Britanya İşçi Partisi Yıllık Labour Konferansı'nı 23-26 Eylül'de Liverpool’da “Dönüşen Dünya” başlığıyla düzenliyor.
10 bini aşkın kişinin katıldığı ve birçok etkinliğin yer aldığı konferansta Halkların Demokratik Partisi'ni (HDP) partinin Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü temsil ediyor.
Kürkçü, dün (23 Eylül) “Çoğunluk İçin Bir Dünya” başlıklı panele konuşmacı olarak katıldı. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, ABD Ulusal Hemşireler Sendikası Yürütme Kurulu Başkanı Bonnie Castillo, Grenfell Adalet Eylemcisi Jacqui Haynes’in yanı sıra Kanadalı yazar Naomi Klein’ın video ile söz aldığı panelde Ertuğrul Kürkçü’nün konuşmasını paylaşıyoruz.
***
Değerli yoldaşlar, dostlar
Sizlere Halkların Demokratik Partisi’nin, hapisteki binlerce parti aktivistinin yanı sıra eski liderlerimizin ve milletvekillerimizin, aralarında gerekli tıbbi müdahaleyi zamanında alamadığı için Kürdistan, Hewler’de bir kalp krizi neticesinde henüz kaybetmiş olduğumuz İbrahim Ayhan'ın da olduğu Avrupa’daki ve dünyanın başka yerlerindeki sürgün yoldaşlarımızın selamını ve dayanışma mesajlarını getirdim.
Tüm kayıplara, zorluklara, geri düşüşlere ve Türkiye’de ilerlemeye devam eden istibdada rağmen, gururla söylüyorum ki, tek adam düzeni ülkenin toplumsal ve demokratik güçlerine boyun eğdirebilmiş değildir. Üç yıl süren OHAL yönetimi ardından HDP, hileli 24 Haziran seçimlerinde yüzde 11,4 oya ulaşarak, Kürdistan’da halk desteğini korumayı ve siyasi etki alanını Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi Türkiye’nin sanayi ve ticari merkezlerine yaymayı başarmıştır. Mücadeleyi ve direnişi sürdürüyor ve yeni mücadeleler için yeniden yapılanıyoruz.
Kürt ve Türk halklarının çok çeşitli eğilimlerinin demokrasi ve toplumsal değişim için esaslı bir siyasi zemin oluşturacak şekilde yaşatılabilir bir birleşik toplumsal ve siyasal hareket oluşturabileceğinin canlı bir örneği olarak buradayız ve sizlerin mücadeleleriyle dayanışmayı genişletmeyi ve ortak düşmanımız olan örgütlü kötülükle mücadelede sizin kendinize özgü deneyimlerinizden öğrenmeyi umuyoruz.
Başka bir dünya için
Konferansı düzenleyenlerin, İşçi Partisi’nin özgün anlamını ve içeriğini yeniden kazanmasına ve işçiler, gençlik ve entelektüeller arasında, Britanya’da “bir kaç kişi için değil büyük çoğunluk için bir dünya”nın mümkün olduğu umudunu yeniden diriltmesine kararlı ve açık sözlü liderliği ile yol gösteren Jeremy Corbyn ile beni aynı platformda buluşturan davetinden onur duydum.
İyimserlik ve cesaretin işçi sınıfları içinde yükselişte olduğuna tanıklık ediyoruz; Britanya’nın banliyölerinde, tersanelerinde, limanlarında ve sokaklarında sağın yolsuz ve kibirli liderliği altında yıllarca süren ihmalin, çaresizliğin ve sinizmin ardından umut kol geziyor: İşçi Partisi’nin çağrısı “büyük çoğunluk”ta karşılığını buluyor.
Aynı zamanda, işçi sınıfı liderleri ve sosyal adalet aktivistleri Bonnie (Castillo), Naomi (Klein) ve Jacqui (Haynes) ile aynı platformu paylaştığım için de onur duyuyorum. Başka bir dünyanın mümkün oluşunu “kapitalizmin kalesi” Britanya, Kuzey Amerika ve Kanada içinde bir gerçeklik haline getirmek için yorulmaksızın çalıştınız. Çabalarınız hissedildi, çağrınız işitildi ve mesajınız dünyanın dört bir yanına Türkiye’ye, Kürdistan’a, Filistin’e, Latin Amerika’ya ve küresel Güney’e ulaştı ve yankılandı.
Ve bu mesaja neoliberal kemer sıkma programlarına ve emperyalist egemenliğe karşı artan direnişle karşılık veriliyor: artık Liverpoolluların şiarını bu platformda güvenle tekrarlayabiliriz: “Asla yalnız yürümeyeceksin!”
“Birkaç kişi için değil; büyük çoğunluk için bir dünya” teması etrafında düzenlenmiş bu bir araya geliş fırsatını, solun ve demokratik güçlerin kapitalist dünya düzenine karşı bilinçli ve örgütlü uluslararası işbirliğine yönelik yeni bir inisiyatif başlatma ihtiyacına dikkati çekmek için değerlendirmek istiyorum.
“Akıllı binalar”da kölelik ve serflik koşulları
Jeremy Corbyn’in BM konuşmasında kapsamlı şekilde ele aldığı gibi, küresel kapitalist gelişimin temel açmazı refah ve gücün eşitsiz dağılımında, küresel ekolojik iflasta –başka bir deyişle “iklim değişikliği”nde–, küresel güneyden toplu göçte – diğer bir deyişle, “mülteci krizi”inde – ve “anlaşmazlıkları çözmek ve yönetimleri değiştirmek için diplomasi ve müzakere yerine tek taraflı askeri eylem ve müdahale kullanımının” sebep olduğu savaşlarda kendini ele veriyor.
Bu olgular hep birlikte, kapitalist sistemin varoluşsal sonucu olarak “gezegen ölçeğinde bir krizi” tetikliyor. Bu kriz sistemin içinden, şirket çıkarlarını temsil eden ve sonuçlarından sorumlu olan, dolayısıyla da topyekûn bir “insanlık krizine” yol açan hükümetler eliyle çözülemez.
Öte yandan, “eşitsiz ve bileşik gelişim” yasası, gelişmiş kapitalizmin unsurları ile miadını doldurmuş ekonomik ve sosyal ilişkileri dünya ekonomisinin yanı sıra her bir tekil ekonomide ve her bir ülkede iç içe geçiriyor. 21. yüzyılın işçi sınıfları, yüksek teknolojili “akıllı binalar”da veya maden ocaklarında kölelik ve serflik koşullarında çalışmaya ve yaşamaya tabi kılınırken, kolluk güçleri ve ordular işçi protestolarını bastırmak ve başka ülkelerin topraklarını işgal etmek için robotik silahlar ile donatılıyor.
Exxon ile Shell’in gizlenen ve gerçekleşen öngörüleri
İki çarpıcı örnek: İki petrol devi Exxon ile Shell’in, petrol tüketiminin aynı hızla devam etmesinin, CO2 seviyelerini 2060 itibariyle sanayileşme öncesindeki seviyesinin iki katına çıkaracağını ve bunun da gezegenin ortalama ısısını o zamanki seviyesinden 2°C yukarı çıkaracağını ta 1980’lerden beri bildiği dün haberlere yansıdı. Hatta Shell bunun çok daha önce, 2030'a kalmadan gerçekleşeceğini öngörmüş. “Taşkın, yıkıcı seller ve deniz seviyesinin altındaki tarım alanlarının sular altında kalması” gibi afetlerde artış öngördüklerini söylemişler. “Bunlar tarihte kaydedilen en büyük değişiklikler olabilir” demişler. Ama öngörüleri şimdi gerçekleşmiş olmasına rağmen, kapitalist ekonomiyi beslemek için hâlâ petrol çıkarmaya devam ediyorlar ve ABD Başkanı Donald Trump da ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekildiğini açıklıyor.
Öte yandan Türkiye hükümeti ise Trump’a öykünerek “anlaşmayı onaylamayacağını”, çünkü havayı henüz başkaları kadar kirletmediklerini ilan ediyor. Türkiye’de veya Britanya’da kapitalist sınıfın ve kapitalist devletin mottosu doğuşundan bu yana hep aynı: “Après moi, le déluge!” Benden sonra tufan!
Soma Londra’da, Londra Soma’da
İkinci örnek ise 2017’de Londra’daki Grenfell Kulesi yangını ile 2014’te Türkiye’deki Soma maden faciası arasındaki paralellik. Grenfell Kulesi yangını 72 kişinin hayatını kaybetmesine, 70 kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Batı Türkiye’deki Soma maden faciasında ise bir yangının ardından madenin çökmesi sonucu 301 madenci hayatını kaybetti.
Grenfell sakinleri, tüm fiyakalı dış görünüşüne ve akıllı sistemlerle donatılmasına rağmen, gerekli güvenlik tedbirlerinin tamamen göz ardı edildiği bir kulede tıka basa doldurulmuşlardı. Soma’da ise, madenden çıkartılan kömürü istiflenecekleri yere taşımak üzere en son teknoloji aktarma sistemleri kullanılmasına rağmen, işçiler, tıpkı 18. yüzyıl madenlerinde olduğu gibi, saatlerce molasız ve erken yangın alarmı için hiçbir güvenlik tedbiri olmaksızın ellerinde kazmayla çalışmaya zorlanıyorlardı.
Sistem Grenfell’in işçi sınıfı sakinlerine karşı Ankara, Soma kömür madenindeki işçilere karşı ne kadar ihmalkarsa o kadar ihmalkârdı. İşçiler evlerinde ya da işyerlerinde boğularak can vermeye mahkûm edildi. Bu felaketlerin gerisindeki zihniyet de hep aynıydı: Kâr oranının düşme eğilimi yasasını karşı koyabilmek için üretim/barınma maliyetlerini düşürmek. Soma Londra’dadır, Londra da Soma’da.
Rosa Luxemburg’un uyarısı ve ‘68 isyanı
Küresel devrimci hareketin son büyük başkaldırısı olan 1968 isyanın ellinci yılında, postacının kapılarımızı ikinci kez çalmasını beklemek için birçok sebep var: Dünyanın tüm ülkelerinin birleşik çabasıyla şimdi hemen değiştirilmezse, değiştirecek bir dünya ve insanlık kalmayabilir.
Rosa Luxemburg 20. yüzyılın şafağında uyarmıştı: “Ya Sosyalizm ya Barbarlık!” diye. Burada ele aldığımız tüm başlıklar, milyonlar 1968 hareketinin çağrısı ile kapitalizme karşı ayaklandığında insan tahayyülünün, devrimci kararlılığının, umut ve öfkesinin konusu olmuştu. 60’ların devrimci pratiklerinin meziyetlerini ve kusurlarını yeniden değerlendirmenin tam zamanıdır.
İşçi Partisi’nin Jeremy Corbyn liderliği altında, holding medyası, okul ve kapitalist düzenin dayattığı tüm illüzyonları ve fetişizmleri reddederek tüm dünya için kapitalist sömürüden uygulanabilir bir çıkış yolu arayışına halkın da katıldığı bir tartışmanın önünü açmasını memnuniyetle izliyorum.
John Lennon ve Nãzım Hikmet
Has bir Liverpoollu olan John Lennon, 1970’lerde, kitle kültürünün işçi sınıfları üzerindeki etkisini eleştirerek, bir şarkısında “a working class hero is something to be” (işçi sınıfının kahramanı ortaya çıkacak daha) demişti. 1968 devrimci dalgasının çekilişinden bu yana, hem işçi sınıfı hem de onun kahramanlığı durmaksızın değişime uğradı. Bugün “bir işçi sınıfı kahramanı,” herhangi bir yabancılaşma ve sömürü biçimi nedeniyle kapitalizme karşı durmaya cesaret eden herkes olabilir. 21. yüzyılın antikapitalist hareketini dünyanın ezilenleri oluşuyor: işçi sınıfları, çiftçiler, kadınlar, güvencesiz işçiler, ev işçileri, ezilen halklar, ezilen kimlikler, sürekli işsiz olan artık nüfus…
Her birimiz, işçi sınıflarının omuzları üzerinde yükselen birleşik insanlık tarihinin belirli bir parçasını, belirli bir aşamasını, belirli bir anını oluşturuyoruz ve ayrı ayrı hepimizin hikâyesi, Nâzım Hikmet’in şiirindeki gibi ortak bir rüyada birleşiyor: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine". (EK/HK)