundaydık ancak bu yürüyüş pek de kolay olmadı. Çamurlu bir gün öncesinden yağan yağmurla balçıklaşan Narek Köyü'nün kutsal toprakları pantolonlarımıza yapışarak bizimle İstanbul'a gelmeye çoktan karar vermişti.
Patriğin gelmeyişiyle aksayan dini ayin yağmurun da azizliğine uğradı. Çamurlu köy yolundan ilerlerken yakalandığımız yağmur bize Narek Köyü'nde ayin yaptırmamaya kararlıydı sanki. Ancak ve esas hayal kırıklığını köye varıp da Naregatzi'nin mezarı yerinde bir ahır, kilisenin yerinde de sıva ve badanayla kaplı bir cami görünce yaşadık.
Ama olsun varsın. Karanlık ahır içinde gaz lambası yardımıyla görebildiğimiz mezar taşı da yetmişti Naregatzi'nin huzurunu kalbimizde hissetmemize, 1000 yıllık mezar taşını da korumuş olmalarına minnet duyarak köyden ayrıldık. Hava oyun oynuyordu sanki bizimle. Gruptaki herkes köy dışına çıktığı anda güneş de o tatlı yüzünü göstermeye başladı ama iş işten çoktan geçmişti. Umutsuz ama içimiz huzur dolu ayrıldık Krikor Naregatzi'nin yaşadığı topraklardan...
Yağmurla savaş veriyorduk bir anlamda. Biz inatla geziyorduk o da inatla yağıyordu arada birse biraz durup soluk aldırıyordu bizlere. İşte öyle bir anda gezdik Akhtamar Kilisesi'ni ve ayin yapmaya kararlı grubumuz Narek'te yapamadığını burada yaptı. Mumları bile hazırdı. Hep bir ağızdan söylenen dualarla yıkık kiliseden ayin sesleri yükseldi yıllar sonra. Kin bilir ne mutlu olmuştur dedi içimden yüzyıllık sessizliğini birazı olsun kırdılar diye...
Kral Gagik'in diktiği ağaç meyvelerini vermişti. Bademler olmuş, yerlere dökülmüştü. Herkes bir hızla toplamaya çalıştı Gagik'ten-hediye bademleri. Bense cebime attım, dayandığı kadar saklarım umuduyla. Ayrılma vakti geldi çattı güzeller güzeli efsanelere konu Akhtamar'dan. İnşallah bir kere daha dedim içimden ve çektiğim bir kare fotoğrafla vedalaştım kiliseyle.
Fırtınaya inat Çarpanak
Pırıl güneşli havada tekrar yağmur yağabilir ve dahası biz Van gölü üzerinde iki saat sürecek yolculuğumuzda fırtınaya yakalanabilirdik. Durum gruba anlatıldı, tehlikeyi göze alamayanlar otele döndü. Bizse bizi bekleyen tehlikeye...
Hava öylesi güzeldi ki keşke gitmeselerdi diyordum içimden yazık oldu görememeleri. Ama birden yine her şey tersine döndü değişti; diğer seferlerden tek farkı bu kez otobüse yakın bir köyde değil, geri dönüşü imkânsız 1713 Km2 yüzölçümü ve 452m derinliğindeki Van Gölü'nün orta yerindeydik. Fırtınaya dayanmak zorundaydık yağmur ve rüzgarın hızına inat, balıkçı teknemiz son hızla yoluna devam ediyordu ve sonunda Ktutz (Çarpanak) Adasına ulaştık.
Kendisine yılmadan direndiğimiz için hava da ödüllendirdi sanki bizi. Kiliseye vardığımızda yaz gelmişti yeniden Van'a. Burası da tıpkı Adir Adası gibi bir yarımadaymış önceleri. Gölün suları yükselince kuş gagası şeklinde bir ada oluşuvermiş.
Onun için de adanın diğer adı da Ktutz (gaga). Eserleri bize ulaşan bir çok kalem ve minyatür ustasının çalıştığı manastırdan günümüze fazla bir şey kalmamış. Günümüze kalan kısmı da yazık ki pek sağlam sayılmaz. Belleğime onların en güzel hallerini kazıyıp son durak olan Ani Harabeleri'ne hazırladım kendimi.
Fırtınalı Narek ve adalar turu hepimizi yormuştu. Bir umutla görmeyi beklediğimiz Ağrı Dağı da Doğubeyazıt yolunda erken çöken akşamın nedeniyle kendini göstermeyince çaresiz Kars'taki oteli arar oldu gözlerimiz. Kars'tan ayrılma saati çok erkendi ve Kars bu erken saatte çok soğuk.
Ani yoluna koyulduğumuzda İstanbul'da daha güneş doğmamıştı bile. Ani'deki fotoğraf çekme yasağı en büyük hayal kırıklığım oldu. Ören yerinde Beyhan Karamağralı önderliğinde yapılan kazılar iki yıl öncesine göre bayağı ilerlemiş ve Menuçehr Camii önündeki yolda yer alan camcı, beziryağı dükkânları gibi yerler günışığına çıkarılmış.
Ani'nin en süslü kilisesi Dikran Honents, Türkiye ile Ermenistan'ın sınırını çizen Arpaçay'ın Türkiye tarafından Ermenistan'ı izliyor yüzyıllar boyu. Ve ben iki yıl sonra tekrar onunla buluşuyor olmanın sevinciyle onu bir kez daha dimdik ayakta görebilmenin şükranını yaşadım içimde.
Ve her gezinin o hafif iç burkan anına geldi sıra. Dönüş... Olsun, her dönüş daha güzel bir kavuşmanın adı oluyor sonunda çünkü Doğu'nun güzellikleri keşfedildikçe çoğalıyor sanki. Hiç doyumu olmuyor. O yüzden yeniden dönüyoruz, özümüzü bulur gibi. Bir daha ve bir daha...(LB/NM)