Kendimi bildim bileli, bu topraklarda yaşanan adaletsizliklerin farkındayım. Ama, son bir haftadır yaşanan iki olay, “artık yeter!” deyip isyan edeceğim türden.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun, seçim gezisi sırasında geçirdiği kazada öldüğü haberini aldık. 31 Mart'ta, Kocatepe’deki cenaze namazına, devlet erkanı da dahil olmak üzere onbinler katıldı. “Derin”lerden bir yerlerden, Yazıcıoğlu’na selam verdiler.
Diğer taraftan, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin, Selek için daha önceden 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği beraat kararını bozarak, Pınar Selek’e 36 yıl ceza verilmesi gerektiğine hükmettiği haberini aldık.
Karar kabul edilebilir değil
Selek'in haberini aldığımda, birileri komplolarının açığa çıkmasından korktu galiba dedim kendi kendime. Şaşkın ve kızgındım. Hala öyleyim. Selek’in “Mısır Çarşısı Bombacısı” olarak lanse edilmesi ve üzerinden 8-9 yıl geçtikten sonra bu kabusun yeniden ortaya çıkması, kolay kabul edebileceğim durumlar değil.
Aynı şekilde, Yazıcıoğlu’nun “kahraman” ilan edilip, kendisi için resmi cenaze töreni düzenlenmesini kabullenemiyorum. Bu kadar mı ikiyüzlüyüz, bu kadar mı farkında değiliz geçmişte yaşanan “karanlık”ların diye sormak istiyorum, daha düne kadar insan hakları diye tutturan siyasetçilerimize, devletimize.
Pınar’ı şahsen tanımadan önce de, sonra da yaptıklarını takdir ettim, savundum. Hatırımda her zaman, feminist kadın mücadelesinin önemli figürlerinden biri olarak kalacak. Bir antimilitarist olarak, barış adına yaptığı konuşmalar, diğer herkes gibi benim için de yol gösterici oldu, bundan sonra da olacak.
Yazıcıoğlu’nu ise, Maraş Katliamı’yla başlayan bir “katliamlar zinciri”ni yaratan ideolojinin aktörlerinden olarak bildim, öyle de kalacak aklımda. Çatlılar, Kırcılar, Tunceller; hepsinin Yazıcıoğlu şebekesinden olduğunu bilmeyen kaldı mı ki sanki? Hrant’ın katlinden, Sivas’a, Bahçelievler katliamına dek her yerde Yazıcıoğlu kokusu var. Türk-İslamcı, daha doğru ifadesiyle faşist ideolojinin baş aktörlerindendi kendisi.
Öyle bir ülke ki Türkiye, Selek gibi barış-eşitlik-adalet söylemiyle faaliyet yürütenler “bombacı”, Yazıcıoğlu gibi eli kanlı “kara prens”ler “kahraman” olabiliyor. Üstelik, buna pek kimse de itiraz etmiyor. Hatta, Yazıcıoğlu’nun karanlık geçmişini deşmeye çalışanlar, hemen “vatan haini” suçlamasıyla karşılaşıyor.
Birkaç şeyi çok merak ediyorum: Ergenekon çetesinin peşini bırakmamaya yemin etmiş, devleti bu “kirli” geçmişinden temizlemeye söz vermiş biri olarak Sayın Başbakan’ın, Yazıcıoğlu’nun görkemli cenaze törenine katılırken içi rahat mıydı? Yazıcıoğlu’nun ardından, “Adam gibi adamdı,” diyen devletimin bakanları, hangi insan haklarından, hangi temiz siyasetten bahsediyorlar?
Selek için rahat olsun
Merak ediyorum: Selek'i mahkeme salonlarıyla tanıştıran adalet, acaba hangi temiz devletin ya da kimlerin adaleti?
Acaba, “yüce” adalet, komplolardan medet umarak “barış” insanlarını hapse tıkma derdine neden düşmektedir?
İşte böyle... Ölüm emri verenler omuzlarda, insan hakları savunucuları mahkeme salonları ya da hapislerde!
Sevgili Selek, için rahat olsun, biz her zaman yanındayız. Kimin temiz, kimin kirli olduğunu herkes çok iyi biliyor ve korkuları da zaten bunun ortaya çıkması. Yaşadığın zorlu süreçleri atlatmış biri olarak, sen de biliyorsun, bunu da atlatacaksın. Varsın, köhnemiş vicdanları ile birileri “ilah”laştırılsın; gel biz, bir avuç insan, şen barış şarkılarımızı söylemeye devam edelim. Biliyorsun, “geçse de yolumuz bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar.”(KÖ/BÇ)