Oyuncak, oyun gibi, çocukluk dünyasının evrensel dilidir ama oyunun asıldığı askılar olmaktan daha fazlasını ifade eder. Oyuncağın dilini bilmeyen çocuk yoktur herhalde. Bu dil, çocuğun genlerine kazınmış mıdır, yoksa zamanla öğrenilmekte midir?
Piaget'nin "Genetik Epistemolojisi"ne göre, doğuştan getirilen bilgiler söz konusu değildir; çocukların dünyayla ilgili fikirleri doğal bir biçimde değil, zekâları tarafından düzenlenir.
Çocuklarda yaşla gelen değişikliklerin düzenliliği, her ne kadar bunda deneyimin bir rolü olsa da, doğuştan gelen ve edinilen donanımın etkileşimini gösterir. Ne var ki, çocuk için asıl önemli olan, oyuncağa yüklediği işlev ve anlam, onu kullanım biçimi ve ondan aldığı haz ve keyiftir.
Pellegrini ve Jones'un da belirttikleri gibi, çocuklar oyuncağın anlamım özel (tikel) duruma göre tanımlarlar. Oyuncağın anlamı, oyuncular tarafından atfedilen değere göre değişir. Çocuklar, oyuncaklara, yetişkinlerin onları tasarımlarken hiç düşünmedikleri birtakım işlev, anlam, yapı ve imgeler atfedebilirler. Oyuncak, çocuğun elinde bir hamur gibidir, istenilen şekli alana kadar yoğrulur. O halde oyuncak, çocukluğun en doğal ifadesidir.
Tarih içinde oyuncak
Oyuncaklar, insanlığın tarihi kadar eskidir. Arkeolojik kazılardan elde edilen bulgular, oyuncağın tarihinin ilkel dönemlere değin uzandığını göstermektedir.
İlkçağlardan itibaren oyuncak denilen nesneler, çocukları hem eğlendirme hem de onları gelecekteki yetişkin rollerine hazırlama işlevi görmüş. Örneğin, Orta Avrupa'da yapılan kazılarda taş devrine ait oyuncak bebek diye tahmin edilen çakmaktaşından heykelcikler bulunmuştur.
Antik dönemde de oyuncaklar, çocukların sosyalleştirilmesinde kullanılmış. 15. yüzyılın başlarından itibaren de ressamların, çocukları oynarken çizdikleri resimlerde birçok oyuncak görülür.
Çocukluğu bir "toplumsal kurgu" olarak gören Aries'e göre 1600'lere gelindiğinde oyuncaklar, artık çocuksu, çocuğa ait bir özellik haline gelmişti. Ortaçağlarda, köylülere basit, soylu çocuklarına az çok kaliteli oyuncaklar yapılmış. Ancak, 19. yüzyılın ortalarına değin bebek oyuncaklar, yetişkinlere benzer biçimde tasarımlanıp imal edilmiş. Şimdi de öyle değil mi? Örneğin, "Barbie" ya da "Cindy" adlı bebek oyuncaklar, tam bir yetişkin görünümlü, Lolita imgeselliğini çağrıştıran bir cinsellik ikonudurlar.
17. ve 18. yüzyıllarda ahlâki ve eğitsel oyuncak çıkmış ortaya. Bu dönemde oyuncak, bir bilgi aracı olarak görülmeye başlanmış. Aileler bu tür oyuncaklarla çocuklarının akıllı ve zeki olacaklarını düşünmüşler. 18. yüzyılda, eğitim üzerine de kitap yazan filozof John Locke'un eğitsel görüşlerinin etkisiyle öğretim amaçlı tasarımlanan oyuncakların sayısı artmış; Fransız ve İngiliz burjuvazisine üye aileler o dönemde Locke'un yöntemlerine göre çocuk yetiştirmek için oyuncak seçmeye başlamışlar.
Ancak 20. yüzyılın başlarında çocuk pedagojisinin gelişimi ve Fröbel ve Montessori'nin görüşlerinin geniş ölçüde yayılmasıyla bebeklerin görünüşü de değişmiş.
Sanayi dönemine gelinceye değin oyuncağı, çocuğun çevresindeki neredeyse herkes üretirmiş: Anne baba, akraba, öğretmen, din adamı, marangoz, demirci, çömlekçi, çocuğun bizzat kendisi vb.
Kullanılan temel malzemeler: Tahta, paçavra vb. Sonraki dönemlerde teneke, demir ve nihayet plastik: Günümüzde oyuncak üretmek, fabrikaların işi. Oyuncaklar, artık kişiye özel üretilmiyor. Çocuklar, oyuncakçıların özel değil genel kitlesel müşterileri konumunda.
Oyuncağın zararları mı?
Oyuncaklar, çocukları toplumsal gerçekliğin içine olduğu kadar fantastik dünyalara da çeker, sürükleyebilir. Bu süreç olumlu da olumsuz da olabilir. Ancak günümüzde, Barthes'ın da vurguladığı gibi, literal (kuru, hayal gücü az) oyuncaklar, çocukları, yetişkin yaşamını kabul etmeye zorlarken, onları edilgin kılabilmektedir; bu tür oyuncaklarla, daha doğrusu nesnelerle çocuklar, kendilerini, yaratıcı değil, "sahip", "kullanıcı" olarak özdeşleştirmektedir.
Çocuk, oyuncak denilen bu nesnelerle, dünyayı keşfetmemekte, ama onları
sadece macerasız, meraksız ve eğlencesiz bir biçimde kullanmaktadır. Dolayısıyla, gelişmiş toplumlarda oyuncak, aşırı bireyciliği kışkırtabilmekte, tüketiciliği kamçılayabilmekte ve sahip olma arzusunu temel bir norm haline getirebilmektedir; fabrika işi, mağazaların vitrinlerinde sergilenmiş, kaliteli oyuncakları olmayan ama oyuncağını "taştan çıkaran" kırsal kesim çocukları için oyuncak, imgeleme, yaratma, üretme ve özgürce oynamanın doğal diline dönüşebilmektedir.
Yüklü Oyuncak: Oyuncağı ağırlaştırmaya gerek var mı?
Her anne baba, çocuğunun bir şeyler öğrenmesini beklediği eğitsel oyuncalar konusunda dikkatlidir. Oysa çocuk, kendisine verilen her basit oyuncaktan bir şeyler öğrenir. Aslında, Brougere'in belirttiği gibi, oyuncağın çocuğun yaşamında oynadığı rol, anne babanın onlara yükledikleri eğitsel değerden çok keyif ve tatmin işlevleriyle ilgilidir.
O halde, oyuncağa yetişkinlerce bir rol ve işlev yüklemek gerekmez. İlle de zekâyı, psiko-motor becerileri, bilişsel özellikleri ve davranışları güçlendiren oyuncaklara yönelmek, bir zorunluluk değildir. Ne var ki, Onur ve arkadaşlarının da belirttiği gibi, Türkiye'de anne baba, öğretmen, oyuncak yapımcı ve satıcıları arasında yaygın olan "zekâ oyuncağının, zekâyı geliştireceği kabulü"nün yanında çocuğun duygusal ve toplumsal gelişimi, zekâsının gelişimi kadar önemsenmez.
Her şeye karşın çocuk, her nesneden oyuncak yaratmasını bilir. Hatta bazen bir nesne ya da araca bile gerek duymaz; hayal gücünü işe koşar, düşsel ya da sanal oyuncak bile yaratabilir.
Otantik değil plastik: Çocuk-ötesi bir ürün
Günümüzde, gerçekte, geleneksel hayatın bir ürünü olan o doğal, otantik oyuncakların yerinde yeller esiyor. Rossie'nin Kuzey Afrika toplumlarına ilişkin söylediği gibi endüstriyel oyuncakların çekiciliği ve statüsü, çocukların yöresel materyallerle oyuncak yaratma arzusunu yok ediyor. Çocuklar yöresel oyuncakları da, oynamak için değil, bölgeye gelen turistlere turistik eşya olarak satmak niyetine yapıyorlar.
Günümüzde oyuncak artık, fabrikalar, tasarım büroları, toptancı depoları, perakende satış yerleri, reklamları, promosyonları, logo ve markalarıyla çok canlı bir piyasanın konusudur. Bu piyasa, otantiği bile plastik kalıplar içinde üretiyor.
Günümüz oyuncaklarındaki en büyük sorun, piyasa ve popüler kültür etkisiyle oyuncağın çocukluktan bağımsız, çocuk-ötesi ve çocuğun naif dünyasını aşan bir ürün haline ge(tiril)mesidir. Karmaşık kullanım kılavuzları, beceri gerektiren yapısal düzenlenişi, markası, patenti, logosu, telif hakkı, imajı, katalogu, eğitsel yönü vb. ile post-modern ya da küresel oyuncaklar, çocuktan önce yetişkinleri -girişimci, reklamcı, tasarımcı, satıcı vb.- ilgilendirmektedir.
Oyuncak, kırsal kesimdeki çocuk örneğinde olduğu gibi çocuğun inisiyatifinde değildir artık. Oyuncak çocuğu aşmaktadır. Plastik oyuncak öne çıktıkça çocuğun çocukluğu ötelenmektedir.
19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl boyunca oyuncaklarda, modernizm gereği, modernleşmenin temel parametrelerinin-doğayı fethetme, hareketi artırarak hızlanma, vb. -yansıtılmasına dikkat edilirdi; atari, bilgisayar, yap-boz, lego, ninja kaplumbağalar, uzaktan kumandalı hareketli oyuncaklar, robot, Barbie, Cindy, Batman, Spiderrnan, X-Man, Pokemon, Harry Potter, Shrek gibi küreselleşen oyuncaklarla ise, post-modern dönemin ruhuna uygun olarak, sanal dünya ve hayatların peşinde koşuluyor.
Bilgisayar ve atarilerde üretilen sanal, güce tapan ve "sürekli eylem" içindeki kahramanların simgesi durumundaki oyuncaklar, fütürist bir perspektif içinde tüm evrendeki hayali kötü kahramanlarla sürekli savaşım halindedir. Bu savaşımda temel norm, gücün sergilenmesidir. Bu güç, erillikle özdeşleştirilmekte, cinsiyet ayrımcılığı, şiddet sahneleriyle yeniden üretilmektedir.
Oyuncakların cinsiyeti ve gücü yoktur!
Oyuncaklarda satıcıların ayrı raflarda sergileme davranışında olduğu gibi, cinsiyet ayrımına gidilmeye devam edilmektedir. Psikolog ve psikanalistler (örneğin Erik Erikson), çocukların cinsiyetlerinin özelliğini yansıtır biçimde oyun nesneleriyle oynadıklarını ileri sürseler de, çocukları bu yönde en azından desteklemek gerekir.
Bu sanılanın aksine, cinsel rolleri öğrenmeyi değil karşı cinse olan empatinin gelişmesini engelleyebilir, hatta cinse özgü davranışları çığırından çıkarabilir. Ama Fleming'in de belirttiği gibi, şu da bir gerçektir ki, (arabalardan inşa setlerine, yaratık oyuncaklardan video/bilgisayar oyun ve oyuncaklarına değin) birçok hareketli oyuncak, özde, eril bir dünyanın ikonları olarak görünmektedir.
Bu eril dünyada, eril kalıplar öncelikle savaş oyun(cak)ları üzerinden üretilmektedir. Ama çocukların böyle bir derdi yoktur, her ne kadar savaş oyunları eril bir etkinlik olsa da. Savaş oyuncakları, çocukları saldırgan kılıyor mu? Hayır. Savaş oyun ve oyuncakları, erkek çocukları için "-miş gibi yapma"nın (let's pretend) aracıdırlar ve çocuklar bunu bilirler, yüz yüze kavga çoğu zaman fantazi figürlerle yapılır ama kız çocukları da elbette bu tür oyun(cak)ları eleştirirler.
Bir diğer sorun, gerçek hayattaki yetişkin şiddetinin önce ekranlara, oradan da çocuk oyun(cak)larına taşınmasıdır. Ekrana taşınan şiddet, çocuğun hem geçişindeki örselenmeleri depreştirmekte hem de yaşamlarım altüst ederek kişisel deneyimlerinden bağımsız olarak düşünme ve davranma olanaklarını tehdit etmektedir.
Sonuç: Oyuncaklara kıymayın efendiler!..
Sunay Akın böyle demiş. Ama hem (eski, geleneksel, yöresel, otantik) oyuncaklar kırılmakta hem de çocuklara kıyılmakta. Bu da çoğu zaman, öyle gözler önünde, kabaca değil ince, beceriklilikle en ileri teknolojik aletlerle (TV, video, internet, bilgisayar vb) yapılmaktadır.
Günümüzde içerdiği şeffaflık ve demokratik özellikler nedeniyle yeni bir kült haline getirilen İnternetin sosyal ilişkileri çözdüğü açıktır. Bundan en fazla etkilenenler arasında çocuklar da vardır. İnternet, bilgisayar ve TV gibi iletişim araçları, çocuğa hem belirli (küresel) oyuncakları dayatmakta hem de onların sosyal ve bilişsel gelişimlerini engellemektedir.
Bu süreçte çocuk giderek kendinde ve kendisi için "çocuk" kategorisinden çıkarak Heilbrunn'un tanımladığı anlamda "tüketici-çocuk" sınıfına sokulmaktadır. Bu tüketimin yönü tektir. O da elektrikli-elektronik oyuncaklardır. Oysa bu tür oyuncaklarla oynayan çocukların sosyalleşmesinin zayıflaması, elektrik ve radyasyon etkisi altında kalması, psiko-motor ve bilişsel becerilerde geri kalması işten bile değildir.
Çözüm, çocuklara olabildiğince doğal ortam ve malzemelerden oyuncak yapma ve gönüllerince oynayabilecekleri zaman ve mekân olanaklarının sağlanmasıdır.
Çocuk oyuncağı deyip geçmeyin!(Kİ/EÜ)
* Kemal İnal, sosyolog.