Bu yüzdendir ki, bölgede geniş tarım alanları bulunmamaktadır. Evler dağınık, tarlalar parçalı ve irili ufaklıdır. Sahildeki kasaba yerleşimleri vadi boyunca biriken akarsuların denize ulaştığı alanlarda kurulmuştur ve denebilir ki nispeten düz olarak kabul edebileceğimiz toprak parçaları da yine buralarıdır.
Bu bölgede toprak, Türkiyenin diğer bölgelerine göre daha çok değer kazanır. Toprağa bağlılık sadece ekonomik bir değer olarak algılanmasından değil aynı zamanda kökleri çok eskilere dayanan toplumsal bir psikolojiyi de yansıtır. Bundan dolayı günümüzde şehirleşmiş Lazlar arasında dahi ata toprağını satan kişilere çok nadir rastlanır.
Vadiler, her bakımdan daha güvenli görüldüğü için yerleşimin yoğun olduğu alanlar olmuştur. Henüz otuz yıl öncesine kadar vadi içlerinde yaşayan Lazların çok azının denizle bağlantısı vardı. Erkekler tuz, sabun gibi çok temel ihtiyaçları karşılamak üzere nadiren kıyıdaki kasabalara inerlerdi. Yaşamını özellikle yüksek köylerde sürdürenler için kasaba, dolayısıyla deniz yabancı ortamlardı.
Tarihte Lazlar
Tarihçi Antony Bryer, Lazların az sayıda kasabaları olduğunu ve asıl olarak dağlarda, dağınık durumda bulunan yerleşimlerde yaşadıklarını ve sürülerini yazın yüksek yaylalara götürdüklerini belirtir. Anadolunun en güzel ve en yüksek otlakları kullanırlardı ve yaşamları, karlar eridiğinde büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin peşinden giden bir mevsimlik göç sistemi üzerine kurulmuştu.1[1]
Sadece yüksek köylerde yaşayanlar değil aynı zamanda sahile yakın oturanlar arasında da yaylacılık geleneği vardı. Ama zamanla tarım daha çok önem kazanmış ve yüksek köylerde yaşayanlar hariç, Lazların önemli bir bölümü yaylacılığı terk etmiştir.
Denizcilikten geçimini sağlayan Lazlar ancak sahilde yaşayanlardır. Sahil boyunca çok sayıda balıkçı köyünde, bir yandan toprağa bağlı köy yaşamı devam ederken, erkekler zamanlarının çoğunu denizcilikle ilgili işlere harcarlar. Buralarda yaşayanların denizle ilgili inançları, rituelleri ve hatta kutladıkları bayramlar vardır.
14 Ağustos günü (Rumi takvimde 1 Ağustoz), güneş doğmadan kalkılır. Hiç kimse konuşmaz ve anlaşma sadece işaretlerle sağlanır, komşular birbirine haber verir. Hatta yüksek dağ köylerindeki insanlar bayram vesilesi ile bir gün önceden sahildeki akrabalarına misafir giderler. Kahvaltı yapmadan hep birlikte denize girilir ve yüzülür. Suya girdikten sonra her kes dilekte bulunur, bereket ve felaketlerden korunmak için dua edilir. Daha sonra kıyıya çıkılır ve topluca yemek yenir.2[2]
Denizle hemen hiç yakınlık kurmamış, denizde yüzmeyi, balık tutmayı bilmeyen (benim gibi) Lazlar varken, öte yandan çok sayıda Lazın Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde denizcilikte adlarını duyurdukları da bir gerçektir. Lazların denizle kurdukları ilişki ve yarattıkları kültürü henüz ayrıntılarıyla biliyor olduğumuz söylenemez. Lazların denizciliği halen araştırılmaya muhtaç bir konudur.
Gelenekler, modernleşme ve yaşam
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kendi coğrafyamızda da modernleşme (!) süreci ile birlikte kültürel çözülmelerin yaşandığını, geleneksel yaşamın yerini modern yaşama terk etmeye başladığını, dillerin yok olmaya yüz tuttuğunu biliyor ve yaşıyoruz.
Lazlar bu süreci bütün olumsuzlukları ile yaşayan halklardan biridir. Çay tarımının yaygınlaşması ile birlikte geleneksel olan çok şey tasfiye oldu bile. Bir zamanlar tarlaları kaplayan mısır ekilmiyor artık.
Bazı bitkilerin ancak adı kaldı geriye. Şarkılara konu olan kendirle birlikte dokumacılık da yitip gitti. Dokumacılıkta (oberi) kullanılan araçlar tavan aralarına terk edildi. Yeni kuşak böyle bir geçmişten haberdar bile değil. Haberdar olanlarsa bu araçların ne işe yaradığını anlamakta zorlanır hale geldi.
Geleneksel tarımın tasfiyesi geleneksel yaşamı, değerleri, inançları da tasfiye etti. Gençlerin birbirini tanıdığı, yeni aşkların filizlendiği, Laz şarkılarının yankılandığı ekim ve hasat zamanlarının imeceleri hatıralarda kaldı. Yirmi yıl evvel sevdiğine Lazca destanlar yazan ve destanlarını gurula söyleyen neslin çocukları anılarda yaşıyor. Bir zamanlar herkesin dilinde olan destanların yirmi yıl sonra kaybolmaması için derleme konusu olacağı kimin aklına gelirdi !
Hep birlikte modernize olduk, eskiye ait ne varsa değersiz kıldık ve yok etmek için elimizden geleni yaptık. Geleneksel mimariden modern (!) mimariye geçiş dönemini yaşayan bir Laz Eski evlerin yıkılışını izlemek bizim için büyük bir zevkti diye yazar. Gelenekselden modernizme geçiş aynı zamanda böylesi bir hazzı da içinde barındırır. Düğünlerin köylerden taşıma sistemi ile salonlara sıkıştırılması da bu sürecin ürünüdür.
Buradan bakılınca dilin de geleneksele ait olduğu ve dolaysıyla geleneksel olanın tasfiye edilmesi sürecinden yeterince nasibini aldığı anlaşılacaktır.
1990 sonrası Laz dili ve kültürünün yaşatılması amacıyla mütevazı girişimlerin yapıldığını belirtmek gerekir. Ogni (anla, duy) adlı bir dergi çıkarılır, Lazca rock yapan Zuğaşi Berepe adında bir müzik grubu adını duyurur. Lazca radyo programları yapılır. Her alanda derlemeler yapılır, otantik Laz müziği yeniden canlandırılır. Lazca sözlük yazılır, yöre derneklerinde kültürel çalışmalara ağrlık verilir. Bugünlerde Laz masalları ve bir Jopan dilbilimci ve bir Lazın birlikte hazırladığı kapsamlı bir Lazca gramer kitabı yayına hazırlanıyor.
Ama bütün bunlar Lazcayı yok olmaktan kurtarabilecek mi?
Laz kültürü geleceğe taşınabilecek mi?
Dağ Lazları ne kadar daha Dağlı, ne kadar daha Laz olarak kalabilecek ?
Bütün bu soruların cevabı, dillerin ve kültürlerin insanlığın ortak malı ve zenginliği olarak görmeyi başarabilen duyarlı insanların çabalarında gizli! (BB)