Hırisi Avgicilerin kitabı yakması, Yunan tarihinin sürekliliğinin (tıpkı iddia ettikleri gibi) bir kanıtı oldu, Metaksas ve Cunta dönemleri hatırlandı. ANT-1 kanalında kitabın bir Amerikan işi olduğu öne sürüldü. Bu da, mükemmel ve pür olan uluslarımızla ilgili her türlü gelişmenin dış neden-komplo-ihanet ile açıklanması alışkanlığıyla da uyum içerisindeydi. Benim dikkatimi ise kitabın yazarı Selanik Aristotelios Üniversitesi öğretim üyesi Maria Repusi'nin soyadı çekti. İdeal bir Yunan soyadı değil gibi geldi bana. Belki bu, komployu açıklamaya yardımcı olabilir. Yunan milliyetçileri bunu nasıl göremediler anlayamadım...
Ders kitaplarının gözden geçirilmesi neden acaba bu kadar rahatsızlık yaratıyor?
Bu vesileyle, ulusçuluk-kimlik-tarihyazımı tartışması yapılması kaçınılmazlaşıyor da ondan. Bu da özetle "kendimizi" tartışmak, gözden geçirmek demek. Yaratılan efsanelerin sarsılması, "kendimizin" sarsılması demek. Fransız araştırmacı Copeaux 'nun dediği gibi, "...tarih geçmişin saf ve basit bir incelemesi değildir; her yurttaşın üstlenmesi gereken ulusal bir rehabilitasyon görevini yerine getirir." İşte bu sorgulamalar, "rehabilitasyona" zarar veriyor. Tarih ders kitaplarının temel işlevi olan milliyetçiliği olağanlaştırmasını tartışılır ve eleştirilebilir kılıyor.
Tarihle bu kadar iç içe yaşamak, sürekli tarihteki zaferlerden bahsetmek, aslında bugünkü yenikliğin bir göstergesi. Bugünkü geri kalmışlığın, uluslararası arenada istenilen yeri elde edememenin bir sonucu olarak tarihte yaşanmaya, bugünkü hesaplaşmaların tarih üzerinden görülmesine devam ediliyor.
Devletler bekaları için tarihi eğip büküyorlar. Onu, varoluşlarını desteklemek için kullanıyorlar. Uluslarının melezliğini gizliyor; saflık, değişmezlik iddialarıyla bilimsel gerçeklere aykırı bir tarih eğitimini sürdürüyorlar. Bu nedenle ulusal tarihlerin bir temel özelliği de anakronizm (zamandışılık) oluyor. Coğrafyanın mekanın tarihinden çok, ulusun tarihinin peşinden koşuluyor, böylece söz konusu topraklarda yaşamış farklı halkların gözden kaçırılması kolaylaşıyor.
Merak edilebilecek bir konu da şudur: Yunanistan'daki bu gelişmeyi sevinçle karşılayan "bizim cenah", Türk ders kitaplarında gerçekleşebilecek böyle bir gözden geçirmeyi nasıl karşılardı acaba? Yunanistan'da akademik dünyada kitap konusunda hemen hemen bir uzlaşma olduğu görülüyor. Böyle bir uzlaşma Türkiye'de fincancı katırlarını ürkütürdü diye düşünüyorum. Bu akademisyenlerin tavrı Türkiye'de olsaydı "aydınların satılmışlığı", "Soros çocukları" gibi ifadeler ile sık sık karşılaşırdık herhalde.
Bu tartışmaların her iki ülkede de hızlanması, sağlıklı sonuçlara varması, ilişkilerin normalleşebilmesinin ve azınlıkların çektikleri sıkıntılardan kurtulabilmesinin yollarını döşeyecektir.(EM/EÜ)
* Yrd. Doç. Elçin Macar'ın Azınlıkça dergisinin Mart 2007 sayısında yayınlanana incelemesinin ilk bölümü geçen hafta biamag'daydı. Ulaşmak için buraya tıklayın.