Yerel seçimlere yaklaşık iki hafta kalmışken, siyasi partilerin aday listeleri belirlenmiş durumda.
Bu konuda gazetelerde çıkan haberlere bakılırsa Meclis’te grubu olan dört parti 2 bin 941 belediyeden sadece 131’inde kadın aday gösterdi.
Bu kadın adayların tamamı seçilse bile, toplam belediye başkanlarına oranları yüzde 4.45’te kalacak.
Uzun süredir siyasi hayata katılım konusunda başta KA-DER olmak üzere birçok kadın hakları örgütü kadınlar lehine kota uygulanması talebinde bulunduysa da, partilerin buna sıcak bakmadıkları ortada.
Ekim 2007’de yasama yılının açılışına katılan KA-DER Başkanı Hülya Gülbahar ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında, kadınlar ve ‘kota’ konusunda geçen diyalog medyaya yansımıştı.
Başbakan Erdoğan’a göre kadınların parlamentoya girebilmesi için kota uygulamak ancak geri kalmış ülkelerde uygulanan ve Türkiye’nin uzak durması gereken bir tedbirdi.
Hem kadınlar ve erkekler bu ülkede eşitlerdi nasıl olsa.
Önceki sene Başbakan Erdoğan’ın Londra’da katıldığı bir toplantıda da benzer şeyler söylediğine tanık olmuştum.
Başbakan’ın, kotanın uygulandığı ülkeler konusunda yanlış bilgi sahibi olduğu, daha sonra medyada çıkan haberlerde ele alınmıştı.
Zira kota uygulaması çok sayıda gelişmiş Avrupa ülkesinde de uygulanıyordu.
Konuya insan hakları boyutundan bakıldığında, ki kadınların seçme ve seçilme hakkı bir insan hakkıdır, devletin kadınların siyasete etkin bir şekilde katılmalarını sağlamak için pozitif tedbirler alması gerektiği açıkça ortadadır.
Belki kadın hakları örgütlerinin en çok dile getirdikleri bir konu olduğu için kadınlar ve siyaset denilince hep kotadan söz edilir, ancak kota bu konuda alınabilecek önlemlerden yanlızca birisidir ve ayrımcılığı önlemede devletlerin alması gereken özel tedbirler konusunun sadece bir parçasıdır.
Türkiye’nin taraf olduğu Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’nin 3. maddesi bu konuyu şu şekilde düzenler:
“Taraf Devletler, kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak için, özellikle politik, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlar başta olmak üzere bütün alanlarda, erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmalarını ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla yasal düzenleme dahil bütün uygun önlemleri alacaklardır.”Sözleşmenin 4. maddesi ise, belirli bir süre için alınacak özel tedbirlerin ‘ayrımcılık’ olarak tanımlanamayacağını düzenler. Buna göre tedbirlerin ayrımcılık haline gelmemesi için şu özellikleri taşıması gerekir:
- herhangi bir nedenle bir haktan eşit bir biçimde yararlanmayan bir grubun aynı haktan diğerleri ile eşit oranda yararlanmasının sağlanması hedeflenmelidir.
- tedbirler geçici olmalı ve hedefe ulaşıldığında tedbirlerin uygulanmasına son verilmelidir.
Sözleşmenin 7. maddesi ise kadınların siyasal ve kamusal düzeyde etkin olabilmeleri için devletin gerekli tedbirleri almasını öngörür.
Sözleşmenin denetim organı olan Komite, 1997 yılında kabul ettiği kadınların siyasal ve kamusal yaşama katılımına ilişin 23 Sayılı Genel Tavsiyelerde bu konuda devletin yükümlülüklerini detaylı olarak ele aldı.
De jure ve de facto farklılıklara dikkat çekilen Tavsiyelerde, taraf devletlerin tamamında kadınlar ve erkeklerin kanunen eşit olduklarını ancak pratikte birçok ülkede kadınların siyasal yaşama katılımlarının erkeklerden çok daha düşük düzeyde olduğunu ve bu durumu ortadan kaldırmak için devletlerin özel tedbirler almaları gerektiğini belirtti ve buna örnek olarak da kadın adayların eğitilmesi ve finansal olarak desteklenmesi, seçim prosedürlerinin değiştirilmesi, eşit temsiliyete yönelik kampanyaların yürütülmesi, sayısal hedeflerin belirlenmesi ve kotaların uygulanması gibi tedbirleri gösterdi.
Yine Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi de, devletin vatandaşların sözleşmede düzenlenen haklardan eşit biçimde yararlanmasını sağlaması gerektiğini belirtir. Sözleşmede siyasal hayata katılım da güvenceye alındığı, ve kadın-erkek eşitliğine ilişkin bağımsız bir madde olduğu da dikkate alınırsa, siyasal yaşamda kadın-erkek eşitliğini sağlamanın devletin görevi olduğu sonucunu çıkarmak kaçınılmazdır.
Türkiye, Anayasa’nın 90. maddesine göre bu sözleşmeler ile bağlıdır ve sözleşme hükümlerini hayata geçirmekle yükümlüdür. Ortada uluslararası hukuktan kaynaklı yükümlülükler ve yaygın ülke pratikleri varken, kadınların siyasette daha etkin olabilmeleri için herhangi bir tedbir alınmasında hükümetin bu kadar direnç göstermesi anlaşılır bir tutum değil.
Aslında hükümet bir süredir yine kadınlar konusunda farkında olmasa da özel tedbirler uyguluyor. Kız çocuklarının okula gönderilmesi için bir devlet yetkilisinin çocuğun ailesi ile görüşüp iknaya çalışması veya kız çocukları için ayrı burs ödenekleri ayrılması gibi yararlı çalışmalar, kadınların eğitim hakkından yararlanmaları için alınmış özel tedbirlerdir.
Tüm bu hukuki düzenlemeler ve Türkiye’de kadınların siyasette temsiliyetinin düşüklüğü dikkate alındığında, kadınların siyasal hayata daha etkin bir şekilde katılmaları konusunda kota ve başka tedbirlere başvurulmasına ihtiyaç olduğu apaçık ortadadır.
Tarihsel bir eşitsizliğin sonucunda olması gereken yerde bulunmayan kadınların kanunlar önünde erkeklerle eşit oldukları savıyla tedbir almamak eşitsizliğin sürmesi, yani ayrımcılığın sürmesine neden olacaktır.
2001 yılında yapılan değişiklikler ile Anayasanın 10. maddesine kadın-erkek eşitliğine ilişkin bir maddenin eklenmesi ve devletin bu eşitliği hayata geçirmekle yükümlü tutulması çok önemli bir gelişmeydi.
Aslında bizzat bu madde dahi, açıkça dile getirmese de devleti özel tedbirler almaya yükümlü kılar.
Hem öyle özel tedbirler alınması kadınları muhtaç, ikinci sınıf durumuna falan da sokmayacaktır, bazılarının ileri sürdüğü gibi. Sadece kadınlara hakları olanın verilmesini sağlayacaktır. (NK/EZÖ)
* Nurcan Kaya, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu, Türkiye Koordinatörü