Yugoslavya'nın dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Makedonya Cumhuriyeti'nin ne adı ne de bayrağı kabul ediliyordu, Yunanistan tarafından. Yunanistan, bir tane Makedonya olduğunu, onun da Yunanistan'da bulunduğunu tüm dünyaya haykırırken herkes biliyordu ki, asıl sorun, Yunanistan vatandaşı olan Slavo-Makedon azınlık ile bu yeni ülke arasındaki muhtemel ilişkinin Yunanistan'da yarattığı rahatsızlıktı.
Bu tür operasyonlara psikolojik harekat deniyor. Aslında devlet kurumlarının aldığı kararların ve uyguladığı politikaların ne kadar güçlü toplumsal dayanağı olduğunu kanıtlamaya çalışmanın yanı sıra, bu hassasiyete sahip olmayanları da "eğitme" işlevi görüyor, bu tür harekatlar. Bu noktada da ulusal bayrak temel simge olarak kullanılıyor.
Türkiye'de bayrağın ülke içindeki "ötekilere" karşı kullanılması ise görece yeni gelişme. Hiç unutmuyorum, 90'lı yılların başıydı ve Beyoğlu Ülker Sokak'ta eşcinsellerin yerleşmeye başladığı, bu sokakta geceleri gelenin gidenin arttığı, etrafın bundan rahatsız olduğu şeklinde haberler basında yer alıyordu.
Bu sokakta yaşayan ve eşcinsellerden rahatsız olduğunu dile getiren bir kadın kameralardan sokak sakinlerine "eşcinselleri (o bunu değil de, sokaktaki şeklini kullanıyordu) istemeyenler evine bayrak assın" diye bağırıyordu. Sonra gerçekten sokaktaki evlerin bir kısmına bayraklar asıldı ve bu konu günlerce sürdü. Herhalde bayrak asmayanlar ya bu olayla bayrak arasında bir bağlantı kuramayanlar ya da eşcinsellerdi. Bu grup, sonunda yavaş yavaş bu sokaktan taşındı.
Bu günlerde Türkiye de bir psikolojik harekat yaşıyor. Bayrakla yatıp, bayrakla kalkıyoruz.
Önce geçen yıldan itibaren Boğaz'daki kamu kurumlarına dev gönder ve dev bayraklar asılmaya başlandı. Sonra bunlar gece de alttan ışıklandırıldılar. Bunun hemen arkasından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "turistlere yönelik olarak" Boğaz'ın bazı yerlerine (Sarayburnu vb.) dev bayraklar asılacağını açıkladı. "Ankara'dan emir var" diyecek hali olmadığı için de bu girişimi kendi inisiyatifiymiş gibi sunmaya çalıştı. Benim çalıştığım üniversiteye de, kimseye bir şey açıklanmadan sessiz sedasız, varolan daha küçüğü yetersiz görülmüş olacak ki, yan yana iki! dev gönder dikilip bayrak asıldı.
Bu sırada aklıma, çocukluğumda okulda öğrendiğim bir bilgi geldi. Kamu kurumlarına bayrak cuma günleri tatil başlarken törenle asılır, pazartesi sabahı mesai başlarken de yine törenle indirilirdi. Yani canı isteyen, canı istediği zaman oraya buraya bayrak asamasın diye, bu konuda Bayrak Yasası ile bir düzenlemeye gidilmişti. Araştırınca gördüm ki, bu yasanın üçüncü maddesinde 1999'da bir değişiklik yapılmış ve "kamu kurum ve kuruluşlarında Türk Bayrağı sürekli çekili kalır" şeklinde bir ifade eklenmişti.
Aslında bu tür gelişmeler taşrada daha eskiye, Kürt sorununun 1984'te terör olarak yeniden ortaya çıkışının ertesine dayanıyordu. Kürtlere o döneme kadar verilemeyenlerin yerine, bol bol bayrak ve ulusal simgeler veriliyordu.
Daha sonra ise bayrağın iktidara, yani Türkiye'nin hükümetine karşı bir silah olarak anlaşıldığı ve kullanıldığı gibi, değme komedilere taş çıkartacak bir ortama girdiğimizi idrak ettik. Hükümetin istediği kişiyi cumhurbaşkanı olarak seçmesini engellemek için düzenlenen mitinglerde, yalnız ulusal bayrağın kullanılması isteniyordu.
İktidar seçimle değil de (bunun bir teferruat olduğunu düşünenlerin de az olmadığını öğrendik bu süreçte) bayrakla düşürülecekmiş gibi bir hava doğdu. İktidar partisi de boş duracak değil ya, düzenlediği toplantılara katılacakları o da ulusal bayrakla katılmaya teşvik edince, herkesin her şeyi ulusal bayrakla söylediği, ülkesinin bayrağını birbirinin yani yurttaşlarının üzerine salladığı ilginç bir dönem ortaya çıktı. Aklımızı yitirmemek için gerçekten bir seçime ihtiyaç duyuyoruz.
Meğer bayrak, Kürtlere, anti-laiklere, eşcinsellere vs. tüm bizim gibi "normal" olmayanlara karşı sallanabilecek sihirli bir değnekmiş. Ama bu çağda sihre inanan kaldı mı? Bakın onlar orada oldukları gibi duruyorlar. Papazın şeytan çıkarmak için haçı sallaması gibi, tüm bu sorunlara karşı bayrak sallamakla bunların çözülebileceğine inanan var mı gerçekten?(EM/EÜ)
* Bu yazı Azınlıkça dergisinin Mayıs 2007 sayısında yayınlandı.