8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesi Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KADER) Genel Başkanı Hülya Gülbahar'a son bir yılda kadınlar adına kazanım ya da gerileme anlamına gelen gelişmeleri konuştuk.
Gülbahar'a göre hem sıcak hem de göze çarpan ve aynı zamanda 8 Mart'ın gündeminde olan başlıca konular içinde 29 Mart yerel seçimleri, TBMM Eşitlik Komisyonunun kuruluşu ve KSGM'nin yayınladığı 2008 yılı kadına yönelik şiddet araştırması var.
Kriz, yoksulluk, işsizlik, şiddet...
Bunların dışında kriz kadınların hayatını birebir etkileyen diğer gelişme:
“Ekonomik kriz, artan yoksulluk ve işsizlik sarmalında geçen bir yıl, genel anlamda kadınların yaşam koşullarının daha da kötüleştiği bir yıl oldu. Ev dışında çalışan kadınların önemli bir bölümü kayıt dışı olduğu ve iş yaşamıyla ilgili kurumların kendilerinde çalışan kadınların kriz nedeniyle işten çıkarılmaları ile ilgili istatistikleri tam olarak bilemiyoruz. Ama kendi çevremize şöyle bir göz atmak bile son dönemde işinden olan kadınların ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor. Yaşama ve çalışma koşulları ne denli zorlayıcı, işsizlik tehdidi ne denli ürkütücü olursa olsun, yıl içinde DESA, Sabah-ATV, Cerrahpaşa ve Çapa’da sendikasızlaştırılmaya ve işten çıkarılmaya direnen kadınların mücadelesi yılın önemli direniş örneklerinden oldu.”
Gülbahar kadına yönelik şiddete de değiniyor:
“Geçen yılki 8 Mart’ta, Barış için İtalya’dan yola çıkan Pippa Bacca’nın tecavüz edilerek öldürülmesi ile davanın devam ettiği yıl boyunca kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri artarak sürdü.”
Gülbahar kadın örgütlerinin ve kadınların, gerek Pippa Bacca, gerek İstanbul’da eşi tarafından 12 kurşunla öldürülen Doktor Ayşe Yılbaş ve Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki kadın cinayetleri ile ilgili davalara müdahil olma taleplerinin bu yıl da reddedildiğini belirtiyor.
“Kadın hareketinin, kadın cinayetleri dahil, kadına karşı şiddet konusundaki yasaların etkili uygulanması, haksız tahrik indiriminin kadınlar aleyhine uygulanmasından vazgeçilmesi, sığınakların ve kadın danışma merkezlerinin çoğaltılması gibi talepleri sessizlikle geçiştirildi.”
Gülbahar’a göre “siyasilerce son dakika oyunuyla çıkartılan bir yürürlük maddesi sayesinde” yılın bir başka önemli gelişmesi şöyle:
“17 milyon evli kadının 2002’den önceki ev içi emeklerine el koyan yasayı 4’e karşı 6 oyla, sadece iki oy farkıyla onaylayan Anayasa Mahkemesi kararı.”
“Ekonomik, fiziksel ve cinsel şiddet, dozunu ve yaygınlığını artırarak sürdürürken, kadınların taleplerine kulaklar tıkanırken; erkek tecavüzcüleri korumak/kurtarmak için TCK’yı değiştirerek, cinsel ilişkiye rıza yaşını indirmek, tecavüzcülerle evlenme maddesini geri getirmek için yapılan girişimler iktidar, muhalefet ve yargı tarafından gerekli tepkiyi görmedi" diyen Gülbahar ekliyor:
"Yargı ve adli tıp kurumu raporuyla, çocuk tecavüzünden yargılanan Hüseyin Üzmez apar topar tahliye edildi. Kara mizah klasiği olmak üzere tarihe kaydı düşülecek bir aymazlıkla, bunu protesto eden kadınlar gözaltına alındı.”
Kadına yönelik şiddet konusunda devletin ilk kapsamlı araştırması
KSGM araştırmasını KADER başkanı şöyle değerlendiriyor:
“Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) sonunda kadına yönelik aile içi şiddet araştırmasını açıkladı. 51 ilde, 12 bin 795 kadınla yapılan görüşme sonucunda ortaya çıkan "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması"nın sonuçları, kadın örgütlerinin yıllardır işaret ettiği şiddetle ilgili gerçeklerin nihayet bizzat devlet tarafından yapılan geniş bir araştırma ile doğrulanması anlamına geliyordu.”
Gülbahar raporun sonuçlarının altını çiziyor:
“Şubat 2009’da açıklanan rapor, 10 kadından 4'nün eski eşi veya birlikte olduğu erkeklerden fiziksel ve cinsel şiddet gördüğünü (Türkiye genelinde oranı yüzde 41); neredeyse 2 kadından birinin duygusal şiddet/istismara maruz kaldığını kabul ediyor. Her 10 kadından birinin, gebeliği süresince dayağa maruz kaldığını kabul ediyor.”
“Bu rakamların bile şiddete dair gerçek oranları yansıtmadığı açık: Çünkü rapora göre, şiddet yaşayan kadınların neredeyse yarısı, görüşme yapılmadan önce hiç kimseye yaşadıklarını anlatmamış. Şiddet yaşayanların yarısı, ilk defa bu raporu düzenleyenlere anlattıklarına göre, görüşmecilere “şiddet gördüğünü başkalarına açıklamaya henüz hazır olmayan” kadınların, bir gün konuştukları takdirde, yukarıda birkaç örnek verdiğimiz rakamların nasıl katlanacağı açık.”
Şiddete maruz kalan kadınlar başvuruda bulunmamış
KSGM raporunun Gülbahar’a göre en çarpıcı yanıysa eski eşi veya birlikte olduğu erkeklerden fiziksel ve cinsel şiddet gördüğünü açıklamış olan kadınların yüzde 92'sinin hiçbir yere başvuruda bulunmamış olduğunu ortaya çıkarması…
“Kadınların emniyete, jandarmaya, hastanelere, yargıya, bir bütün olarak devlete güvensizliğini, umutsuzluğunu, çaresizliğini bu kadar iyi anlatan bir gösterge daha olamaz herhalde!.. Aile içi şiddete karşı yasasını 1998 yılında çıkarmış, her belediyeye sığınak açma görevini veren yasayı 2004’te çıkarmış, 2005’te aile içi sistematik şiddeti 'işkence' olarak tanımlayıp ağır yaptırımlar getirmiş bir ülkede bu bir skandaldır. Kadınlar açısından, bir hukuk devletinde değil, bir zorbalık iktidarında yaşadıklarının açık bir kanıtıdır.”
Şiddete dair fotoğraf bu kadar ürpertici iken, Mor Çatı’nın işlettiği sığınağa Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından verilen desteğin kesilmesiniyse Gülbahar “sözün bittiği yer” diye yorumluyor.
Eşitlik Komisyonu
Eşitlik Komisyonu sadece son bir yıldır değil 10 yılı aşkın süredir Türkiye kadın hareketinin gündemindeydi. Ancak geçtiğimiz aylarda Meclis'te tüm partilerin kararlılıkla savunarak ve ağız birliği ederek Anayasa Komisyonundan Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu olarak geçmesi kadınların "dönüm noktası" diyebilecek kadar sevindikleri bir gelişme oldu olmasına da...
Partiler arası bu uzlaşmaya rağmen 10 Şubat'ta günü AKP Uşak Milletvekili Mustafa Çetin ve Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün'ün itirazları nedeniyle komisyonun adı Gülbahar'ın nitelemesiyle "emrivaki yapılarak" 'Fırsat Eşitliği" komisyonu oldu.
Gülbahar bianet'e eşitsizlikleri gidermeden, sanki herkes eşitmiş gibi "herkese eşit fırsat sunuyoruz" demenin bütün hakları kağıt üzerinde bırakmak anlamına geldiğini söylemiş ve bu nedenle komisyonun isminin Fırsat Eşitliği değil; Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu olması gerektiğinin altını çizmişti.
Gülbahar son durumu şöyle özetliyor:
“Kadın hareketi olarak 12 yıldır bu komisyonun kurulması için çaba harcıyorduk. 22 Temmuz genel seçimlerinde TBMM’deki kadın milletvekili sayısı 50’ye çıktığı anda, ilk iş olarak bu komisyonun kurulması konusunu ele aldık. Özellikle KADER olarak, seçimlerin hemen ertesinde, önce tüm partilerden kadın milletvekillerinin katıldığı bir toplantı düzenledik. Ardından değişik parti gruplarından kadın milletvekilleriyle çeşitli toplantılar yaptık. Meclis Başkanı, İnsan Hakları ile Anayasa Komisyonu başkanları ve kimi partilerin grup başkanvekilleriyle toplantılar yaptık. Tüm çabamız, komisyonun ülkemizdeki kadın-erkek eşitliği ile ilgili sorunlar konusunda sonuç alıcı çalışmalar yürütebilecek etkili ve herhangi bir komisyonun altında bir ‘alt komisyon’ yapılarak baştan savılmayacak bir komisyonun kurulması idi.
"Bir diğer önceliğimiz ise, meclisteki tüm kadın milletvekillerinin ortak emeği ile, hepimizin içine sinen bir komisyon olması idi. Nitekim bu büyük oranda başarıldı. Anayasa komisyonundaki görüşmelerde CHP, DTP, AKP ve DSP’li vekillerin verdiği tüm teklifler birleştirilerek, tüm partilerden kadınların çabasıyla ortak ve işlevli bir komisyon kurulması kararı oybirliği ile çıktı. “Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” adıyla kurulan bu komisyon, meclisteki birçok komisyondan farklı olarak hem yasal mevzuatı inceleyecek, hem de hak ihlalleri konusundaki başvuruları inceleme yetkisi olacaktı. Bu ittifak son anda isim nedeniyle bozuldu.
"Bir kez daha gördük ki, AKP içinde “eşitlik” kavramına ciddi bir alerjisi olan geniş bir erkekler topluluğu var ve bunlar AKP grubunun çoğunluğunu oluşturuyorlar. Bu süreçte Başbakan’a, Egemen Bağış’a, Burhan Kuzu’ya ve diğer AKP’li yöneticilere ilettiğimiz taleplere herhangi bir olumlu yanıt alamamış olmamız da, üst düzey yönetimin de bu konuda parti gruplarıyla hemfikir olduğunu gösteriyor. AKP’li kadın milletvekillerinin çoğu, bu örnek ittifakın bozulmasından rahatsız oldu. Ama birlikte direnemediler. Eğer AKP grubunda erkeklerle eşit sayıda (ya da minumum eşik olan 1/3 oranında) kadın milletvekili olsaydı, sonucun farklı olacağına inanıyorum. Bir imza bile çekilse, önerge düşecekti. İmzacı kadınlardan biri, imzasını geri almak için uğraştı, ama yeterince direnemedi. Aksi takdirde, siyasi hayatı bitebilir, ya da en azından yön değiştirebilirdi."
Gülbahar'a göre bu deneyim, meclise girdikleri günden beri son derece aktif çalışmalar yürüten DTP’li kadın milletvekillerinin örnek çalışmalarının sırrını da açığa çıkarıyor: Hemen hepsinin kadın hareketinin içinden gelmeleri ya da en azından kadın hareketinin talepleriyle uyumlu bir duruş sergilemelerinin yanında; DTP’de uygulanan kota sayesinde, parti grubunda kadınların sözünü dinletebilecek bir ağırlığa sahip olmaları…
2009 yerel seçimleri ve kaçırılan bir beş yıl daha…
Gülbahar'a soruyoruz:
"Yerel yönetimlerde temsil konusunda, dünyada sondan 6. sıradayız. Avrupa Konseyi, birkaç gün önce, Türkiye’nin hem TBMM’de temsil oranı, hem yerel yönetimler açısından, Avrupa’da sondan dördüncü, olduğunu açıkladı. 29 Mart sonrasında ise, bence sonuncu olacağız. Partiler çok az kadın aday çıkardı. Diğer yandan aday gösterdikleri kadınların seçilme olasılığı zayıf" diyorsunuz. KADER'in aylar önce yaptığı çağrıyı, kadınların taleplerini partiler görmezden geldi.8 Mart'la birlikte tekrar bir soru olarak gündeme alırsak, göründüğünden çok daha vahşi olduğunu düşündüğünüz siyasette erkek egemenliğini kırmanın yolu nereden geçecek sizce?"
Gülbahar cevap veriyor:
"Önce şu anki tabloyu hatırlayalım: Artık herkesin bildiği gibi, Türkiye’deki 3225 belediye başkanından sadece 18’i kadın. Sıfırla ifade ediliyor oran: % 0,56. Türkiye’nin 81 ilinde bir tek kadın vali yok. Kadın kaymakam oranı yüzde 1, 55. Atamayla ya da seçimle gelinsin hiçbir biçimde kadınların yönetici olmasına izin verilmiyor ve Edirne’den Kars’a, Türkiye’yi erkekler yönetiyor. Herhangi bir ile gidelim: Devlet vali atamış, erkek; seçimlerde belediye başkanı seçilmiş, erkek; il sağlık müdürü, milli eğitim müdürü, diyanet işleri ve diğerleri erkek; emniyet amiri ya da jandarma komutanı erkek…
"İlde bu tabloyu değiştirmek için zorlayıcı olması gereken ticaret odaları başkanı/yönetimi erkek, sendika yöneticileri erkek, siyasi partilerin il/ilçe başkanları, yönetim kurulları erkek. 8 Mart için KADER’in 2009 yerel seçimleri için açıkladığı kadın karnesindeki, belediye başkanlıklarına aday gösterilen kadınlarla ilgili tabloya bakalım. 29 Mart yerel seçimlerinin sonuçları kadınlar açısından şimdiden belli oldu ki, yüzde bir-ikilik oranı geçemeyeceğiz. "
"Kadınlar aday olmak istemedi diyorlar?" diye soruyoruz
"Türkiye’de kadın öğretim üyeleri, avukatlar arasında kadın oranları yüzde otuzların çok üzerinde. İşçisinden memuruna, mühendisinden mimarına, kent planlamacısına siyaseti de, yerel yöneticiliği de gayet başarılı bir biçimde yürütebilecek binlerce kadın var bu ülkede… Kadınlar isteksiz diyenler dönüp kendi partilerini sorgulamalı. Birçok parti binasında kadınlar tuvaletinin olmadığı bir ülkede, sorun partimizde değil, kadınların isteksizliğinde demek çok büyük haksızlık. Ayrıca da, o siyasi partilerde, önünü kesen cam duvarlara çarpıp durduğu halde, hala bir umut o partiye emek vermekte olan kadınlara da büyük haksızlık… "
"Türkiye’de 81 ilde bir tek kadın vali yok. Kadın müsteşar sayısı sıfır. Kadın kaymakam oranı yüzde 1,55. MEB okul yöneticisi kadın oranı yüzde 7. Kadınlar vali, kaymakam, okul müdürü, rektör, TRT Genel Müdürü vs. olmak konusunda da mı isteksiz? Seçimle gelinen koltuklarda kadın yokluğundan, kadınları sorumlu tutmaya çalışanların, atamayla gelinen koltuklara neden atanmadıkları sorusunun yanıtını bir an önce bulmalarını diliyoruz."
Eşit temsili sağlamak için yasal düzenleme şart
"BM’nin yaptığı araştırmalara göre, bir topluluk içinde herhangi bir kesimin (erkekler içinde kadınların, yaşlılar içinde gençlerin vb) görünür olabilmesi, sesini duyurabilmesi için “kritik eşik” olarak belirlediği 1/3 oranında, yani yüzde 33 oranında yer alması gerekiyor. Bu oranın altında kaldığınızda sesinizi duyurabilmeniz mümkün olmuyor. AB Konseyi, karar mekanizmalarında hiçbir cinsiyetin % 40’tan az olmaması kuralını savunuyor" diyen Gülbahar devam ediyor.
"Bugün dünya kotayı da geçti; artık parite, fermuar sistemi (listelerde her sırada farklı cinsiyetten birinin olması) vb. kavramlarla eşit temsili arıyor. Herkesin şu gerçeği kabul etmesi gerekir ki, eşit temsili sağlamak ya da buna yaklaşmak kesinlikle kendiliğinden olmuyor. Bu 8 Mart’ta içinde bulunduğumuz yerel seçim ortamı da açıkça göstermektedir ki, kadınların temsildeki sıfır ile % 2-3’ler arasında değişen oranı, göstermelik demeçlerle geçiştirilemeyecek kadar vahim bir tabloyu önümüze koyuyor. Bu sorun, “kadınlar aday olmuyor diyerek” sorumluluk yine kadınların üstüne yıkılmaya çalışılarak ya da “yasa değişikliği gerekmez, zihniyet değişikliği çözecektir” diyerek 100-150 yıl gibi bilinmez tarihlere erteleyerek çözülmez."
Gülbahar "Eşit temsilin sağlanması için dünyada önemli adımlar atan 118 ülkede olduğu gibi, eşitliği sağlayıncaya kadar “pozitif ayrımcılık”, “kota”, “parite sistemi” gibi acil özel önlem politikaları her alanda yasal zorunluluk haline getirilmelidir. Anayasada, siyasi partiler ve seçim kanunlarında derhal değişiklikler yapılarak eşit temsilin sağlanması yasal ve anayasal zorunluluk haline getirilmelidir" diyor.
Geleneksel siyaset yapısının değişmesi gerek.
"Kadınların eşit temsilinin sağlanabilmesi için, yasal düzenlemelerin yanında, parayla ve para için yapılan siyaset tarzının, anti-demokratik yasalar ve uygulamalar ile belirlenen hiyerarşik/ataerkil siyaset yapısının da değişmesi gerek. Ayrı zamanda, tek başına kadınların üzerlerine yıkılan aile içi iş yükünün paylaşılması, kadın işsizliğine bir çözüm bulunması da zorunlu…" (EZÖ)