Başkan, yaklaşık bir saat süren konuşmasında, geçmişte kullandığı o keskin retorikten, özellikle de 2002 konuşmasındaki meşhur "şer ekseni"nden kaçındı. Öte yandan, Suriye'yle ve İran'la karşı karşıya gelmek zorunda kalsa da, bölgeyi dönüştürme hırsından bir adım bile geri atmamakta kararlı olduğunu gösterdi.
Washington'ın Avrupalı müttefiklerine değindiği birkaç noktada, barışın "ulaşılabilir" olduğundan bahsedip, Kongre'nin Filistin Ulusal Yönetimi'ne verilmesi düşünülen 350 milyon dolarlık - beklenmedik derecede yüksek -yardımı onaylamasını isteyerek, İsrail-Filistin sorununda iki devletli bir çözümden yana olduğunu vurguladı.
Beklenenden de iyi geçen seçimlerin sabahında, Irak'taki büyük hedeflerini yinelemekte de tereddüt etmedi. Hem kendi partisinden hem de Demokratlardan gelen makul bir "Irak'tan çıkış stratejisi" baskılarını da açıkça reddetti.
"Irak'ta bir sonuca ulaşmak için bulunuyoruz: Demokratik, halkını temsil edebilen, komşularıyla barış içinde ve kendini savunabilen bir ülke" dedi Bush. "Bu sonuca ulaşıldığında, Irak'ta görev yapan kadınlarımız, erkeklerimiz, kazandıkları onurlarıyla eve döneceklerdir."
American Enterprise Institute'taki (AEI) önde gelen yeni muhafazakarlardan biri, eskiden Bush'un konuşmalarını yazan David Frum'sa, şen şakrak, "Bu sonuca ulaşılmadan önce geri dönmek yok" diyordu National Review Online'daki yazısında. Diğer şahinler gibi, Frum da, hem konuşmadan ("göz kamaştırıcıydı") hem de yeni muhafazakar yol arkadaşı Elliot Abrams'ın, Ortadoğu Politikası'nın yanı sıra, demokrasinin yayılmasından sorumlu ulusal güvenlik danışmanlığına terfi etmesinden ne kadar memnun olduğunu açıklıyordu.
Birçok açıdan dikkat çekici olan şeyse, Bush'un konuşmasında yer vermedikleriydi.
Yönetimin parça parça hale gelen Avrupa'yla ilişkilerin güçlendirilmesine verdiği - Condoleezza Rice'ın bu hafta dışişleri bakanı olarak yapacağı ilk ziyaretle ve Bush'un da bu ay içinde çıkacağı yolculukla altı çizilen - retorik önemle, Avrupalı liderlerin çok önemsedikleri konulardaki - Ortadoğu dışında - sessizliği arasında beliren uçurum, kimi yorumcuları çok şaşırttı.
Bu konular arasında küresel ısınmanın yavaşlatılması, yoksullukla savaş - Bush'un en sıkı müttefiki Britanya Başbakanı Tony Blair'in öncelik verdiği ilk iki madde - ve Birleşmiş Milletler'in güçlendirilmesi vardı.
Dış İlişkiler Konseyi'nin dış politika analistlerinden, "Amerikan Çağının Sonu" kitabının yazarı Charles Kupchan, "Avrupalıların siyasi endişelerinin çoğuna hiç değinilmedi" diyordu.
"Bu konuşmadan sonra, gayet haklı olarak, kendi dünya görüşleriyle Bush'un dünya görüşünün, ancak kıyıda kalan konularda örtüştüğüne inanacaklar."
Gerçekten de, konuşmada BM'nin, Avrupa Birliği'nin ve hatta NATO'nun bir arada anıldığı tek konu Afganistan'a yardım oldu. Daha da dikkat çekici olanı, Bush'un, Irak'ta ABD'nin başını çektiği koalisyona asker veren ya da bir şekilde yardım eden müttefiklerin adlarını, geçen yılki konuşmasının tersine, saymamasıydı.
Bush'un yola gelip de daimi müttefiklerine daha saygılı davrandığı sanılmasın, zira hâlâ daha özel bir yaklaşımdan yana olduğunu açıkça ifade etti. " Yönetimim, önümüzdeki dört yıl içinde, günümüzün tehlikelerini alt edecek koalisyonları kurmayı sürdürecektir."
Washington'ın "Avrupalı müttefikleri"niyse başka bir bağlamda ele aldı: "İran'ı nükleer silah çalışmalarından ve terörü desteklemekten vazgeçmeye ikna etmek için birlikte çalıştıklarını" ısrarla belirtti.
Fakat daha sonra, Avrupalıların Washington'ın İran'la süren görüşmelere doğrudan katılması yönündeki inancının tersine, Tahran'daki "rejimi" meşrulaştıracak hiçbir şey yapmayacağını belirtti.
İran'ı "Bir yandan halkını özlediği ve hak ettiği özgürlükten yoksun bırakan, bir yandan da dünyanın bir numaralı terör destekçisi olan ve nükleer silahlar için çalışan" bir ülke olmakla suçlayarak, İran halkına bir çağrıda bulundu.
"Ve bu gece İran halkına diyorum ki" dedi, "Kendi bağımsızlığınız için mücadele ettiğiniz sürece, Amerika da yanınızda olacaktır."
Konuşmanın Suriye'ye yönelik tehditkar diline de dikkat çeken, New America Vakfı'ndan dış politika uzmanı Stephem Clemons, "Korkunç bir şey bu" diyor. "İran'a bu noktada nasıl yükleneceğimize dair en ufak bir fikrimiz yok bence."
Avrupalılar Bush'un ufuk turu sayesinde kendilerini önemsiz hissetmiş olabilirler ama; diğerleri, Afrika ve Latin Amerika yok sayılmış durumda. Buradaki siyaset yorumcularının çoğu bu kanıda.
Venezüella'yla ilişkilerdeki kötüye gidiş, ABD'nin Kolombiya iç savaşına müdahalesi, Andlar'ın diğer bölgelerinde giderek artan istikrarsızlık ve yarıkürede bir ticaret mutabakatının neredeyse hiç sağlanamaması gibi konulara karşın, Bush kıtayla ilgili, kesintiye uğramış bir konuk işçi programı için çağrı yapmaktan başka, hiçbir söylemedi.
Bölgeye acil AIDS yardımı programı iki yıl önceki Ulusa Sesleniş konuşmasında ana konulardan biriyken ve daha dört ay önce kendi yönetimi geçen yıl Darfur'da gerçekleşen toplu ölümleri "soykırım" diye nitelemişken, Afrika'nın hepten dışarıda bırakılması, iyice şaşırtıcıydı.
"Holokost'un 60. yıldönümünde, Ruanda'daki soykırımın 10. yılında, ABD hükümetinin üst düzey yetkilileri 'Bir daha asla' derlerken, başkanın Darfur hakkında sessiz kalması kabul edilebilir gibi değil" diyor Africa Action'ın yöneticisi Salih Booker. "Bush yönetiminin dün geceki sessizliği, Afrika'ya kayıtsız kalışlarıyla ilgili çok şey anlatıyor."
Bush, Çin ve Rusya konularında da sessiz kaldı. Clemons bunu, Bush'un "Bunları şu an için ana öncelik olarak tanımlamamak" isteğine bağlıyor.
Dikkat çekici bir başka şey de, Bush'un daha önce İran ve Irak'la birlikte "şer ekseni"nin üyeleri arasında saydığı Kuzey Kore'den , "Kuzey Kore'yi nükleer hırslarından vazgeçirmek için Asya hükümetleriyle birlikte sıkı çalışmak" dışında, hemen hiç bahsetmemesi.
Geçenlerde Pyongyang'ı ziyaret eden iki meclis üyesi bir uyarıda bulunmuş, Bush eskiden yaptığı gibi ülkeyi sert biçimde eleştirmeye devam ederse, Kuzey Kore liderlerinin "Altılı Görüşmelere" dönmeye niyetli olmadıklarını söylemişlerdi. Beyaz Saray'ın bu uyarıyı dikkate almış olması, ya bu konuya geçmişte olduğundan daha fazla eğileceğini ya da her halikarda İran ve Ortadoğu'nun öncelikli olduğunu gösteriyor. (TK/BB)
*Über Alles: Almanca, "her şeyden üstün" anlamına geliyor.