Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) kurucularından, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Toplumsal Travma ile Başetme programı koordinatörü Dr. Necdet İpekyüz’le Ankara’da 97 kişinin ölümüne neden olan bombalı intihar saldırısının yarattığı toplumsal travma üzerine konuştuk.
İnsanların bu gibi felaketler sonrası önce şok yaşadığını, ardından şokun yerini öfkenin aldığını belirten İpekyüz, bu duygusal geçişin kin ve nefrete savrulmaması için acılarda ortaklaşılması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Acılarda ortaklaşınca öfkenin yerini yas alıyor.”
İpekyüz’e dün akşam Konya’da oynanan milli maçta ölen 97 kişi için saygı duruşu sırasında tribünlerin tekbir eşliğinde yuhalamasını da soruyoruz.
Bunun da toplumsal travmanın bir parçası olduğunu belirten İpekyüz, “Bu toplum birbirini niye böyle yanlış tanıyor ve bu nefret niçin gelişti? Bu nefretin gelişmesinde kimlerin, hangi dilin payı var?” sorularını soruyor.
“Paylaşma” mı “Ötekileştirme” mi?
Önce Reyhanlı'yı yaşamıştık, sonra Diyarbakır, Suruç ve şimdi de Ankara... Bu gibi büyük felaketlerde toplumda genel olarak ne gibi travmalar gözlemleniyor?
Bu tür felaketler en başta bir şok etkisi yaratıyor. Bu şok etkisinin ardından insanlarda öfke, kaygı, umutsuzluk oluşuyor. Bununla beraber toplumun aktörlerinin yaklaşımı devreye giriyor. Bu yaklaşımda da “paylaşma” mı, “ötekileştirme” mi gibi başlıklar öne çıkıyor.
Dayanışma duygusu artarsa, acı paylaşılırsa bu yaşanan öfke biraz azalıyor, yasa dönüşüyor. Ama bu olmazsa bu sefer umutsuzluk, nefret, kin artıyor.
Türkiye gibi toplumlarda kutuplaşma potansiyeli var. Bu acı ortaklaştırılmadığında, dayanışma kültürü gelişmediğinde insanlar birbirine daha kin ve nefretle bakıp birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
“Konya’da maçta yaşananlar travmanın bir boyutu”
Bu noktada dün akşam Konya'da oynan milli maçta ölen 97 kişi için saygı duruşu yapılırken tribünler önce yuhaladı, ardından tekbir getirerek şehitler ölmez vatan bölünmez diye bağırdı. Bunu nasıl okuyabiliriz? Bu travmanın, yıllardır biriken nefretin sonucu mu?
Bu da toplumsal travmanın bir boyutu ve çok tehlikeli bir boyut. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Bunu normal karşılamak da anormal; nedenlerine inmek lazım.
Bu toplum birbirini niye böyle yanlış tanıyor ve bu nefret niçin gelişti? Bu nefretin gelişmesinde kimlerin payı var? Hangi dilin payı var, bunun ortaya çıkartılması lazım.
Yani bugüne değil, belki onlarca yıl öncesine bakarak okuma yapmak gerekiyor...
Evet. Çünkü bunu yapmadığımız zaman, bu sorulara yanıt vermediğimiz zaman bu kutuplaşma giderek artıyor.
“Felaketleri bilinçaltına atmayı tercih ediyoruz”
Bu gibi yaşanan felaketler bir süre sonra unutuluyor mu yoksa farkında olmadan bilinçaltına mı atılıyor? Reyhanlı bir süre çok konuşuldu ama sonra Suruç olana kadar gündemden düştü. Aynı şey Suruç katliamı sonrası da yaşandı. Bunu nasıl yorumlayabiliriz?
Genelde hepimiz çok ciddi bir felaket yaşadığımızda baş etme yolu bulamazsak onu ötelemeyi, bilinçaltına atmayı tercih ediyoruz.
Ama bunların bilinçaltına atılması, saklanması ve görülmek istenmemesi de riskli bir durum. Çünkü ilerde ne zaman nasıl ortaya çıkacağı belli olmuyor. O nedenle acıyı paylaşmak, baş etme yöntemlerini bulmak, ortaklaşmak gerekiyor.
Türkiye'de çok kullanılır: “Acıda, kederde, sevinçte biriz.” Giderek bu acıdaki ortaklık, sevinçteki ortaklık yok oluyor. Bunun ileride nasıl bir reaksiyona dönüşeceğini bilemiyoruz toplumsal olarak.
“Kusuru olan, günler sora karanfil bırakmaya gider”
New York Times'ın Türkiye'de insanları Nobel ödülü de Ankara'daki katliam da birleştiremedi şeklindeki tespiti çarpıcıydı. Peki, bu noktada siyasilerin sorumluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasilerin sorumluluğu çok büyük. Siyasetçiler normalde toplumu yan yana getiren insanlardır. İdeali budur. Ama Türkiye'de baktığınızda daha çok ayrıştıran, kendi tabanını konsolide eden bir üslupla karşılaşıyoruz.
İnsan eliyle olan bir felakette herkes aynı anda orada yer alamıyorsa bu dikkat çekicidir. Gereğini yerine getiremediğin için böyle bir felaket yaşandıktan üç dört gün sonra bu konu hakkında konuşabiliyorsun, ya da karanfil bırakmaya gidebiliyorsun.
Mesela bir fabrikada yangın çıktığında, patron yangına karşı aldığı önlemlere güveniyorsa aynı gün oradadır ve işçinin yanındadır. Ama bir kusuru varsa günler sonra gider.
O yüzden siyasetçilere büyük görev düşüyor.
Ayrıca siyasetçilerin kullandığı dil, kin ve nefret üzerine olmamalı. Acıyı ortaklaştıran bir dil kullanılması lazım.
“Siyasetçiler krizi iyi yönetemediler”
Peki, son yaşanan felakette siyasetçilerin bu sınavı nasıl verdiğini düşünüyorsunuz?
Bana göre başarılı vermiyorlar. Şu anda biz bu felaketi bir kriz gibi ele almışsak, bu krizi siyasetçiler iyi yönetemedi, hükümet de iyi yönetemedi. İnsan eliyle yaratılan felaketlerde krizi iyi yönetemezseniz sorunları derinleştirirsiniz.
Toplumu daha ajite edersiniz. Bu beceriyi gösteremediler.
“Toplum kaygılı”
Toplumsal travma adalete olan inancı azaltıyor mu?
Tabii ki azaltıyor. Ama adalet kavramının Türkiye'deki hukuka, yargılama süreçlerine falan baktığımızda saçma sapan karşılığı oluyor.
Travmalar giderilmediği zaman toplumun vicdanında adalet duygusu iyice zedelenmiş oluyor. Toplum en azından şu anda adaletin yerine getirilmemesinden kaygılı.
“Devletin psikolojik yardımı göstermelik”
Bu olayı bizzat yaşayan insanlar travmayı atlatabilmek için ne yapmalılar?
Aslında bunu bütün hepimiz yaşadık. Bilfiil içinde olanlar, yaralılar ve ölenlerin yakınları ve sonra hepimiz... Hepimiz etkilendik.
Ama hayatını kaybedenlerin birinci derece yakınları ve yaralıların büyük desteklere ihtiyaçları var. Bu destek de onları anlama, yanlarında durma, sonraki süreçte yalnız olmadıklarını hissettirme ve acıya ortak olma şeklinde olabilir.
Eğer çok ciddi problemler varsa, ki olmaması imkansız, profesyonel destek almaları lazım.
Profesyonel destek deyince, ülkemizde maalesef psikolojik desteğin maddi bedeli çok ağır oluyor. Bu noktada devlet yardımcı oluyor mu?
Devlet göstermelik şekilde yardımcı oluyor. Bir dönemden sonra insanlar problemleriyle baş başa bırakılıyor.
Aslında hepimizin, bütün toplumun medya aracılığıyla, insan eliyle olan felaketlerde nasıl davranılması konusunda eğitilmemiz gerekiyor. (EKN)