Alışveriş merkezinde ailece gezerken herkesin bir Pony’si olduğunu söyleyen 7 yaşındaki kızının ısrarına dayanamamış ve ailece Pony Dünyası adlı oyuncak dünyasında soluk almışlardı. Dükkanın girişinde anneden önce çocuğu ilgiyle karşılayan adeta bir gayrimenkul satış temsilcisi edasındaki abla, aileyi bekletmeye alarak mağazada çocukla ilerlemeye başladı. Çocuk önce Pony’si için onlarca seçenek arasında pembe bir dış kılıf seçti. İlk ücretlendirme burada başladı. Sonra ona eşlik eden ablayla elyafların olduğu bölüme gittiler ve Pony’nin içini ücreti ayrı elyaflarla doldurdu çocuk. Yavaş yavaş yaratmaya başlıyordu çocuğunu. Sonra Pony’e saç beğenmeye gittiler ve seçtiği mavi saçlar da ayrıca hesaba işlendi. Ama Pony’nin saçları güzel tokalarla süslenmeliydi; biraz da bunun için hesap ödenebilirdi. Şimdi ablayla kostüm bölümüne yolculuk devam edecek. Çocuk Pony’si için masraftan kaçınmadan en güzel kıyafetleri seçti ve alışveriş şimdilik burada sona erdi. Yoksa çocuk isterse Pony için gözlük, takılar, sandal, çiftlik, helikopter, oyuncak çantası vs. bir sürü şey alabilirdi. Sonunda kasaya geldiler ve maliyeti 10 TL’yi geçmeyecek bir oyuncak için baba cebinden 300 TL çıkardı.
Ödeme bitmişti ama işlem devam edecekti. Pony için bir nüfus kimlik kartı çıkarılacaktı. Doğum tarihi, doğum yeri ve anne çocuğun adı yazılacaktı. Artık 7 yaşındaki kız çocuğunun nüfusuna kayıtlı bir Pony yavrusu vardı. Bundan sonra Pony için gerek mağazalardan gerek sanal alışveriş yoluyla “ihtiyaçları” olan her türlü ürünü satın alabilirlerdi. Zaten bir slogan gibi dillerdeydi reklam jingle “My little Pony”. O günden sonra çocuk yavrusuna bir anne gibi bağlanmıştı, ona sevgi ve şefkatini esirgemiyor ve masraftan da kaçınmıyordu.
Bazı ebeveynler her çocukta bu oyuncakların olmasını üzerinde fazla düşünmeye bile gerek duymadan kendi çocuğu açısından doğal bir hak olarak kabul ederken bazıları ise Pony yaratmanın çocuğun hayal ve tasarım zekasını güçlendirdiğini öne sürerek bu tip alışverişi doğal olarak bir mantığa büründürme gayretinde. Reklamlarla algısı önceden oluşturulmuş tercihler tasarım ya da yaratım olamaz.
Yetişkinin üretimi üzerinden çocuğa sunulan ve “trend” odaklı kısıtlı seçeneklerin tek tek yönlendirmeyle birleştirilmesi çocuğun düşün dünyasını öldürmekten başka bir şey değildir. Hedeflenen diğer şey de geleceğin tüketicisini garanti altına almaktır. Koyunların, ineklerin, tavukların bile artık kitaplarda veya sanal ortamlarda görüldüğü bir çağda, pekala gerçekleştirmesi mümkün olan oltayla balık tutma aktivitesinin bile AVM’lerde para ödeyerek plastik oyuncak havuzda plastik oltaların mıknatısıyla plastik balıkların yakalanması şeklinde duygusuz bir oyuna çevrilmesi çocuğun hayal dünyasını ve gerçeklik algısını bozacaktır. Pekala bunun oyun şeklinde yapılması bile şehrinizde botanik bir parkta bir göl veya küçük bir su birikintisinin kıyısında yerden bir ağaç dalı alarak hayali balıkların tutulması şeklinde tezahür ederse kuşkusuz çocuk için daha gerçekçi ve yaratıcı olacaktır. İşte tam da bu noktada dikkat edilmesi gereken “sistemimi daha da pekiştirecek şekilde senin yerine düşünür ve satarım” bilinciyle hareket eden kapitalizmin hem de parayla yaratıcılığınızı ve hayal dünyanızı öldürmesine daha da önemlisi çocuğunuzun geleceğini esir almasına izin vermemenizdir.
Baştaki her gün yüzlercesi, binlercesi gerçek hikayeye dönersek çocuğun Pony’sine olan bağlanması ve sevgisi de bu olumlu gerçek duygularla aynılık taşımamaktadır. Dayatılmış bir sevgi olduğu gibi karşı mesaj alınmayan duygu aktarımlarının süreklilik arz etmeyeceği gerçeği de aşikardır. Öte yandan bakım alan ve bakım veren arasındaki gerçek dışı kodlamalar da bu oyunda çocuğun zihnine işlenmektedir. Bu da çocuğun güven ve aidiyet gibi temel psikolojik gereksinimlerine en kritik yaşlarda zarar vermekte ve geleceğini etkilemektedir. Bilindiği gibi çocuklar gerçeği oyunlarla öğrenir ve algılamalarını oluşturur. Bu yüzden oyuncak seçimi ve oyuncakla kurulan ilişki aslında çocuğun gelecekteki duygulanım ve ilişkilenme tarzının büyük anlamda belirleyicisidir. Doğadan gittikçe koparılan çocuklar kapitalizmin bilinçli tercihiyle düşünmeyen, yaratmayan sadece tüketen ve hatta yaşamayan, sanalalemde kaybolan birer nesne haline dönüşmektedir.
Kapitalizmin reklamlarda çocuğa çalışan diğer bir yaklaşımı da geleceğin tüketicisini hazırlamaktır. Örneğin çocuk kanallarında bulaşık deterjanı gibi ürünlerin reklamının yapılması asla bilinçsiz bir tercih değildir. Erken yaş döneminde daha derine kodlanan ve reklam haricinde marketlerdeki görsellikle de iyice pekişen bu sunum geleceğin tüketicisini garantilemektedir. Doğal olarak o çocuklar büyüyecek ve bulaşık makinesi kullanacak yaşa geldiklerinde reklamda kodlanan ürün dışında bir ürünü pek de tercih etmeyecektir.
Özellikle kız çocuklarında manken görünümlü ve “trend” odaklı oyuncak bebeğin fiziksel görünümü gelecekteki kadını dış görünüm üzerinden tüketime sürükleyen, düşün dünyası “estetik”, “moda” ve “trend” kavramlarının yoğuruculuğuyla şekillenen değersiz birer varlıktan öteye geçirmeme hedefindedir. Dolayısıyla düşünsel ve duygusal özellikleri çocukluğundan itibaren esir alınan ve sunulan seçeneklerle daraltılan kız çocuğu diğer toplumsal etmenlerin de eklenmesiyle hep mutsuz, tatminsiz, özgüvensiz, hemcinsleriyle rekabetçi ve değersizlik hissi yaşayan bir kadına dönüşmektedir. Ruhu, aklı ve çok yönlülüğüyle pozitif toplumsal değişimin önemli dinamiği olan kadın yitirilerek insanı hiçleştiren sistemin çarkı daha da kötüye çevrilecektir.
Geleceğin belirleyicisi çocuklar için kapitalizm bu kadar çalışırken, biz ebeveynler ve diğer yetişkinler ne yapıyoruz?
Bunu sorgulayıp rotayı doğru yöne çevirdiğimizde kuşkusuz geleceği biraz daha yaşanabilir bir evreye getirmek mümkün olacaktır. Evdeki televizyonların ebeveynlerin işlerini halletmesi esnasındaki meşgale aracı olmaktan çıkarılıp, seçili programlar dışında kapatılması, özellikle reklamların ve bu amaca hizmet eden program ve çizgi filmlerin izletilmemesi, hatta günümüzde yetişkine de hiçbir şey katmayan televizyonun DVD amaçlı kullanımı dışında aksesuardan öteye geçmemesi iyi bir tercih olacaktır.
Çocukların oyuncak seçimi daha ziyade doğadan elde edilen ve çocuğun üretkenliğiyle şekillenen ve yine doğada bırakılan malzemeler ile yaratıcılığını ve düşün dünyasını çalıştıran oyuncaklar olarak tercih edilmelidir. Doğada ve yaşamın içinde alternatifi olan ve çocuğun üretim evresinde geriye dönük daha geniş yer tutan hiçbir oyuncak malzemesi çocuğa dayatılan seçenekler ve sanalaleme yerini kaptırmamalıdır. Örneğin oyuncak marketten alınan bir oyun hamurunda -ki bu en masumu- çocuk sadece kendisine sunulan malzemeyi şekillendirmekte; evdeki yapımda ise çocuk un, su, yağ, tuz, renkli meyvelerin boyası veya gıda boyası ile önce oyun hamurunu yapmakta daha sonra bunu şekillendirmektedir. Üretim evresinin geriye dönük çoğalması haricinde malzemenin daha sağlıklı oluşu da birer artı değerdir.
Esasen üretim evresi ileriye dönük de çoğalmaktadır. Çocuk deneme yoluyla artık suyun içme ve temizlenme haricinde kullanımını öğrenmekte; nar, kiraz gibi meyvelerin renklendirme amaçlı da kullanılabileceğini bilmekte ve buna yüzlerce çarpan eklenerek matematiksel çoğalma hızla işlemektedir. Bunu başka oyuncakları benzer uygulamalarla elde etme ve yaratım dünyasıyla şekillendirdiğinde olasılıkların zenginliğini de ekleyerek düşün dünyasının ne kadar zenginleştiğini hayal bile edemezsiniz.
Çocuğun dünyasında oyuncak hayata dair her şeydir. Bir çocuğu gerçekten tanımak istiyorsanız onunla oyun oynayın ki duygularını samimiyetle size aktarsın. Ve sevgili ebeveynler ve diğer yetişkinler, çocuğun güvenliğini tehdit edecek şeyler dışında evdeki eşyalarla, dışardaki nesnelerle ilişkisini serbest bırakın. Ona sunacağınız en iyi oyuncaklar bunlar olacaktır. “Ben ona oyuncak çaydanlık alıyorum, o evdeki tencereyi, çaydanlığı bırakmıyor” demeyin, çocuk oyuncakla hayatı tanıyor ve oyuncağı ne kadar gerçek olursa hayatı o kadar dolaysız ve anlamlı tanıyacaktır. Gerçeği olan hiçbir şeyin oyuncağını almayın, çocuğu kısıtlamak yerine güvenliğini sağlayın ve ezberlenmiş “bırak onu”, “yapma”, “bak dökeceksin”, “kıracaksın”, “elini oraya sürersen kirlenir”, “düşersin” gibi her gün onlarcasını, yüzlercesini kullandığınız kısıtlayıcı cümleleri bırakın. Çocuk denesin, anlasın, yanılsın, öğrensin, düşünsün canı da acısın ama özgüvensiz olmasın, gerçeğin içindeki oyun alanından koparılıp sanal ve dayatılmış seçeneklerde kaybolmasın. Unutmayalım ki bizim için sadece bir oyun ve yaramazlık olarak görülen oyunlar, çocuklar için en büyük uğraş olup yaşamı anlama ve anlamlandırmanın ta kendisidir. Ve bu anlamlandırma kapitalizmin dayattığı oyuncaklar haricinde hayatın içinden çocuğun tercihi, üretkenliği ve hayal dünyasıyla birleşen nesnelerle oluştuğunda çocuk geleceğini daha da güvenli kuracaktır. (YPT/HK)