Bağdat ile Washington arasındaki, 1967 Arap-İsrail savaşı ile kesilmiş olan, yakın ilişkiler böylece yeniden ve daha etkin bir biçimde kurulacaktı. Bir yıl geçmeden Washington Saddamla ilişkilerini tamamen normalleştirecek ve hatta diktatörün, İsraille barış yapmaya teşne tam boy bir ılımlı Arap haline geldiğini ileri sürecekti.
Tabii, bu yakınlaşmanın, ya da tabir yerindeyse coşkulu flörtün bir nedeni vardı: İran ile Irak arasındaki savaş Bağdat aleyhine dönmeye başlamıştı. Tahranın kazanacağı, eli kulağında gözüken bir zafer Körfezdeki Amerikan çıkarlarına, en başta da bölge petrollerine erişim olanağına yönelik büyük bir tehdit oluşturabilirdi.
Reaganın Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) üyelerinden Irak uzmanı Howard Teicherin özce dile getirdiği gibi bu, iki kötüden daha az kötü olanı seçmekle ilgili bir meseleydi: Jeostratejik bağlamı anlamanız gerekiyor. Durum geçmiştekinden çok farklı, demişti Teicher, aynı yıl 'Washington Post'a verdiği bir demeçte. "Realpolitik bize durumun daha kötüye gidişini durduracak şekilde davranmamızı emrediyor.
Herhalde Rumsfeldi 20 Aralık 1983te Sadam Hüseyinle ilk görüşmesinde Irakın kimyasal silah kullanımını gündeme getirmekten alıkoyan da aynı realpolitik olmalıydı. Rumsfeld, uzun zaman, bu meseleyi Saddamla görüşmelerinde dile getirdiğinde ısrar ettiyse de Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin açılmasından sonra hikayesini değiştirmek sorunda kaldı. Bu belgelere göre Rumselfeld, konuyu Saddamaa değil, ayrıca görüştüğü o zamanki dışişleri bakanı Tarık Azize açmıştı.
Sonraki beş yıl boyunca Washington sessiz sedasız Saddama yenilgiden kurtulması için gereken askeri donanımı, hatta İran askerlerine ve Kürt sivillere karşı kullanacağı kimyasalları sağladı. Asıl önemli olan Washingtonun bu kimyasalların özellikle sivillere karşı kullanımını desteklememiş olmaması değil, Reagan yönetiminin bunların Irak tarafından kullanılmasını kınamaktan kaçınmasıydı.
Saddamın halk önüne çıkarıldığında bu samimi ilişkilerin ne kadarını hatırlayacağı kuşkusuz şimdiki ve eski ABD yöneticilerinin uykularını kaçırıyor olmalı.
Durum tıpkı Panama diktatörü General Manuel Antonio Norieganın 1989da ABD çıkartmasından sonra teslim olduğunda ABD istihbarat servisleriyle uzun geçmişe dayanan ilişkileri konusunda söyleyeceklerinin de Baba Bushu böylesine dertlendirmiş olmasını andırıyor.
Noriega daha askeri akademide okurken CIAye alınmış ve bu bağları dolayısıyla inanılmaz bir hızla iktidara yükselmişti. Noriega ta en baştan bir maaşlı ajandı. Sessizliği sağlamak için muhaliflerin boynunu kopartmakta üstüne yoktu ama hiç Saddam gibi kitle katliamına girişmemiş ve komşularının ülkelerini peş peşe istila etmemişti.
Saddam da, Noriega kadar uzun süreli ABD desteği almamış olsa bile, CIAnın yardımlarından az yararlanmamıştı. Hem bu yardımlar Rumsfeld ziyaretinden çok önceye dayanıyordu.
United Press International (UPI) ajansından Richard Salein geçen Nisanda yayınlanan bir araştırmasına göre Saddamın CIA ile ilk temasları 1958de Batı yanlısı Kral Faysalı devirerek iktidara geçen General Abdül Kerim Kasıma karşı 1959da, CIA destekli bir suikast girişiminde yer alışına kadar gidiyordu..
O zamanlar Irak -1982de olduğu gibi- stratejik bir varlık olarak değerlendiriliyor ve Kasımın Bağdat Paktından çekilerek Moskovayla bağları geliştirmesi Washingtona sonu felakete varacak bir olumsuzluk olarak görünüyordu.
Saddamın Savaşının Gizli Tarihinin yazarı Adil Dervişe göre, hırslı bir Baasçı genç olan Saddam, CIA adına yerel bir ajan ve Mısır Askeri ataşesi tarafından devşirilmiş ve Kasımın bürosunun karşısındaki bir apartmana yerleştirilmişti. Bu hikaye UPIye ABD yetkililerince doğrulandı. Başka bir UPI kaynağına göre de, suikast Saddamın sinirleri bozulunca akim kalmıştı.
Kasım sonunda Baas Partisi içindeki bir darbeyle devrildi. Bu darbede CIA parmağı olup olmadığı tartışmalıydı ama parti genel sekreteri o tarihte iktidara CIA trenine binerek geldik, demişti. Darbeden sonra Saddam partinin gizli istihbarat kolunun başına geçti ve CIAnın verdiği listelerde yer alan komünistleri sokak ortasında öIdüren Ulusal Muhafız Birliklerini yönetmeye başladı.
1970lerin başlarında ABD Başkanı Richard Nixon Washingtonun Basra Körfezindeki çıkarlarının koruyucusu olarak gördüğü İran Şahını koruyordu. Ama 1979da Şah devrilip Saddam da kendini Irakın başkanı ilan edince ABD yeniden Bağdatın iç işleriyle ilgilenmeye başladı, gerçi Saddamın yükselişinde ABD parmağı olduğuna ilişkin herhangi bir kanırt ileri sürülemedi.
Reagan yönetimi 1981 sonlarında Bağdatın İranla savaşı kaybetmesinin Washington'un bölgesel çıkarları üzerinde yıkıcı bir etkide bulunacağını görünce işleri kenardan izlemeyi bıraktı. Irak 1982de ABDnin terörizm destekçileri listesinden çıkarıldı, milyarlarca dolarlık tarımsal kredi ve çifte kullanım olanağı bulunan mal ithali iznine kavuştu. Bu mallar arasında hem sivil hem askeri amaçlarla kullanılabilen kimyasallar, gelişmiş iletişim donanımı ve teknolojisi de vardı.
İran stratejik dengeyi kendi lehine çevirmeyi sürdürdükçe durum daha da acil bir karakter kazandı. 26 Kasım 1983te Reagan, Bağdat güçlerinin İran saldırılarını durdurmak için kimyasal silahlar kullandığının ABD istihbaratınca öğrenilmiş olmasına karşın 114 No.lu Milli Güvenlik Karar Yönergesini imzaladı. Rumsfeld bu karardan az sonra Bağdatı ziyaret etti ve bu ziyaret 1985te Washingtonun Saddama 1,5 milyar dolar değerinde, aralarında Irakın nükleer ve biyolojik silah programında da kullanabileceği şarbon türevleri ve zehirler sağlamasıyla sonuçlandı.
CIA aynı zamanda eski görevlisini silah ve İran birliklerinin hareketi konusundaki istihbarattan yoksun bırakmamakla görevlendirilmişti. Teiccherin 1995te verdiği yeminli ifadesine göre zamanın CIA müdürü William Casey bu görevi hiç ihmal etmeden yerine getirmişti.
Casey, örneğin, İranın insan dalgaları taktiğine karşı kullanması için Iraka misket bombaları sağlamak üzere Şilideki silah şirketi Cardoeni devreye sokmuştu.
Saddam Washingtondan kredi, teçhizat ve örtülü askeri desteğin yanı sıra Birleşmiş mİlletler ve başka kurumlarda savaşta yasak silahları kullanmasından ötürü kınamalara ve ABD kongresinin yardımı kesme çabalarına karşı diplomatik destek de alıyordu.
Saddam Mart 1988de Halepçede Kürt sivillere karşı zehirli gaz kullanarak 5 bini aşkın insanı öldürdüğünde de CIA ona istihbarat ve diğer yardımları sağlıyordu.
Iraka tüm ABD yardımı Saddamın ABDnin ses çıkarmayacağı beklentisiyle- Kuveyti istila etmesinden sonra son buldu.
Hiç kuşku yok ki Cumartesi günü yakalandığında bunların hepsi ve Rumsfeldin ziyareti Saddamın aklından bir film şeridi gibi geçmiştir. Rumsfeldinse bunları hatırlamayı hiç istemeyeceğini düşünebiliriz. (JL/EK)