* Fotoğraf: Yusuf Coşkun
Sibel Horada’nın Tütün Deposu’ndaki kişisel sergisi “Bir İç Mekân Bahçesi”, Tütün Deposu’nun giriş katında kurduğu bir düzenek içerisinde devam eden kompost süreci ve ürettiği toprak etrafında şekilleniyor.
Toprağın sağaltıcı canlılığı, kendini yenilemekle kalmıyor, duvarda filizlendirilen, köklenen bitkilerin doğaya dönebilmeleri için bir zemin oluyor.
Lara Fresko-Madra küratörlüğündeki sergide, Cevdet Erek ve Gülşah Mursaloğlu’nun işleri ile KeKeÇa’nın performansı da yer alıyor.
Horada’yla 30 Aralık’a kadar ziyaretçilerini bekleyen dördüncü kişisel sergisi “Bir İç Mekân Bahçesi” üzerine konuştuk.
“Katılıma ve işin içine girmeye açık bir sergi”
“Bir İç Mekan Bahçesi” kişisel serginizden bahsedebilir misiniz?
Mekanın kendisiyle ve hafızasıyla çalışan bir sanatçıyım. Mekana özgü yerleştirmeler yapıyorum ve sıklıkla mekandan gelen bir takım bilgileri de serginin içerisine katmaya çalışıyorum. Süreç odaklı yerleştirmeler yapıyorum, sergide yer alan nesneler zamanla değişebiliyor, sergi sonunda başka bir şeye dönüşüyor ya da o işi hazırlayan bir takım kalıntıları, izleri, fragmanları sergiye dahil ediyorum. Bazen bu metinsel bir kalıntı da olabiliyor.
İzleyici olarak işin farklı katmanlarıyla ilişkilenebiliyorsunuz. Sadece sergiyi gezip kendi hissinizle çıkabilirsiniz, sergi turuna geldiğinizde orada açılan düşünsel alana dahil olabilirsiniz veya sergiye fiziksel olarak katkıda bulunabilirsiniz, katılıma ve işin içine girmeye açık bir sergi “Bir İç Mekan Bahçesi”.
“Katkılarımızla çoğalan bir yapı olarak toprak”
* Fotoğraf: Gülsüm Düz
“Bir İç Mekan Bahçesi” kişisel sergi fikrini nasıl hayata geçirdiniz? Sergiyi açmaya neden olan fikirler nelerdi?
Sergiye yerleştirmeye dair ilk fikrim toprak üretmekti. İlkokulda toprağın milyonlarca yılda kayaların aşınması sonucu santim santim oluştuğunu öğrenmiştik. Toprak çok değerliydi ve en büyük tehditler erozyon ve toprağımıza göz diken düşmanlardı. Buna karşın, sürekli azalma tehdidi altında olduğunu ezberlediğimiz toprağın, kompostla, bizim de katkımızla çoğalan bir şey olduğunu görebilmek değerli ve hayati.
Serginin merkezinde, terraryum benzeri bir yapı içerisinde bir toprak ekosistemi kurmaya çalıştık. İçerisine Tütün Deposu’nun ve Açık Radyo'nun çay-kahve atıkları, manavdan alınan atık malzemeler ve Açık Gazete'nin gazeteleri ile Tophane parkındaki ağaçların dökülen yaprakları katkı olarak giriyor. Kompost solucanları ve içeride üreyen pek çok mikroorganizmanın yardımıyla, bu organik atıklar sergi süresince verimli bir gübreye dönüşüyor.
“Bitkiler çürümeye karşı direniyor”
* Fotoğraf: Yusuf Coşkun
Sergide bulunan bitkilerden ve nasıl bu süreçte ilerlediğinizden bahsedebilir misiniz?
Serginin duvarlarına kelepçelerle tutturulmuş içi su dolu kavanozlar içerisinde köklenmeye çalışan bitkiler var.
Bu bitkiler topraktan yalıtılmış bir şekilde duruyorlar ve süreçleri, toprağın sürecine paralel olarak işliyor.
Bu süreçte ilgimi en çok çeken şey bitkinin çelikle çoğalmış olması oldu. Çünkü bitkileri toprağa bağımlı olarak düşünüyoruz ve yerine sabit olarak düşündüğümüz bir varlığın savunma mekanizması. Aynı zamanda bu bitkilerin 'göç mekanizması'.
Suyun içinde oldukları için çürümeye karşı bir direnç göstermek durumundalar.
Bir bitkinin suyun içerisinde yaşayabilmesi için toprakta verdiği kökten daha farklı bir kök verebilmesi gerekiyormuş. Bitki eğer bu direnci göstermezse suda çürüyebiliyor ve su oksijensiz kalırsa içinde çürümeyi hızlandıran mikroorganizmalar üreyebiliyor ve bitki ölüyor.
Buradaki bitkilerin büyük bir kısmı, sularını hiç değiştirmememe rağmen hayatta kalmayı başardı. Çürüyenleri ise komposta kattık. Benim için ¨Bir İç Mekan Bahçesi¨, çürümeye dair bir tavır takınma ihtiyacı ile de çok ilişkiliydi.
Aerobik ve anaerobik çözülme
* Fotoğraf: Yusuf Coşkun
Kompost içerisindeki dönüşümün iki farklı süreci olabiliyor. Çözülme aerobik veya anaerobik süreçlerde gerçekleşebiliyor. Aerobik çözülmede havalanarak dönüşen organik maddeler, toprağı sağaltan, verimli bir gübreye dönüşüyorlar. Fakat ortam oksijensiz kalmışsa, anaerobik mikroorganizmalar ürüyor. Bunların çoğu aynı zamanda patojen (hastalık yapan) canlılar ve o zaman kompost kokuşmaya başlıyor.
Yukarıda bahsettiğim fiili süreçler nihayetinde birer metafor olarak sergide yer alıyorlar. Sıklıkla ölümle ilişkilendirdiğimiz toprak, tarihe de tekabül ediyor. Sergide yer alan 2011 tarihli bir ses kayıdında, Osman Kavala, mübadele ile İstanbul’a gelmiş olan ailesinin, tütün deposu olarak yaptırdığı bu bina ve çevresinin zaman içindeki dönüşümünden bahsediyor. Ben bir noktada binayı da bir kompost yığını olarak görmeye ve toprağın havalandırılması meselesiyle ilişkilendirmeye başladım. Tütün Deposu, bir sanat kurumu olarak parçası olduğu toprağın sağlığı ve canlılığına özen gösteren bir yapı. Burada gerçekleşen geçmiş sergileri düşündüğümüzde, kokuşmuş alanları ihtiyatla havalandıran, yani konuşulması zor konuları da gündeme getirerek şimdiyi sağaltan bir eğilimin ayırdına varabiliyoruz.
Bitkiler sergide sunulurken sanata dönüşüm sürecini nasıl gerçekleştirdiniz?
Bu sergi, içinde yaşadığımız kültürel süreçlerle zirai süreçleri birarada düşünmeye bir çağrı niteliğinde. "Bir İç Mekan Bahçesi" bir yandan insanın zor koşullarda iç huzurunu tesis etme çabasına dair bir yer. Bir yandan da, sizin de sorduğunuz gibi bir takım sorular sorduruyor.
Bu bahçe neden iç mekanda. Biz neden bu zirai malzemeye burada, bir sanat ortamında bakıyoruz? Bitkiler neden topraktan muaf, neden suyun içerisinde köklenmeye çalışıyor? Toprak neden yerden kopuk, bir düzenek içerisinde yerden yüksekte duruyor?
* Cevdet Erek 'Parmaklıklarda İki Çift Taraflı El' 2009
* Fotoğraf: Yusuf Coşkun
Sergiyi hazırlarken, Cevdet Erek'in Depo’nun pencere parmaklıklarında halihazırda bulunan "Parmaklıklarda İki Çift Taraflı El" adlı işiyle tesadüfi, arkeolojik bir karşılaşmam oldu. Erek’in 2009 yılında yapıp binada bıraktığı bu işin önü geçici bir duvar ile kapalıydı. Bitkilere gün ışığı almak için duvarı kaldırınca, bu iş de hem içeriden hem dışarıdan okunabilir hale geldi. Bunun üzerine hemen Cevdet Erek’le irtibat kurup, bu iş ile sergiye dahil olup olmak isteyip istemediğini sordum. İçerisi/dışarısı ayrımına dikkat çeken bu işe dışarıdan bakınca dışarı çıkmak isteyen birini, içeriden bakınca ise içeriye girmek isteyen birini hayal ediyoruz. Farklı bir bağlamda yapılan bu işe bu gün baktığımızda, Tütün Deposu’nun kurucusu olan Osman Kavala'yı da mağdur eden durumun bütün bir toplumu nasıl tutsak ettiğini düşünebiliyoruz. Benim de sergiyi kurgularken bu gerçeklikten muaf kalmam mümkün değildi.
Bu yüzden, en azından bitkiler açısından kademeli bir özgürleşme hali kurguladım.
Sergi süresince günlük gazeteleri doğrayıp hamur haline getirerek, saksılar yapıyoruz. Sergi sonunda köklenmeye başlayan bitki çeliklerini kapanış etkinliğinde oluşan toprakla biraraya getirerek bu saksıların içerisine dikeceğiz. 30 Aralık’ta gerçekleşecek kapanış etkinliğine katılanlar bu bitkileri sergiden dışarı çıkarabilecekler. İlkbaharda bunları gazete hamurundan saksılarıyla birlikte toprağa dikmeleri gerekecek. Kökler güçlendikçe, saksılar da dağılıp gidecek.
Sibel Horada kimdir?Çalışmalarında kişisel ve kolektif olanın tarihine odaklanıyor ve yok olmakta olanın belleğini tuhaf ve rastlantısal örgüler etrafında sorguluyor. Metinsel, anlatısal içeriği damıtarak üç boyutlu malzemenin olanaklarını kullanan sanatçı, kişisel ve kolektif bellek araştırmalarını şiirsel ve dokunaklı heykel formlarında anıtsallaştırıyor. Yakın dönem sergileri arasında Büyük Çayır Sergileri, Zwei Positionen – Kunstverein Ludwigsburg, Bir Batık Ada ve Yüzeyde Kalma Taktikleri – Daire Sanat ve Anarchitecture – Ariel Sanat yer alıyor. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyor. |
(GD/EKN)