2009, Türkiye'de önemli insan hakları tartışmaları, içeride ve dışarıda politik açılımlar, yerel seçimler, AB üyelik müzakere süreci ve bu kapsamda yapılanların yoğun olarak konuşulduğu bir yıl oldu. Özellikle son aylarda Kürt sorunu ve ordunun devlet yönetimindeki rolü üzerine yürütülen tartışmalar yeniden dikkatleri bu alandaki problem konularına çekti. Bu sorunlar gerçekten çok önemli ve bulunacak çözüm mekanizmaları şüphesiz ülke olarak geleceğimiz adına da hepimiz için hayati değerde olacak. Ancak Türkiye'deki sorunlar sadece bunlar değil ve Türkiye'de sadece TC vatandaşlarının sorunları bulunmamakta. Vatandaşlık bağına bağlı olmaksızın Türkiye'de önemli sayıda insan mülteci, sığınmacı ve göçmen olarak bir dizi sorunlar yaşamaya devam etmekte. Bu sorun alanlarının bir kısmı hayati önem taşımakta.
2009 yılında Türkiye'de bu alanda tam olarak kaç kişiden bahsettiğimize dair elimizde kesin rakamlar yok. Zira yıl içinde İçişleri Bakanlığı'na Bilgi Edinme Hakkı Yasası kapsamında yaptığımız başvurulara olumlu bir cevap alamadık. Aldığımız olumsuz cevaplara ilişkin yaptığımız itiraz başvuruları da henüz sonuçlanmadı. Bu nedenle İçişleri Bakanlığı'na kayıtlı sığınmacı ve mülteci nüfusu ile sınırdışı edilen veya edilmek üzere bekletilen tüm yabancı kişilerin sayısı hakkında net bir şey söyleyebilmek mümkün değil. Ancak sanırız 2009 yılı sonunda Türkiye için 19 bin civarı bir sığınmacı ve mülteci nüfustan bahsedebiliriz. Sırasıyla Irak, İran, Afganistan ve Somali, Türkiye'ye sığınmış olan sığınmacıların kaçmış oldukları belli başlı ülkeler. Buna karşılık İnsan Hakları Araştırmaları Derneği'nin (İHAD) basında çıkan haberlerden yola çıkarak yaptığı araştırmaya göre ocak-kasım ayları dahil olmak üzere 2009 yılında bir şekilde "illegal hareket halinde yakalanan" ve iltica prosedürüne sokulmadan sınırdışı edilen insan sayısı 19 bin 618. Bu sayının ne kadarının mülteci korumasından yararlandırılması gerekirken böyle yapılmayıp ülkesine sınırdışı edildiği, orada da başlarına ne geldiği ise -takdir edersiniz ki- belli değil.
2009 yılını global olarak değerlendirerek iyi veya kötü diyebilmek çok zor. Kuşkusuz bu alanda da yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi hem iyi hem kötü gelişmeler oldu. Belki bunlardan önemli gördüğümüz bir kısmına tek tek göz atmaya çalışmak daha fikir verici olacaktır:
Siyasi irade
Türkiye'de bu alanda temel sorunlardan birisi olarak gördüğümüz siyasi irade ve hatta ilgi eksikliğiyle ilgili ümit verici bir kıpırdanma oldu kanaatindeyim. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bu alanda da ciddi sorunların yaşandığını fark etti ve bir alt komisyon oluşturdu. Bu alt komisyonun alana ilişkin sorunları kavramasının ve çalışmalarının tatmin edici bir yoğunluk ve içerikte olduğunu söyleyebilmek şimdilik mümkün değil, ancak bu komisyonun kurulmuş olması bile önemli bir girişim ve iyi niyet çabası olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. (Komisyonun geçen günlerde yayınlanan raporunun tam metni için tıklayın.) Bunun dışında, sayıları az da olsa, bazı illerdeki İl İnsan Hakları Kurullarının önüne bu alana ilişkin sorunlar getirildiğinde Kurulların ilgisinde bir kıpırdanmanın yaşandığı gözlendi. İstanbul'da Kurulun bu alana ilişkin bir alt komisyon kurması ise heyecan oluşturdu. Yine bu duruma paralel olarak bazı kamu kurumlarında sorumlu kişilerin ilgi ve duyarlılığına göre değişen oranlarda küçük gelişmelerin olduğu görüldü ancak bu gelişmeler olması gerekenin halen çok gerilerinde bulunuyor. 2010'un bu alandaki kıpırdanmanın sonuçlarının alınacağı bir süreç olacağını umuyoruz.
İltica Yasası
Siyasi/yasama alanında 2009 yılında görülen asıl ve önemli gelişme ilk kez bir İltica Yasası hazırlanması konusunda gösterilen siyasi iradedir. Anayasal ve yasal bir koruma alanının olmadığı iltica konusunda Türkiye tarihinde ilk kez bir yasanın hazırlanmaya başlandığının duyulması bile başlı başına çok önemli bir gelişme. Üstelik İçişleri Bakanlığı tarafından İltica Yasası taslağı hazırlaması görevi verilen mülkiye müfettişlerinin bu hazırlık sürecini bu alanda çalışan kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerle birlikte, bir dizi istişare süreci kapsamında yürütme eğiliminde olması da alışık olmadığımız ancak bizi heyecanlandıran bir gelişme oldu. 2010 Haziran ayında Meclis gündemine getirilmesi amaçlanan yasa kuşkusuz Türkiye'de bu alanda yeni ve ciddi bir hukuki koruma mekanizması oluşturacak. Ancak yasanın bir hayal kırıklığına neden olmadan uluslararası asgari standartlar üzerinde bir profille yürürlüğe girmesi önümüzdeki dönem sivil toplumun önemli amaç ve uğraşlarından birisini teşkil edecek.
İkamet harçları
Türkiye'deki sığınmacı ve mültecileri başta ekonomik, sonuçları itibariyle de hukuk, sağlık, eğitim, çalışma, 3. ülkeye yerleştirme gibi alanlarda zora sokan ve oldukça haksız ve hatta Türkiye adına bir "ayıp" olarak değerlendirdiğimiz "ikamet harçları" uygulaması yine insafsız bir şekilde devam etti. Bu uygulama nedeniyle yine pek çok mağduriyetler yaşandı ve iltica alanında hak temelli olarak çalışan kuruluşların ortak bir basın toplantısıyla konuya dikkat çekilmeye çalışıldı. Ancak uygulamanın 2010 başlarından itibaren kaldırılacağına dair duyumlarımızın artık hayata geçmesini bekliyoruz.
Yerel seçimler
2009'un kuşkusuz önemli olaylarından birisi de martta gerçekleştirilen yerel seçimlerdi. Biz de Mültecilerle Dayanışma Derneği olarak bu seçimler vesilesiyle yerel idarelerin sığınmacı ve mülteci alanında oynaması gerektiğine inandığımız rolüne ilişkin bir açıklama yaptık. Seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra da Türkiye'de İçişleri Bakanlığı'nca sığınmacıların belli başlı iskana tabi tutuldukları illerdeki (uydu kentler) yeni seçilen belediye başkanlarına bu konuda birer mektup ulaştırdık. Türkiye'de yerel idarelerin bu alana ilişkin ilgi ve yardımlarının geçmiş yıllara oranla ciddi olarak bir kıpırdanma içinde olduğunu söyleyebiliriz ancak olması gereken seviyeden halen geride olduğumuz da çok açık. 2010 yılında belediyelerin bu sahada daha önemli birer aktör olarak yer alacağına ilişkin umudumuz bulunmakta.
Kayiki hareketi
Denizlerdeki, özellikle Ege denizindeki sığınmacı ve göçmenlerin hareketi ve trajik ölümlerine dikkat çekmek amacıyla çoğunlukla Yunan ve Türk mülteci hakları savunucuları tarafından oluşturulan Kayiki hareketi 28 Şubat 2009'da İzmir, Sakız, Midilli ve Atina'da eş zamanlı olarak yaptığı basın açıklaması ile hazırladığı kampanyayı duyurdu. Başta kampanya kapsamında hazırlanan 7 ayrı dilden kartpostal ve kısa filmler olmak üzere birçok etkinlik vasıtasıyla kamuoyu nezdinde bir farkındalık ve duyarlılık oluşturulmaya çalışılıyor. Kampanya 2010 yılında da yeni aktivitelerle devam edecek. Yine bu alanda 8 Aralık 2007 tarihinde Seferihisar açıklarında yaşanan trajedi derneğimizce unutulmadı ve bu acı olayın yıldönümünde bir anma etkinliği düzenlendi.
Karimnia-Türkiye AİHM kararı
22 Eylül'de Türkiye'de bulunan yabancı kişilerin iltica prosedürüne erişimleri konusunda yaşadıkları sorunlar ve sınırdışı edilmek üzere tutulu bulundukları "misafirhane" tabir edilen yerler konusunda son derece önemli ve ses getiren bir karar verildi.
Bu kararda tespit edilen ihlaller ve alınması tavsiye edilen tedbirler hakkında mülteci hakları savunucusu kuruluşların ortak basın açıklamasında dikkat çektiği hususlarda henüz hiçbir olumlu gelişme yaşanmadı. Ancak 2010'da daha çok tartışacağımız belli olan İltica Yasası hazırlık sürecinde bu kararın gösterdiği perspektifin çok önemli olacağını ve dikkate alınmak zorunda kalınacağını düşünüyoruz. Ancak AİHM, 2009 yılında misafirhanelerde zorla tutulurken iltica prosedürüne bir türlü ulaşmayı başaramayan çok sayıda kişinin sınırdışı edilmek üzereyken sınırdışı işlemlerinin önlenmesi konusunda önceki yıllara oranla çok daha etkili bir rol oynadı.
Bunda ise bu alanda çalışan ve hukuki yardım sunan mülteci örgütlerinin kapasitelerini 2009 yılında geliştirmiş olmalarının şüphesiz önemi büyüktü.
UAÖ'den mülteci raporu
İnsan Hakları İzleme Örgütü'Nün (HRW) Kasım 2008'de açıkladığı "Döner kapıda sıkışıp kalanlar; AB Türkiye/Yunanistan girişindeki Iraklı ve diğer sığınmacı ve göçmenler" raporundan sonra, Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) 22 Nisan'da Ankara'da Türkiye'deki mülteci alanına ilişkin sorunları değerlendirdiği "İki arada bir derede; Türkiye'deki mültecilere koruma sağlanmıyor" başlıklı önemli bir raporu açıkladı. Bu raporda Türkiye'deki mülteci alanına giren hemen her konudaki sorunların tespit, değerlendirme ve çözüm önerilerine yönelik görüşler kapsamlı olarak ele alınıyordu.
Hammarberg raporu
Ancak şüphesiz 2009 yılı içinde en önemli durum tespiti yapan bir başka rapor Avrupa Konseyi'nin İnsan Haklarından sorumlu Komiseri Thomas Hammarberg'in hazırlayıp sunduğu rapor oldu. Türkiye'de mülteci alanına ilişkin genel durumun oldukça başarılı ve doyurucu bir tespitini yapan Hammarberg bu raporunda birçok önemli tavsiyelerde bulundu.
Sivil toplum
Sivil toplumun mülteci alanına ilgisi olumlu çizgide artmış olmasına karşın, bu kesimde de halen olması gereken seviyenin oldukça gerisinde bulunuyoruz. Ancak hak temelli çalışan insan hakları ve mülteci hakları kuruluşlarının bir arada yaptığı çalışmaların 2009 yılında oldukça önemli bir gelişim gösterdiğini gözlemledik. Özellikle "misafirhanelerde" tutulan yabancı kişilerin iltica prosedürüne erişimleri ve sınırdışı edilmelerinin önlenmeleri konusunda ciddi anlamda gelişmeler yaşandı. Bu haliyle tespit edilen ihlallerin aslında geçmiş yıllarda çok daha yoğun olabileceği değerlendirmesi yapıldı. Hak örgütlerinin misafirhaneler üzerine tuttuğu ışığın derecesi arttıkça, buralarda yaşanan ihlallerin azalacağına dair bir beklentimiz var. Dernek olarak özellikle kıyı Ege illerinde yaptığımız başvurulardan sonra değişik kurumlarca başlatılmış irili ufaklı soruşturma ve tahkikatlardan gelecek adına ümitlenmemizi 2010 yılından itibaren sağlayacak gelişmelerin olacağını umuyoruz.
Sivil topluma yönelik Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Temsilciliğinin ilk daveti ile başlanan STK toplantıları yoğun katılımlarla sürüyor ve bir anlamda bu sürecin bir devamı olarak ilk kez 2009 yılında "Türkiye Mülteci Konseyi" kuruluş tartışmaları Türkiye sivil toplumunun gündemine girmiş bulunuyor. 2010 yılında bu konuda somut gelişmelerin olacağı ve mülteci alanına ilişkin sivil toplum savunuculuğunun çok daha ciddi oranda gelişeceğini tahmin etmek hiç zor değil.
Mahmur
2009'da önemli bir ilk tartışma konusu da başlatılan Kürt açılımının önemli bir paragrafı olarak Türkiye'den kaçan Kürt mültecilerin Türkiye'ye geri dönüşleri oldu. Sürecin sekteye uğramasına paralel olarak Mahmur konusunda da henüz somut bir gelişme gözlenemedi ancak Türkiyeli Kürt mültecilerinin dönüşü konusunda 2009 sonunda Ankara'nın başlattığı tartışma bile Türkiye tarihi açısından önemli bir ilk oldu.
Kabul merkezleri
2005'te Ulusal Eylem Planı kapsamında açıklanan ve 7 ilde yapılması planlanan sığınmacı ve mülteciler için "kabul merkezlerinin" birkaçı ilgili projeleri tamamlanarak 2009 yılında inşa edilmeye başlandı. 2010 yılında ise bu inşa sürecinin bitmesi beklenmiyor. Dolayısıyla mevcut "uydu kent" uygulaması 2010 yılında da devam edecek. Kabul merkezlerinin nasıl bir işleve sahip olacağı ve yönetileceğine ilişkin, İçişleri Bakanlığı ve BMMYK, değişik illerde, ilgili kamu kurumları ve STK'leri davet ettiği toplantılar düzenledi. Ancak STK'lerin davetinde İçişleri Bakanlığı'nın bu alanda çalışan bir kısım kuruluşa yönelik akreditasyon uygulaması ve buna karşılık içlerinde derneğimizin de bulunduğu, davet edilen hak örgütlerinin bu toplantılara katılmama tavrı nedeniyle, çalıştaylar başarılı bir şekilde yapılamadı. 2009 yılı hak örgütleri açısından bu akreditasyon uygulamasının kaldırılması çabalarıyla geçti ancak henüz bilinen somut bir sonuç alınamadı. 2010 yılında ise Bakanlığın ve Bakanlık içindeki ilgili bürokratların kendilerini eleştiren kişi ve kurumlarla da çalışabilme olgunluğuna erişerek akreditasyon uygulamasına son vereceklerini ummaktan başka şimdilik yapabileceğimiz bir şey yok. (TK/TK)
* Taner Kılıç, avukat, Mültecilerle Dayanışma Derneği.