Dilbilimci ve yazar Necmiye Alpay Türk Dil Kurumu'nun (TDK) hazırladığı İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü'nü değerlendirirken bu tip alan sözlüklerinde genellikle bir gayriciddiliğin hüküm sürdüğünü belirtti, hazırlayanların en temel ilkelerden habersiz göründüğünü söyledi.
"Masabaşına oturup uydurmak düzeyinde devam ettikleri görülüyor."
İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü'nde prematüreye “yarımca”, otopsiye “ölü açımı”, mazoşiste “özezer” gibi karşılıklar bulunuyor.
Dilbilimci ve yazar Alpay ile Türki Dil Kurumu'nun yeni sözlüğünü ve Türkçe anlayışını konuştuk.
Hayatta karşılığı olmayacağı bilinen kelimeleri niye öneriyorlar? Traş bıçağının karşılığı olarak “kılkeser” deniyor. Oysa biz hiçbir zaman “bir kılkeser verir misin” veya “sargacımın (korse) kopçası koptu” demeyeceğiz...
TDK’ya o kadar çok Arapçacılık, Osmanlıcacılık, Türk-İslam sentezi suçlamaları yöneltildi ki ve son derece haklıydı başlangıçta, giderek daha öztürkçeci olmak gereğini duydular. Eski TDK’nın da bu tür komiklikleri olmuştu. Onun konumunu tekrar ediyorlar.
Dostlar alışverişte görsün, biz önermiş olalım da bizden günah gitsin havalarında yapıyorlar bunu. Hiçbir başarılarını da görmüyorum.
Kendi yayınladıkları, Talim Terbiye’nin elinden geçmiş kitaplarda da göremezsiniz kılkeserleri. Düşünün ki kendilerine bağlı kurumların yayınlarında bile kullanmadıkları terimler bunlar.
Sözlükte biseksüel için “erdişi” diye bir karşılık yazıyor...
Halbuki “çiftcinsel” var, çoktandır pek çok hekim kullanıyor.
Ama ille de Türkçesini kullanacağım diyen bir eğilim var. Bir karşılık uzun süre çile çekilip yerleştiriyor, sonra TDK böyle kendilerini komik duruma düşürerek iyi olmayan karşılıklar öneriyor.
Eczacılık sözlüğünde neden biseksüelin karşılığı var; biseksüaliteyi hastalık olarak gören bir anlayış mı var?
Olabilir. Ben eczacı olmadığım için alana girip girmemesi gerektiğini bilemem ama ilk bakışta soru işareti uyandırıyor tabii ki.
Alan sözlükleri nasıl yapılıyor?
Genel yapılış yöntemleri bütün dillerde iki meseleyle uğraşmayı gerektiriyor.
Ortak kültür sözlüğü diye bir şey var. Başlangıçta hangi kültürden alınmış ona yaslanılıyor. Cebir kelimesi Arapçadan gelmedir, çünkü cebirin bulucusu Araplar. Bunun gibi hangi dilde başladıysa kavram o kullanılıyor, hiç kimse cebir yerine başka kelime koysam diye uğraşmıyor.
Kimse demeyelim, bizim gibi bu konularda şoven olanlar da var. Ben buna dilsel şovenizm diyorum. Temiz kan olsun der gibi ille de temiz Türkçe olsun...
Bildiğim kadarıyla biraz da Norveçlilerde var bu. Eskiden Fransızlarda çok vardı, şimdi bakıyorum onlar ipin ucunu bırakmışlar.
Ortak kültür fikri epey yerleşmiş durumda dünyada. Bu terim türetmenin evrensel ilkelerinden biri.
Diğeri?
İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü'nden... |
Enjeksiyon: Şırıngalama Katarakt: Akbasma Check-up: Tambakı Dezenfeksiyon: Bulaş savma Endoskop: İçgöreç Halüsinasyon: Varsanım Lokal anestezi: Yerel duyum yitimi |
İkincisi biraz daha tabii dilcilerin, toplumun seçimiyle ilgili. Özellikle Türkçe gibi geriden gelen diller için...
Şimdi mesela Kürtleri izliyorum çok benziyorlar Türkçenin sorunlarıyla uğraşanlara...
Kendi köklerinden türetme ilkesini güden bir kanal var. Bu bence de bir dile duyulabilecek saygının gereğidir. Ben ona dilin köklerini yeşil tutmak diyorum.
Bu iki ilke arasında gidip gelerek yeni terimler ve kavramlar türetebilirsiniz.
Tabii gündelik hayatın sıkıştırmasıyla mesela gazeteciler daha çok birinciye yakın. Diyelim, fonoloji diye bir terime rastladıysa onun Türkçe okunuşunu yazarak sorunu çözmüş sayıyor kendini. Halbuki kökleri yeşil tutmak isteyen birisi sesbilim diyor ve onu yerleştirmeye çalışıyor.
Bu alan sözlüklerini kimler yapıyor?
Dilbilimciler ve o alanın uzmanları yapar tabii. Herkes kendi açısından bakarak çeşitli öneriler ve kullanımlar arasında neyin uygun olup olmayacağını seçmeye çalışır.
Ama tabii çok uzun, ciddi ve genellikle bir ekip çalışması olarak yapılır.
O arada alan araştırması yapılmalı, insanlar pek çok öneride bulunmuş, kullanmış oluyor. Metinler taranmalı, alanın uzmanlarına danışılmalı, başka diller ne yapmış bakılmalı, vs...
Türkiye bu konuda nerede?
Türkiye’de sözlükbilim en geri disiplinlerden bir tanesi. Eski TDK’nın epeyce alan sözlükleri var. Ama epey ilkel ve masabaşı ürünler.
Ancak şu var ki eski TDK yazarlar ve bilimciler, okuryazarlar arasında daha saygı gören bir kurumdu. Tek kurumdu, tek otoriteydi. Bir de tek tek yazarlar vardı tabii...
Dolayısıyla onların çalışması biraz daha ciddiye alınır olabiliyordu.
Şimdiki TDK’ya resmen itaat etmek zorunlu. Bu olmasa şimdiye kadar ayakta kalması imkansızdı. Bir ara kadro açısından da zavallı bir durumdaydı, şimdi biraz daha kaynak verilmiş görülüyor.
Ya saygınlığı?
MEB’e bağlı olmayan kurumlar siyasi ya da dini eğilimlerinden bağımsız olarak uyumlu davranmıyorlar bu kuruma, çünkü belirli bir saygı duymuyorlar. Bu sırf siyasi bir şey değil, bir düzey meselesi.
Alan sözlüklerinde genellikle bir gayriciddilik hüküm sürüyor. Şu anlattığım en temel ilkelerden habersiz görünüyorlar. Masa başına oturup uydurmak düzeyinde devam ettikleri görülüyor. (YY)