1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun bazı maddelerinin 1971'de Anayasa Mahkemesi'nce iptali üzerine, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün aynı yıl "gizli" bir yazısıyla Heybeliada Rum Erkek Lisesi'nin devamı addedilen yüksek kısmı kapatılmış, Patrikhane tarafından Danıştay'a yapılan başvuru ise, Patrikhane'nin "tüzelkişiliği olmadığı, yargıya başvurma ve okul açma ehliyeti bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir.
Perişan olan cemaatler
Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından beri, Türkiye gayrimüslim vatandaşlarına yönelik olarak, "Lozan düzeni" adını verdiği bir "karşılıklılık" mantığı içerisinde politika izlemekte, bunlara getirilen eleştirileri de aynı gerekçeyle savunmaktadır. Temel insan haklarının savunucusu olması gereken hukuk profesörü YÖK Başkanı bile, aslında Lozan'da olmayan bu "karşılıklılık"tan söz edebilmektedir. Rum cemaatinin yok olmasına, Batı Trakya Türk cemaatinin de perişan olmasına yol açan bu zihniyet artık terk edilmelidir.
Patrikhane, okul kapatıldıktan sonra, ruhban ihtiyacını karşılamakta acze düşmüş, bu konuda Yunan Kilisesi'ne bağımlı hale gelmiştir. Bu, yukarıda sözü edilen politikaları üretenlerin istediğinin tam da zıddı bir durum değil midir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi'ne yönelik, bugüne kadar izlediği politikanın belirlenmesinde etkin oldukları, ya da bu politikaları destekledikleri anlaşılan kesimlere göre bu okul, Patrikhane'nin hatta Megali İdea'nın "harp okulu"dur. "Türkiye'den, Yunanistan'ın kendisine yönelik bu yayılmacı ideolojisini besleyecek din adamları yetiştirmesine izin vermesi beklenemez," demektedirler ama kamuoyunun önüne bu konuda hiçbir kanıt da koyamamaktadırlar. Bu nedenle Kıbrıs Başpiskoposu Makarios'un bu okuldan mezun olduğu (olabilirdi de!) yalanını ısıtıp ısıtıp kullanmaktadırlar.
Gecikmemeli
Oysa, okulun kapatılması öncelikle Lozan Antlaşması'nın 40. maddesine aykırıdır. Bunun yanında, Patrikhane'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurup Türkiye'yi mahkûm ettirme ihtimali de çok yüksek bir olasılıktır. Bunca yıldır başvurmaması iyi niyetle değerlendirilmeli, sorun bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır. Ruhban yetiştirememe, bilindiği gibi yalnız Rumların değil, Ermeni, Süryani vb. diğer gayrimüslimlerin de sorunudur. Ruhban ihtiyacının karşılanmasının bireysel özgürlükler/haklar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
Dolayısıyla bunun hukukî temelleri bunca uyum paketinden sonra artık, azınlıklara verilen "pozitif haklar"da değil, ülkedeki herkes için geçerli olan bireysel haklarda yani "negatif haklar"da aranmalıdır.
Hükümet iradesini, okulu açma yönünde defalarca açıklamış bulunuyor. Artık sorun açılma-açılmama aşamasından çıkmış ve hangi formülle açılacağı noktasına ulaşmıştır. Bugüne kadar olan eğilim ki uzun süredir gündemdedir hatta bundan önceki hükümet döneminde eğilimin bu yönde olduğu da anlaşılıyordu; Ruhban Okulu'nun, bir devlet üniversitesinin ilahiyat fakültesine bağlanması... Oysa Patrikhane baştan beri bu formüle sıcak bakmamış, kendi yönetimi altında olacak, müfredatını ve öğretmenlerini kendisinin belirleyeceği bir statü talep etmiştir.
Şimdiki hükümet ise, önceki hükümet döneminde ortaya atılan ancak taraflara büyük sorunlar çıkaracağı da kesin olan bu formülden uzaklaşarak, YÖK sistemi içinde yer alacak bir ruhban okulu yerine Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olacak özel statülü bir okul formülüne meyletmektedir.
Ortodoks dünyasında bir ruhaninin yükselip episkopos olabilmesi, ancak bir ilahiyat fakültesini bitirmesine, yani en azından dört yıllık bir yükseköğretim almış olmasına bağlıdır. Basında son günlerde bulunduğu yazılan formüle göre, okulun iki yıllık bir önlisans programı olmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu teklifin nedeninin anlaşılabilmesi son derece güçtür. Neden Patrikhane iki yıllık bir önlisans teklifi ile güç durumda bırakılmaktadır. Diğer Ortodoks ülkelere Patrikhane bunu nasıl açıklayabilir? "Türkiye'nin mevzuatı uygun değil" demesi mi beklenmektedir.
Çözüm, bu okulun bir "Patriklik semineri" olarak anlaşılmasından ve denetimi MEB'de olmak kaydıyla, yönetiminin tamamen Patrikhane'ye bırakılmasından geçmektedir. Bu durumda diploması, bazı istisnalar dışında (patrik adayı, ilgili alanda akademisyen veya din dersi öğretmeni olabilmek vb.) resmen tanınmayabilir.
"Yabancı öğrenci" şart
Okula yabancı öğrenci kabul edilmesi de artık bir zorunluluk halini almıştır. Buna itiraz edenler, "100 bin kişilik bu cemaat nasıl oldu da 1500 kişiye indi" sorusuyla karşı karşıyadırlar. Bu soruların uzaması, konunun hoş olmayan yerlere varmasına yol açabilir. Patrikhane doğal olarak ruhani yönetimi altındaki dünyanın çeşitli bölgelerinden öğrencilerin gelmesini isteyecektir. Hatta, onun yönetimi altında olmasa da, Ortodoks ilahiyatını öğrenmek isteyecek farklı kilise mensupları da muhtemel öğrenci adayları arasında yer alacaklardır. Nitekim 1964 yılında yasaklanıncaya kadar bu zaten böyleydi.
Okul açıldığı takdirde, Patrikhane'nin bir iyi niyet göstergesi olarak, tazminat talebinde bulunmaması da hükümetin beklentisi. Eğer, daha önce gayrimüslim vakıfların çokça başına geldiği üzere, sonradan ilgili vakfa, "Vakfiyenizde okul açma faaliyeti bulunmamaktadır" gibi bir itirazda bulunulmazsa.
* Elçin Macar: Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.