11 Mayıs 2011’de İstanbul'da imzaya açılan ve Türkiye tarafından ilk imzacı olarak imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin 11'inci yıl dönümü.
Eşitlik İçin Kadın Girişimi (EŞİK) ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, yayınladıkları basın açıklaması ile 'Nice Yaşlara' diyoruz. Küresel mücadelemizin en büyük eseri sayılabilecek bir sözleşme, enternasyonal bir başyapıt; İstanbul Sözleşmesi çok yaşasın!” diye seslendi.
“Sözleşme'den çıkış kararı hukuk dışı"
EŞİK açıklaması şöyle:
“19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece Cumhurbaşkanı’nın tek başına aldığı bir Karar’la ve meclis iradesi yok sayılarak, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiğini öğrendik. Tek adam tarafından verilen hukuka aykırı bu karara itiraz etmek için yurdun dört bir yanında sokaklara döküldük. Bu kararın, Anayasa'ya, uluslararası sözleşmeler hukukuna aykırılığını ve ‘yok hükmünde’ olduğunu dile getirdik. Verilen kararın hukuksuzluğunun tespiti için Danıştay'da 200’ü aşkın sivil toplum kuruluşu tarafından iptal davaları açıldı.
“Geçtiğimiz yıl Sözleşme’nin 11 Mayıs 2011’de imzaya açılmasının 10’uncu yıldönümünde EŞİK’in çağrısıyla binlerce kadın Twitter’da gün boyu ülke gündemi listesinde 2 ve 3. sıralarda yer alarak Sözleşme’ye sahip çıktı. Yedi bölgeden, çeşitli illerden kadınlar çektikleri videolarla “Ben İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyorum, ya sen?” sorusuyla başka kentlerdeki kadınlara seslenerek birbirlerine pas verdiler.
'Kadınlar Sözleşme'den vazgeçmiyor'
"Bu zincir sayesinde, kentten kente, kadından kadına canlı bağlar kuruldu. #İstanbulSözleşmesi10Yaşında ve #Vazgeçmiyoruz etiketleri ile 100 binin üzerinde paylaşım yapıldı.
Sosyal medyada yapılan ama sosyal medya sanallığını aşan bu eylem sırasında ve sonrasında neredeyse ülkede İstanbul Sözleşmesi’nin adının anılmadığı bir yerleşim yeri kalmadı. Dağlara taşlara #İstanbulSözleşmesiYaşatır yazıldı.
“Kadın ve LGBTİ+ örgütleri 19 Haziran 2021’de “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” diyerek İstanbul Maltepe Mitingi’nde buluştu.
"Ardından Tüm yıl boyunca EŞİK olarak her türlü mecrayı kullanarak, tüm topluma, şiddet ve ayrımcılığın hedefindeki kimsenin can güvenliğinin ve şiddetsiz bir yaşam hakkının kalmadığını, hayatlarımızın tamamen erkeklerin kontrolüne verildiği bir toplum yaratılmak istendiğini anlatmaya çalıştık.
"Öte yandan temel insan hakları ile ilgili sözleşmelerden tek bir Cumhurbaşkanlığı kararı ile çıkılamayacağının ve bunun hukuken yok hükmünde bir girişim olduğunun altını çizdik. Bu hukuksuz girişimin sadece kadınlarla ilgili olarak değil, genel olarak ülkenin geleceği ile ilgili son derece tehlikeli bir sürecin önünü açacağını vurguladık.
"EŞİK’li kadınlar olarak, 24 Haziran 2021 günü Danıştay’a giderek bir an önce yürütmeyi durdurma kararı vermesi için ek dilekçe verdik ve bir basın açıklaması ile sesimizi Danıştay’a duyurmaya çalıştık. Yürütmeyi durdurma talebimiz bir oy farkla reddedildiğinde, Danıştay 10. Dairesi Yargıçlarını Yürütmeyi Durdurma Kararı Vermeye Çağırdığımız 30 Haziran 2021 tarihli Cesaret Zamanı bildirisini yayınladık.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yargılanması
“Danıştay, iptal davalarını esastan görüşmeye başladı. EŞİK olarak yaptığımız çağrı üzerine Türkiye’nin her köşesindeki 73 Barodan kadın avukatların katılımı ile 28 Nisan Perşembe günü İstanbul Sözleşmesi’ni savunduk. Bazı anlar, bazı savunmalar, bazı yargılamalar asla unutulmaz.
"İlk duruşmanın yapıldığı 28 Nisan 2022 tarihi böyle unutulmaz bir gün olarak takvimlerde yerini aldı. Yüzyıllar geçse de, sonuç ne olursa olsun her anı ve dakikası ile tarihsel olan İstanbul Sözleşmesi Davası hafızalarda bâki kalacak.
“28 Nisan'da yaklaşık bin avukatın, baroların, kadın örgütlerinin ve aktivistlerin katılımı ile Danıştay tarihinde bir ilk gerçekleşti. İçeri girmek isteyen kadınların kapıda polis şiddetine maruz kaldığı, buna rağmen merdivenlerde bile oturabilecek yer kalmayan büyük konferans salonunda ilk duruşma yapıldı. Duruşma salonunda her yerden, her siyasi görüşten, her toplumsal kesimden yapılan hukuki ve politik değerlendirmeler aynı yerde birleşti, bütün yollar İstanbul Sözleşmesi'nin haklılığına, yaşam için önemine çıktı.
“Yürütmeyi Sözleşme’den çekilmeye yönelten gece yarısı dürtüsü nedir, diye soruldu? Bu idari işlemde hiçbir kamu yararı olmadığı vurgulandı.
"Zira halen Sözleşme’nin 44 ülke tarafından imzalanmış ve 35 ülke açısından onaylanmış olduğuna; kadınlar ve LGBTİ+lar açısından hayati güvence oluşuna; Sözleşme’den çekilme ile birlikte yaşanan toplumsal infiale; toplumun büyük bir kesiminin bu sözleşmeyi desteklediğine dair birçok tarihsel itiraz ve soru bir bir sıralandı.
"Daha önce Cumhurbaşkanlığı kararının hukuka aykırı olduğu ve kararın iptal edilmesi gerektiği yönünde görüş bildiren Danıştay Başsavcısı aynı şekilde mütalaa verdi. Ve Danıştay'ın nihai kararını beklemek üzere duruşma sona erdirildi.
“On birinci yıldönümünü kutladığımız İstanbul Sözleşmesi; kadınların, LGBTİ+ların, yaşlıların, mültecilerin, engellilerin ve diğer tüm dezavantajlı grupların haklarının ve hayatlarının teminatıdır. Bir varlık kavgası olan bu davanın, karardan geri dönülene kadar ulusal ve uluslararası alanda her türlü hukuki mücadelesini vereceğimizin sözünü bir kez daha bildiriyoruz.
"Hepimiz 7 Haziran 2022 tarihindeki ikinci Danıştay duruşmasına hazırlanıyoruz. Tüm kamuoyu ve basının desteğini bekliyoruz. Haklıyız ve hukuka aykırı çıkış işleminin iptal edilmesini bekliyoruz.
“Tekrar hatırlatıyoruz: 6251 sayılı onay kanunu yürürlükte olduğu sürece İstanbul Sözleşmesi, bir yasa olarak yürürlüktedir. Uygulayın”
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu: Vazgeçmiyoruz
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKD) Başkanı Canan Güllü’nün de İstanbul Sözleşmesi’ne dair açıklamasının yer aldığı bir video yayınlandı. Video, şu notla paylaşıldı:
“Bugün İstanbul Sözleşmesi 11 yaşında! Bizler kadın örgütleri olarak kadın dayanışması içinde İstanbul Sözleşmesi yaşatır diyoruz ve #istanbulsözleşmesi nden #Vazgeçmiyoruz . Bu yaş gününde en büyük dileğimiz Danıştay tarafından açıklanacak kararın olumlu olmasıdır.”
Bugün İstanbul Sözleşmesi 11 yaşında! Bizler kadın örgütleri olarak kadın dayanışması içinde İstanbul Sözleşmesi yaşatır diyoruz ve #istanbulsözleşmesi nden #Vazgeçmiyoruz . Bu yaş gününde en büyük dileğimiz Danıştay tarafından açıklanacak kararın olumlu olmasıdır. pic.twitter.com/1H2HoIrIWT
— Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (@tkdfederasyon) May 11, 2022
Ne olmuştu?
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 20 Mart 2021 Cumartesi İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı olarak feshedildiğini duyurdu. Fesih kararı 23 Mart 2021 Pazartesi günü Avrupa Konseyi’ne de bildirdi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada “Fesih kararının” nedeni olarak “Sözleşme’nin eşcinselliği meşrulaştırıyor olması” iddia edildi.
Kadınlar, 20 Mart’tan beri Türkiye’nin birçok ilinde İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam ediyor.
İstanbul Sözleşmesi hakkında
Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açıldı ve ilk imzalayan ülke Türkiye oldu. Sözleşme 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.
Sözleşme, ''kadına yönelik şiddet'', ''aile içi şiddet'', ''kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet'', ''kadın'' kavramlarını tanımlıyor.
Uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olma özelliğini taşıyan sözleşme şunları içeriyor:
İstanbul Sözleşmesi psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini kapsıyor.
Sözleşme çerçevesinde eviçi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet edimini içerecek şekilde kadının korunmasını esas alıyor.
Kadınları konumlandırırken "aile" olmayı, evlilik birliği içinde bulunmayı ya da aynı evi paylaşıyor ya da paylaşmış bulunmayı gerektirmiyor.
Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yönelik. Devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi'nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorunda.
Devletlerin sorumluluğu bununla sınırlı değil. Şiddeti gerçekleştiren ister kadının sevgilisi, ister kocası, ister babası, ister patronu olsun, yani kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, zararın tazmin edilmesi yükümlülüğü de devlete ait.
Geçtiğimiz yıl Van’da halkın iradesinin gasp edilmesine karşı yapılan protestoların kazanımla sonuçlanmasının ardından, İstanbul Kadıköy’de halayla kutlama yapmak isteyen 54 kadın ve LGBTİ+'ya açılan davanın ilk duruşması bugün İstanbul 47. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Kadınlar Birlikte Güçlü’nün çağrısıyla Süreyya Operası önünde gerçekleşmesi planlanan buluşma, polis müdahalesiyle başlamadan sona ermişti.
Eyleme katılan kadınlar ve LGBTİ+ aktivistler “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla hakim karşısına çıktı.
“Biz halaya gittik, işkence ile gözaltına alındık"
Kadınlar, duruşmada yaşanan hak ihlallerini ayrıntılarıyla anlattı. Henüz eylem başlamadan ablukaya alınan grup, hiçbir uyarı yapılmadan sert müdahaleyle gözaltına alınmıştı.
Yargılanan kişiler bianet'e şu bilgiyi verdi:
"Türkiye'nin her tarafında kayyıma karşı protesto etti. Sonra Van'dki kayyım tehlikesine karçı zafer olunca biz de bir halay çekme eylemi yaplım dedik. Biz oraya halay çekmeye gittik bu bir halay eylemi idi, fakat halay çekmeden bizi işkene ile gözaltına aldılar. Polis bize işkence etti fakat onlar yargılanmadı, biz yargılandık. Bir arkadaşımızın kolu çıktı. Eylem bile değildi halay buluşmasına katılan kadınlar yargılandı. Biz duruşmada savunmalarımızı yaptık. Hem kayyıma karşı olduğumuzu hem de polis işkencesini vurgulladık. Başka bir davadan tutuklu olan iki arkadaşımız SEGBİS'le bağlanmışlardı. Onlara el salladık. Zafer işareti yaptık. Savcı da buna dair suç duyurusu yaptığını söyledi. İki arkdaşımız hakkında keyfi şekilde soruşturma açılmasını istedi. Hakim de talebi kabul etti."
Kadınlar, "Biz sadece halay çekmek istedik. Bu bir kutlamaydı, bir protesto değil. Ama halay bile çekemeden işkenceyle gözaltına alındık. Polis şiddet gördüğümüz halde biz yargılanıyoruz, polisler değil" dedi.
Zafer işaretine suç duyurusu
Duruşmaya başka bir dosyadan tutuklu olan iki kişi SEGBİS üzerinden katıldı. Onlara el sallayan kadınlardan biri zafer işareti yaptı.
Bu işareti savcı, suç unsuru saydı. Savcı, zafer işareti nedeniyle suç duyurusunda bulunulmasını talep etti mahkeme de bu talebi kabul etti.
Beraat talebi reddedildi
Kadınlar, hazırlanan iddianameyi "dayanaksız ve gerçek dışı" olarak tanımlarken, anayasal haklarını kullanmalarının suç sayılmasını kabul etmediklerini belirtti.
Mahkeme heyeti, savunmalara rağmen davayı düşürmeyerek beraat talebini reddetti. Bir sonraki duruşma 23 Haziran’da görülecek.
“Yargılanması gereken biz değil, işkenceciler”
Duruşma sonrasında açıklama yapan Kadınlar Birlikte Güçlü aktivistleri, şöyle seslendi:
“Bugün burada yargılanan bizler değil, anayasal hakkımızı engelleyen, işkence uygulayan polisler ve bu kararı veren yetkililer olmalıydı. Kayyumlara, irade gaspına, polis şiddetine karşı mücadelemiz sürecek. Bu davalar bizi yıldırmaz. Sokaktayız, mücadeledeyiz, buradayız. Kayyumlar gidecek, biz kalacağız!”
Anne Penguenler dizisinde, “bağımlı çocukların” ebeveynlerinin yaşadıkları zorluklara karşı, bunlarla başa çıkmak için dayanışma duygusunun önemi vurgulanırken, engellilik olgusu da çağdaş topluma özgü tüm boyutlarıyla gözler önüne seriliyor.
Anne Penguenler, yönetmenliğini Klara Kochanska’nın üstlendiği 2024, Polonya yapımı, isminden anlaşılacağı gibi, duygu sömürüsü yapmaya çok uygun, altı bölümlük bir dizi. Ancak gerek kurgusu gerekse yönetmenin duyarlılık, akılcılık dengesini koruyan yaklaşımı dikkatlerden kaçmıyor.
Birinci bölüm, tanınmış bir MMA dövüşçüsü olan Kamala’nın (Kama) bir bekar anne olarak yaramazlıkta sınır tanımayan yedi yaşındaki oğlu Jas’a yeni bir okul aramasıyla başlar. Jas, bir kız çocuğuna gözüne zarar verecek şiddette vurmuş ve bu yüzden okuldan atılmıştır. Kama yaşamının en zor savaşımını ringlerde değil, ebeveyn olarak oğlunu yetiştirirken vereceğinin farkındadır; ama uzmanların tüm ikna çabalarına karşın oğlunun dört yaşındayken okuma öğrendiğini, onun zeki bir çocuk olduğunu öne sürerek, olayın kazara oluştuğu ısrarını sürdürür ve çocuğa yeni bir okul arar.
Devlet okulları hizmet bakımından revaçta değildir; üstelik en ufak sorun çıkaran çocuklar okuldan atılır. Özel okulların ücreti çok yüksektir, ayrıca spor salonu yoktur, hizmet aksar. (Kaloriferler yanmaz vs.) Sonunda Jas’ı, özel eğitim görenlerle ‘normal’ çocukların bir arada okuduğu, kapsayıcı okul olarak bilinen Muhteşem Liman ‘ın penguenler sınıfına geçici olarak yazdırmaya karar verir. Okul idaresi ‘normal’ çocukların çoğunlukta olduğunu iddia eder ama tam tersi onlar azınlıktadır.
Kama’nın boşandığı doktor kocası Max, oğlu Jas hakkında uzmanlar gibi düşünür. “Hayatta her şey sana göre spor yarışması, oğlunu yetiştirmek bile” diyerek Kama’yı eleştirir. İwona adlı bir “dişi kuş” ile evlenmiştir, ikiz kızlarıyla mutludurlar. Jas, babasını göreceği akşamlar, “Annemi istiyorum” diyerek kendini tuvalete kapatır, onların da huzurunu kaçırır. Anne penguenler çocuklarının yetiştirilmesi konusunda babalarından yardım görmezler. Zor anlarda görseler bile bu, babalara ağır gelir. Kama’nın annesi de torununa bakmakta isteksizdir. Onun da bir yaşamı vardır; tango salonunda akranı erkeklerle dans etmekten hoşlanır.
Anne penguenlerden Ula’nın kocası özel bir şirkette çalışmaktadır. Kazancı iyidir. Ula, down sendromlu kızı Tola ve evlat edindiği iki engelli çocukla yakından ilgilenir, çok sabırlıdır, durumdan hiç yakınmaz. Canlı yayın yapmaya da pek meraklıdır. Takipçi sayısını artırmak için çırpınır. Kama’nın ünlü bir boksör olduğunu ve Jas’ın durumunu öğrenince fırsatı kaçırmaz; canlı yayında, otistik çocuğu olan bir anneyi destekleyeceğini açıklar. Mahreminin ifşa edilmesi Kama’yı çok sinirlendirir, oğlunun otistik olmadığını yineler, durur.
Kendisinde bir tuhaflık olup olmadığını soran oğlunu, “Sen iyisin” deyip öpüp koklar. Bu arada Jas’ın okul ücretini ödeyebilmek için menajerinin sponsor desteğini kabul eder. Ancak destekçi adam, “İmajınızı düzeltmek için otizm kampanyası hazırladık” deyince küplere biner: “İnternet bilgisine mi inanıyorsunuz, oğlum otizmli değil. İmajımı düzeltmek için oğlumu kullanmam.” Menajeri hemen araya girer, Kama’ya üç ay sonra ABD’de Las Vegas’ta dövüşeceğini, mutlaka sponsor desteğine ihtiyacı olduğunu hatırlatır. Ancak magazin sitelerine inananların sonu gelmez. Eski okuldaki gözü zarar gören kızın ailesi, Jas’ın otistik olduğunu duyunca davadan vazgeçmiştir.
Jas’ın çevreye zarar veren yaramazlıkları giderek artar. Okulun renkli toplarla doldurulmuş havuzuna kız erkek soyunarak girip oynamaları onun fikridir. Annesine, “Aormalde okyanusta kıyafetle yüzülmez ki” açıklamasıyla kendini bağışlatır. İnfiale kapılan, ‘normal’ bir çocuğun annesiyse, Tola’yı oğlunu baştan çıkarmakla suçlar. Kama dilini tutamaz, kadını tersler: "Genelevcilik oynamamışlar ya.” Oysa çocuklar havuzda birbirlerine zarar vermeden iletişim kurmayı becermişlerdir. Genç antrenör Robert ise olup bitenlere tepkisini şu sözlerle dillendirir: “Artık insanlar her şeye bir yakıştırma yapıyor. Babam bende alfa futbolcu ışığı gördü, anneannem rahip. Bense, gey vücut çalıştırıcı olup çıktım. Jas da belki de sadece bireycidir.”
İlkelerinden ödün verdiren sorunlar Kama’nın peşini bırakmaz. Dövüş için düzenlenen reklam kampanyasında seksi kıyafetli reklamı yayınlanır. Pozu, “Seksapel değil, güç” diye lanse edilse de tabii bu bir züğürt tesellisidir!
‘Doğa Yürüyüşü Gezisi’nde okuldaki aksaklıklar su yüzüne çıkar. Müdür, devletin engelli yardımının yeterli olmadığını gerekçe göstererek, kas distrofisi hastası Michat’ın geziye gidemeyeceğini söyler. Michat çok zeki bir çocuktur, hastalığı sebebiyle tekerlekli sandalye ile hareket eder. Annesi Tatyana para kazanmak için hem kuriyelik yapmakta, hem de oğluna bakmaktadır. (Çocuğun 1-2 yıl içinde hastalığı ağırlaşacaktır; kaçınılmaz son, kadını çok üzmektedir.) Kama, annelere Michat’ya yokuş çıkabilen yeni model bir araç sağlamak için bağış kampanyası düzenlemeyi önerir. İnternet takasları için takipçi sayısı önemli olduğundan Ula, sosyal medyayı kullanacaktır. Satıcıyla pazarlığı denerler, ama tüm çabalara karşın para toplanamaz. Ancak Kama pes etmez, dağ bayır demeden Michat’ının aracını tüm gücüyle iterek çocuğun geziye katılmasını sağlar. Ula cep telefonuyla geziyi çeker. Ebeveynler dertleşirler. Hela’nın babası Jerzk, “Yaptığım tek spor, kızımın peşinden koşmak” diye yakınır. Aslında evli değildir; çocuk yapma fikri, Jerzk’in ressam arkadaşından çıkmıştır. Ama o, kızının bir dediğini iki etmeyen bir babadır. Gezi sırasında antrenör Robert ile aralarında bir yakınlaşma doğar.
Birden fırtına çıkar; gökgürültüsü, yağmur, Herkes çamur deryasında düşe kalka otobüse ulaşmaya çabalarken Jas, haritadaki patikaya gitmek için tutturur. (Cümleyi yinelemesi, çocuğun otizm spektrumunda olabileceğinin işaretidir.) Onu engellemeye çalışan annesini de yere düşürerek sakatlanmasına neden olur. Çocukların tuhaf istekleri ebeveynlerini canlarından bezdirir. (Hela, geyik görmek için ortadan kaybolur, neyse ki bulumur.) Ama dönüşte herkes mutludur, otobüste “I will survive” şarkısı eşliğinde kafa çekilir. Ne çok iş başarmışlardır! Onlara cesaret aşılayan Kama’ya minnettardırlar.
Kama koltuk değnekleriyle her yere koşturmaya çabalar; bir yandan da fizik tedavi görmektedir. Max ise halden anlamaz, ona hemen tanıyı koyar: “Her şeye sinirleniyorsun, dövüşmediğin için adrenalini atamıyorsun” Jas, okulda da “Evimi, annemi istiyorum” tutturmalarını sürdürmektedir. Bunun üzerine Müdür, çocukta doğuştan gelen bir gelişme bozukluğu olduğu gerekçesiyle, özel eğitim raporu alması için Kama’yı ikna etmeyi başarır, Kama’nın başvuruda bulunmaktan başka seçeneği kalmamıştır.
Ebeveynler Hela’nın doğum gününde bir araya gelirler. Ula kocasının ısrarıyla bağımlı çocuklar için bir vakıf kurmuştur. Tanıştığı kadınlardan vakfa para bulmalarını ister. Sohbet sırasında bir anne, otistik bir çocuk annesi olmanın insana çok şey katan harika bir deneyim olduğunu söyler. Ula, kızı Hela için “Başıma gelen en güzel şey” der. Diğer konuk kadın, “Doğumdan önce test yaptırmış mıydınız?” diye sorunca Ula kem küm eder: “Genelde ultrasonda hiçbir şey görünmemişti.” Sonra birden dili çözülür: “Ne amniosentez testi, smear testi bile yapmadılar. Bilseydim doğurur muydum?” İkilem içindedir: “Ama kızımı çok seviyorum." Konuklardan başka biri, “Bir arkadaşım Down sendromlu fetüsü aldırdı ama sonradan pişman oldu” deyince Kama, Ula’ya “Şu aptal karıları yağlamaktan vazgeç" diye fısıltılar; aslında kendi pişmanlığını ağzından kaçırmıştır. Ula’nın aklıysa kadınların vakıf için yapacakları bağıştadır.
Ebeveynlerin okuldan hoşnutsuzlukları giderek artmaktadır. Eğitim başarısızdır. Çocuklara matematik ve diğer dersler verilmemekte; gündelik yaşamlarını sürdürmeleri yeterli görülmekte; terapilerse işe yaramamaktadır. İşin ucunda kâr olduğundan popüler uygulamalarla engellilik pazarlanmaktadır. Ula, kapsayıcı olduğu iddiasındaki okulu, öğrenciler adına protesto etmek için canlı yayın yapar. Ebeveynler, pankartlar havada, “Müdür nerede?” sloganı atarlar. Müdür gelir, “Beğenmeyen gider” sözü, “Gitmeyeceğiz” sesleriyle bastırılır. Müdürün bedensel engelli oğlu da protestoya katılmıştır. Adam dertlidir; Kama’ya açılır. İşini çok seven bir gazeteciyken, oğlunun bir trafik kazası sonucu sakatlanması üzerine, onun masraflarını karşılayabilmek amacıyla okulu kurduğunu söyler. “Kendini idare edebilsin istedim; ama çocuklarımızın hayatını etkileyemiyoruz“ der. Kama ona hak verir: “Onlar bizim hayatımızı etkiliyor.” 'Baba penguen' Jerk ise anne penguenlere hayvanlar dünyasından yaklaşır: “Penguen tavuk değildir. Erkek ve dişi penguenlerin rolleri değişir. Biri kuluçkaya yatar, diğeri avlanır. Bazen dişi penguen 500 km. uzağa gider, dönünce yavrusuna ne olacağını, yavrusunun onu sevip sevmeyeceğini bilmez, ama o riski göze alır.”
Ula protestodan mutlu döner. Ama bir de bakar ki polis, bilgisayarları da alarak kocasını hapse atmak üzere götürüyor. Kocası, kara para aklamak için vakfı kullanmıştır. Hiçbir şeyden haberi olmayan kadın, “Benim sonum da ya hapishane ya sokaklarda yaşamaktır” diye dövünür. Kama’nın avukat babasına akıl danışır. Durum çok ciddidir. Boşanması şarttır.
Bundan sonra olaylar hızla gelişir: Şartlı tahliyesi sırasında kocası, başına gelenlerin müsebbibi olarak şatafatlı yaşam düşkünü Ula’yı suçlar. Antrenör Robert, Jerkz’e toplum baskısı yüzünden bastırdığı gey kimliğini hatırlatarak birlikte yaşamayı teklif eder. Jerkz, kızını düşünerek önce direnir, ama kızıyla birlikte yanına sığındığı annesinin dırdırından o kadar bunalmıştır ki teklifi kabul eder. Robert ayrıca kızına da iyi davranmaktadır. Müdür, okul tatile girerken ebeveynlere kısa bir konuşma yapar, “Kimseyi mutlu olmaya zorlayamam” diyerek okulu kapattığını bildirir. Kama, Las Vegas’taki yarışmaya giderken Jas’ı, Max’lara bırakır. İwona’nın çocuğa çok iyi bakacağını bilir. Anne penguenlerin ısrarına karşın babalar, Kama’nın maçını izlemeye nazlanırlar.
Aslında hikayedeki karakterleri anlamak hiç de zor olmuyor, diyebiliriz. Zamanın ruhunu (zeitgeist ) yansıtıyorlar. Anne penguenler zamanla yarışıyorlar. Çekilen sıkıntılara, acılara karşı direnç geliştirmişler; çok zorlandıklarında dayanışabiliyorlar ama hepsi o kadar; önlerini göremiyorlar. Kendilerini hayatın akışına bırakmışlar. Kurumsal mücadele yapmadıkları için - parasız eğitim, sosyal güvenlik v.b.- sivil toplum olarak toplumsal yaşama ağırlıklarını koyamıyorlar; dolayısıyla protestoları işe yaramıyor. Müdürün istifası da sorunu çözemeyecektir. Zira eğitimden hukuka, etkili kurum kalmamış gibidir. Eski eşlerin, anne ve babaların hesaplaşmaları, tartışmaları, dargınlıkları da bu nedenle değil midir? Çalışan anne, ekonomik bağımsızlığının bedelini başkalarına ödetmektedir.
Öncesiz sonrasız annelik ideolojisi, kadının anne kimliği üzerindeki belirleyici etkisini bu örneklerde de göstermektedir: Örneğin Tatyana, Michat’yı arabaya bindirip indirme, araba bozulunca onarma, çocuğun kakasını yaptırma gibi meşakkatli işleri gık demeden yerine getirir; sırası geldiğinde, “Engellilik dünyası korkunç” diye yakınır; ama kendisine yalnızca sevişmek için yaklaşan, Michat’nın bakımı için sevişmenin yarıda kesildiği anlarda bozulup evden ayrılan kocaya, “Hayat müşterek” imasında bile bulunamayıp her şeyi sineye çeker.
Kama’ya gelince; dünyanın izlediği maçta Meksikalı rakibi, yumruklarıyla suratını dağıtır, kana boyar; dişini kırar, Kama neredeyse ölmek üzeredir; ama birden oğluyla geçirdiği güzel anları hatırlar ve iman gücüyle rakibini nakavtla yener. Tedavi gördükten sonra çok özlediği oğlunu Max’lardan almaya gider. İwanka ona çok iyi bakmıştır. Ancak Jas ,“Burada kalmak istiyorum” diyerek annesini şoke eder. Şampiyon, ebeveynlikte nakavt olmuştur. Aslında nakavt olması gereken bozuk düzen/sistem değil midir? Ama sistem kendine benzeyen bireyler yetiştirir. Ebeveynler kendilerini hayatın akışına bırakmışlardır. Olumsuzlukların nedenini sistemde aramazlar; adaletsizliği yaratan, “sahtekarlıkla zengin olanlardır”, yanılgısıyla asıl suçluyu gözden kaçırırlar.
Peki, fizik gücü sayesinde ünlenen Kama, babasının dediği gibi "güçsüz görünmekten korktuğu için mi yoksa annesinden yüz bulamadığı, çocuğa sahip çıkması gereken kurumlara güvenmediği mi oğlunun üstüne düşüyor?" (Darda kaldığında samimi itiraflarda bulunmaktan çekinmez: “Kontrolüm dışındaki şeylerden nefret ederim" ve “Jas benim başarısızlığımdır” diye düşündüğünde maçı iptal etmek bile ister. Kariyer için yaşayan bir kadın değildir. İkilemi kaldıramadığından iradesi zayıflamıştır. “Berbat bir anneyim” diye iç çekerken annesinin, anneliği pekiştiren telkinleri onu hizaya getirir: “Çocuğun varsa illa hata yaparsın.”)
Bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Kadına yönelik toplumsal algıyı dönüştürmek kolay olmuyor. Kaldı ki kadın istese bile annelik duygusu yok olmaz. Yinelemekte yarar var: Önceliğinin eş ve anne olması koşullandırılmasıyla yetiştiriliyor kadınlar. Bu da kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Sosyal medya ünlüsü Ula’nın da önceliği gözü gibi baktığı üç bağımlı çocuk. Bir yandan da, çevrimiçi “glütensiz” beslenme derslerinde bağımlı çocuk anneliğini kullanıyor. Kertz’in, annesiyle hesaplaşmasını da gözden kaçırmamalı: Akademisyen anne, oğlunun Robert ile ilişkisini hem sınıfsal –“bari daha iyisini bulaydın”- hem de ahlaki açıdan küçümserken, bu tavrıyla toplumsal algıda eşcinselliğin dini değerler ve aile değerleriyle uyuşmadığından toplumdaki ataerkil baskının kalkmadığını açığa çıkarıyor.
Özetle Anne Penguenler dizisinde, “bağımlı çocukların” ebeveynlerinin yaşadıkları zorluklara karşı, bunlarla başa çıkmak için dayanışma duygusunun önemi vurgulanırken, engellilik olgusu da çağdaş topluma özgü tüm boyutlarıyla gözler önüne seriliyor; öyle ki her şey Polonya’nın neoliberal atmosferine uygun görünüyor; özel yaşamlar, okullar, medya, sağlık hizmetleri, hukuk, toplumsal ilişkiler v.b. alanlarda, internet ve sosyal medya platformlarının kamuoyunu manipüle etmesiyle egemen söylem değişmiyor. Güçlü yüceltiliyor. Pek ender rastladığımız, izleyiciyi konu üzerinde düşünmeye, sorgulamaya yönelten bu tür dizlerse, biz izleyicilerin talepleriyle artacaktır.
Dipnot: Amniyo sentezi testiyle gebelikte down sendromlu fetüs teşhis edilebiliyor. Ancak testin serbest bırakılmasıyla, otistiklere yönelik ayrımcılığın artması ve otistik çocuklara devlet desteğinin azaltılması olasılıkları tartışılıyor.
Öğrenimini gördüğü yüksek kimya mühendisliğini yaptıktan sonra 1982’de emekli oldu ve yazmaya başladı. 80 sonrasında hafızalardan silinmeyen “Dayak Kampanyası”ndan itibaren Türkiye’de sesini duyuran kadın hareketinin...
Öğrenimini gördüğü yüksek kimya mühendisliğini yaptıktan sonra 1982’de emekli oldu ve yazmaya başladı. 80 sonrasında hafızalardan silinmeyen “Dayak Kampanyası”ndan itibaren Türkiye’de sesini duyuran kadın hareketinin etkinliklerine katıldı. Bir kadın dergisinin yayın kurulunda yer aldı, dergiye makaleler yazdı. Yine bir kadın kuruluşunda yıllardır gönüllü olarak çalışıyor. Bir kadın derneğinin danışma kurulu üyeliğini yürütüyor. Makaleleri gazete, dergi ve kadın sitelerinde yayınlanıyor
İlk oyunu “Kız Doğdu” 1993’de Ankara Devlet Tiyatrosu Küçük Sahne’de; “Rüya” adlı oyunu 2006’da Cem Safran Sahnesi’nde Oyuncular Tiyatro Grubu tarafından sahnelendi. 1993’de “Kültür Bakanlığı Sinema Eleştirisi Ödülü”nü aldı. 1994’te öykülerinden oluşturduğu “Kadınname” adlı okuma tiyatrosu, 8 Mart’ta, Esin Afşar ve Savaş Dinçel’in yorumlarıyla Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.