Geçtiğimiz hafta Cuma günü, 5 Temmuz 2015’te yaşadığım olay sonrası karakolda maruz kaldığım kötü muamele ve işkence ile ilgili olarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube’de ifade verdim.
Yaşadığım olayın üzerinden 6 ay geçti, 6 saat psikolojik işkenceye maruz kaldığım o geceden sonra ilk defa ifadem alındı. İfademi, gasp bürodaki nezarethanenin yanındaki küçük bir odada aldılar. Polisin kötü muamelesi ve işkencesine maruz kalan bir trans seks işçisinin, kendisini görür görmez mimikleriyle dalga geçen yüzlerce polisin olduğu bir yere gitmek zorunda kalması, üstelik demir parmaklıklar yanında ifade vermeye mecbur edilmesine ne dersiniz, bilmem… “Tahkikat Odası”na girmeden avukatıma söylediğim şu cümleyi, hala zaman zaman hatırlıyorum: “Acaba bizi tutuklayacaklar mı da buraya getirdiler?”
TIKLAYIN – CİNSEL SALDIRIYA UĞRAYAN LGBTİ AKTİVİSTİNE KORUMA YOK
Karakollara alışığım (!) Kimse karakollara, demir parmaklıklara, kendisiyle dalga geçen polis memurlarına alışık olmak zorunda olmasa da… Ben alıştım, alıştırdılar beni. Seviyor muyum? Asla. Kim sever ki cinsel kimliğinden ötürü dalga geçilmeyi? Kim sever ki, polisler hakkında suç duyurusunda bulunduktan sonra başka polisler ile muhatap olmayı?
İşin doğrusu, zor bir dönemden geçiyorum. Yaşadığım cinsel saldırı, gasp, alıkonulma, tehdit, hakaret, fiziksel şiddet ile ilgili Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren davam bir yana, diğer yandan olay sonrası beni “korumasını” umduğum polisler tarafından sabaha dek maruz bırakıldığım kötü muamele ve işkence sonrası soruşturma açılması için yırtınmam bir yana. Sürekli ifade vermek zorunda kalmam, sürekli polislerle muhatap olmam, sürekli polislerin ifadem esnasında benimle dalga geçmesi, yaşadığım travmayı umursamaması, sürekli maruz kaldığım şeyin “tecavüz”, “kötü muamele”, “işkence” olduğunu “ispat” etmeye gayret etmek zorunda olmam…
Türkiye’de mağdursan, aynı zamanda şüphelisindir. Trans bir seks işçisi isen ve şiddet mağduru isen, karakola gitmeye çekinirsin. Çünkü bilirsin ki, polisler failleri bulmaya gayret etmez, seni suç duyurusunda bulunmaktan vazgeçirmeye çalışır, cinsel kimliğinle ve mesleğinle dalga geçer, sana hakaret eder, olmadı işkence yapar… Polis, vatandaşı korumayı bırakır, vatandaşa zarar vermenin yollarına bakar. Bunu birinci elden yaşamış biri olarak, o gece maruz kaldığım kötü muamele ve işkenceye dair ilgili kurumların hala tek bir adım bile atmamış olması, ülkede transların ve seks işçilerinin güvenliği konusunda çokça fikir veriyor olsa gerek.
Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ndeki ifadem esnasında, ifademi yazan polis memurunun ifadem sonrası bana dönüp, “Ee, ben bu anlattıklarında işkence suçunu göremiyorum!” demesi, hem beni hem de avukatımı şaşkına çevirdi. Polis, bir anda yargıç pozisyonuna girmişti. İşkenceye maruz kalıp kalmadığıma polis, üstelik olay yeri ile ilgili hiçbir bağlantısı olmayan bir polis karar verebiliyordu. O çok “kutsal” polislik mesleğinin korunması adına, bir polis, bir başka polisi, üstelik ifade esnasında “savunabiliyordu”.
İfade verirken, ifademi yazan polisin telefonla defalarca aranması, kendisine müşteki olarak hangi polisler hakkında suç duyurusunda bulunacağıma dair sorular sorulması, ayrı bir hezeyan idi. Üstelik, telefondaki polis memuru ile ifademi yazan polis memuru arasındaki konuşmayı duyuyor olmam, onları tedirgin bile etmiyordu. Sanki, polis merkezi ile Ankara İl Emniyet Müdürlüğü arasında bir hat sürekli verilen ifade ile ilgili bilgi alışverişinde bulunuyordu. Ben de, bu şüpheme ve “korkuma” rağmen, ifade vermek zorundaydım. Bir mağdurun, üstelik çoklu mağduriyet yaşayan bir mağdurun, kendisinin faili olan kişilere “havadis postası” iletildiğine dair bir his içerisinde olmasının, mağdurun sağlıklı şekilde ifade vermesi önünde engel oluşturacağına dair devletin herhangi bir çekincesi yoktu anlaşılan…
Polis merkezinde yaşadıklarımın bana ruhen eziyet verdiğini anlatmak için, merkezde sürekli şekilde ağlatıldığımı söylediğimde, “Ağlayacak ne var ki?” diyebildi ifademi yazan polis. Ağlamam için bir gerekçe yoktu “yargıç” polise göre… Sadece tecavüze uğramış, tehdit edilmiş, evimde alıkonulmuş, gasp edilmiş, polisler tarafından sistematik şekilde kötü muameleye maruz bırakılmıştım halbuki. Abartıyordum (!)
İki saate yakın süren ifade “seansı”ndan çıkarken aklıma, 27 Ekim 2015’te yaşadığım olayın faillerine yönelik açılan davanın ilk duruşmasında, kendileri lehine ifade veren “tanık” polise seslenerek, “Allah polis abimizden razı olsun!” diyen tecavüzcü geldi. O kadar emindi ki zaten en başından, “tanık” olan polislerin kendileri lehine ifade vereceğinden… İstediği de olmuştu; “tanık” olan polis, karakolda beni herhangi bir kötü muamele veya işkenceye maruz bırakmadıklarını, iddiaların mesnetsiz olduğunu söyledi. O andan itibaren, sürekli çelişkili ifadeler veren, suçu bir kabul eden bir etmeyen, hatta sıkıştıkları için birbirlerini suçlamaya başlayan sanıklar bir nebze de olsa rahat nefes aldılar. Bir “tanık”, üstelik kamu otoritesini uygulama gücüne sahip olan polis bir “tanık”, kendileri ile aynı şeyi söylemişti.
Saldırganlardan kaçıp, devriye aracının yanında bekleyen polislerin yanına koşup beni kurtarmalarını söylediğimde de, saldırganlar polise, “Memur ağabeyciğim, sen bizim halimizden anlarsın” demişti. Nedense, saldırganlar – sanıklar sürekli “polis abileri”nden merhamet bekliyor, bu merhametin kendilerine sağlanacağını biliyor. Çünkü saldırganlar bu merhameti, olayın yaşandığı gece ben kötü muamele ve işkence görürken, polis merkezinde fazlasıyla tecrübe etmişti.
Kimden, hangi desteği, kime karşı talep edeceklerini bilen bir saldırgan ekibi ile karşı karşıyayım. Polis merkezinde saldırganları bana karşı suç duyurusunda bulunmaya teşvik eden, saldırganlar ile benim aramda suç duyurusundan vazgeçmem için bir “pazarlık zinciri” kuran, suç duyurusunda bulunmamam için beni ve avukatımı saatlerce karakolda tutan, su istememize rağmen uzun süre bizi susuz bırakan, karakolda hiçbir işlem yokken ve ben tecavüze uğramış bir mağdurken beni uzun süre hastaneye rapor almak için götürmeyen, tuvaletim gelmesine rağmen, sırf deliller kaybolmasın diye tuvalete gitmediğimi söylememe rağmen beni hastaneye götürmeyen örgütlü bir psikolojik işkence ekibi ile karşılaştığımı fark ettim o gece. Adaleti aramak, iğneyle kuyu kazmak bu ülkede.
Devlet, hakkımda verilmiş olan koruma kararının uzatılması talebini herhangi bir açıklama sunmadan, son derece keyfi bir şekilde reddetmişken, sanıklar tutuksuzken ve mahkeme heyeti tutuklama talebini mütemadiyen reddederken, ilk duruşmada cinsel saldırı meselesine dair mahkeme heyeti herhangi bir vurgu yapmamışken, polis merkezinde o gece bana kötü muamele ve işkence yapan polisler aleyhine yaptığım suç duyurusundan 6 ay sonra ifade verebilmişken, bu ifadeyi alan polis tarafından ayrı bir psikolojik işkence görmüşken 2016’ya dair çok umutlu olamıyorum. Yeni yıl, bir cezasızlık cumhuriyetinde anlamını kaybediyor bende.
Uzun süredir psikiyatrik tedavi görüyorum. Antidepresan ile ayakta duruyorum. Uyku düzenim kalmadı, uykularım yarı yarıya kısaldı, uyuyamıyorum. Beslenme düzenim kalmadı, kilo aldım, alıyorum. Kendi bedenim ve psikolojime dair beni mutsuz eden ne varsa her şey beni meşgul etmeye devam ediyor.
Ülke kan gölüne dönmüş, insanlar katlediliyor, faillerin bulunmasına dair bir hiçbir süreç işletilmiyor, her türlü farklılık birbirine düşman haline getirilmiş, kutuplaşma doruklarını yaşıyor, birbirini anlayan toplumsal kesimlerin bile birbirini anlayamadığı bir süreci yaşıyoruz, umuda dair çok az şey beni selamlıyor.
2015 çok berbat bir yıl oldu benim için. 2015 Temmuz’unda yaşadığım o olay sonrasında yaşadıklarıma dair çok şey söyledim. Bir de buna Suruç ve Ankara katliamları, Kürt illerinde devam eden çatışmalar ve ölümler, sokağı sarmalayan şiddet dili ve uygulamaları, polisin artan şiddeti, basın özgürlüğü adına “Bu defa da bizi şaşırttılar” dedirten gelişmeler, gazetecilerin hapse atılması, farklı sesleri linç eden sistematik girişimler ve demokrasi, barış, refah ve huzur adına gün geçtikçe artan üzüntüm ve acım…
Herkese şiddetten ve ayrımcılıktan uzak, barış ve refah dolu yıllar diliyorum. Umuyorum, bu defa bu dilekler işe yarar; daha fazla can yanmadan…
Son olarak, belki kendimi iyi hissetmeme vesile olabilecek bir dileğim var sizden: 26 Ocak 2016’da, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, sanıkların yargılandığı davamın ikinci duruşması var. Bu duruşmaya olabildiğince yüksek katılım sağlanmasını diliyorum. Beni ve davası devam eden trans veya seks işçilerini mahkemelerde yalnız bırakmayın. Bizi ezen bir sistemde daha fazla nefes, daha çok umut ve daha çok dayanışmaya ihtiyacımız var. O tarihte, biraz daha umutlu günlerde, buluşmak dileği ile. (KÖ/ÇT)